10 Şubat 2012
Sayı: SYKB 2012/06

 Kızıl Bayrak'tan
Sermayenin topyekûn saldırısını emeğin kızıl baharıyla püskürtmeye!
Toplumsal-siyasal yaşamı
gericileştirme hamleleri
“Demokrasi” yalanları ve
düzenin yeni politik platformu
Devletin “terör zirvesi”nin
gösterdikleri
8 Mart’ta mücadele alanlarına!
Ankara BDSP:
Bahara hazırlanıyoruz!
Emekçi kadınlar 8 Mart’a çağırıyor!
Direnişçi işçi Alper Ekici’ye
Direnişçi işçilerden coşkulu ve kitlesel dayanışma gecesi
Belde A.Ş işçileri:
“Biz de varız!
Sendikal örgütlenme ve işçiye baraj!
Tersaneler cehenneminde patlama
Emperyalist savaş aygıtı NATO dağıtılsın!
ABD’nin yeni jeopolitik yönelimi: BOP’tan Asya Pasifik’e... / 2
- Volkan Yaraşır
Emperyalist saldırganlık ve gerici boğazlaşma tırmandırılıyor
Bir-Kar: Faşizm bir düşünce değil, suçtur!
Sermaye ve düzeninden bağımsız, bürokratik yozlaşmadan arınmış
devrimci bir DİSK için
Yerel işçi bültenleri:
Değiş, değiştir!
Esenyurt’ta program seminerleri
Kuyrukta 500 bin kişi var
Katliam emri Ankara’dan!
Gazi’deki çete saldırısına karşı
ortak tutum
ESP’lilere ceza yağdı
Cellat bir kez öldürür,
umutsa hep taşınır!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Hrant’a ve devlete dair…

Cellat bir kez öldürür,
umutsa hep taşınır!

Kevok* uçuyor gökyüzünde. Bir parça simit görüp konuyor Arnavut kaldırımlı sokağa. Sokak sessiz. Susamı almak için her eğilişte bir ürperti kaplıyor. Kevok biliyor bu ürperti rüzgardan değil. Uçarken ona dost olan rüzgar değil bu. Bu bir ölüm ürpertisi. Dışarıdan gelecek tehlike için değil bizzat yürekte taşınan bir korkunun yarattığı. Sessizliği kanat çırpışları bozuyor. Gelen bir tehlikeden öteye kendi içindeki korkuyu yenemediği için yemekten uzaklaşıyor. Böyle başlıyor bir 19 Ocak günü. Böyle bir sokak sessizliğinde başka bir güvercin yere düşüyor. Taşıdığı güvercin ürkekliği gerçeğe dönüşüp ölüm oluyor.

Akşam saatlerinde devletin kurumlarından birinde; Hrant’ı öldüren kurşun çıkarıldığında bakıldı üzerine. Kanın verdiği koyu kırmızı kaplı metal bir tabaktaydı şimdi. Kurşunu çıkaran Adli Tıp doktoru baktı kurşuna ve gururlandı: “Mermi hakkını verdi haine!” diye iç geçirdi. Koridorda yürürken gördü karanlık yüzlü bir emniyet müdürünü. Gülerek “bu o kurşun!” dedi. Karanlık yüzde gördüğü tebessüm bir terfi haberiydi. Mermi balistik incelemeden sonra delil odasına götürüldü. Kayıtları tutan memur belgeleri doldururken gözü köşedeki televizyona takıldı. Haberlerde elinde tuttuğu kurşunun yere serdiği bir vücut yatıyordu. Sonrasında karakolda kahramanla Türk bayrağı tutarak fotoğraf çektirenleri gördü. Düşündü burada ne işim var, kime hizmet etmekteyim? Aynada yüzünün yarısını göremedi sonra kendinden ve ışıktan korktu. Ve aynayı kırdı. Böyle saçma düşünceleri aklına getiren televizyonu kapatıp işine devam etti. Hrant’ı vuran katillerin, koruyan kolluk kuvvetlerinin, aklayan mahkemelerin parçası olan insan artığı her mahlukat gibi.

Aynı anda bir gazeteci köşe yazısını yazmaktaydı. Çerçeveli devlet büyükleriyle çektirdiği hatıra fotoğraflarına bakarak ilk cümlesini yazdı. Kapkara haykıran Kalın puntolar bu sefer Hrant’ı yargıladı. Vatan hainliğine devam ediyor hala! Bir de kalemlerle katledildi insanlık. Ermeni olması sırtından vurulmuş yatan insanlıktan daha öncelikliydi. Sonuçta Ermeni!

Trabzon’da 13 yaşında bir ortaokul öğrencisi harçlığını biriktirdi. Sırf o beyaz bereden giyebilmek için. Ogün abisinin simgesiyle bir Türk genci olma gururuyla caddede iki tur atabilmek için.

Hrant Dink katledildi. Aradan geçen zaman, ölümü unutturmak şöyle dursun acımızı deşerek geçiyor. Kanayan yaradan dökülen gerçeklerse karanlıkta büyüyenleri korkutuyor. Gölgelere saklanarak yaşayan bu cellatlar mahkeme sonucuyla da katlediyor. Dönüp bakılırsa görülür ki Hrant Dink’in katledilmesi olayı devletin politik platformuyla kendini bir kez daha ifadelendirmesidir.

Önce Hrant’a açılan 301 davasıyla başlayan süreç sıkılan kurşunun mahkemesiyle bitirildi. Hrant Dink’e “Türklüğe hakaret” davasını açan savcıyla onu öldüren katilleri örgütsüz olarak bu fiili gerçekleştirdiğini söyleyen aynı savcıdır. Şahıs olarak aynı isim ve vücuda sahip olmayabilir. Fakat zihniyeti ve bilinci aynı devlete aittir. Aynı savcı sistemidir cübbesini giyip 12 yaşındaki kızın kendi rızasıyla kaç kişiyle birlikte olabileceğini söyleyenler. Adalet sistemi son dönemde o kadar açık bir tutum içindedir ki ne tereddüt ne de tartışmaya yer bırakır. Burjuva ufku televizyonlarda adalet sisteminin gediklerinin nasıl doldurulacağını düşünsün. İstanbul Baro Başkanı çıkıp hukuk sistemi üzerine konuşsun. Ortada duran hukuksuzluğu nereye kaldırmamızı istersiniz? Ölen kızının fotoğrafını taşımak örgüt üyeliği için yeterli görülürken neyi düzelteceksiniz. Bu düzenin adaleti kendi bekasını korurken kimin değişikliğe ihtiyacı var ki!

Tüm insanlık tarihinin tekrarıdır 19 Ocak günü yaşanan. Katil cinayet mahallini asla terketmemektedir. Ogün Samast olup tetik çekenler 1 Mayıs’ta aynı sokakta çevik kuvvet olup panzeriyle, biber gazıyla saldıranlardır. Can Yücel’in mezarına dahi tahammül gösteremeyenlerdir. Özneleri gizli kalsa da yaptıkları hep alenen göz önündedir. “Bir bebekten katil yaratmak” demişti Rakel Dink. Bir bebekten katil yaratanlar özel yetkili savcılardan neler yaratır bugün görüyoruz. Bir davada “poşi takmak” delil olurken diğer davada McDonald’s’ı bombalayıp bu eylemi örgütleyen, JİTEM muhbiri olan, Hrant’ı öldürmesi için 17 yaşında iki genci görevlendiren Alperen Ocakları Başkanı ve diğerleri arasında örgüt yok denebilir. Uğur Kaymaz için de benzer iddianameler okumuştuk. 13 yaşında kol altında tüy olmasıyla terörist olduğunu kanıtlayan savcılar, bu olayda “örgüt yok” diyen savcılar arasında benzerlik yok mu? Aynı kitabı okuyup karar veren aynı devletin piyonları tabanca tutan bir gençten daha çok insan katlederler. Katletmek sadece hayatlarını sonlandırmak üzerinden de değil! Yıllarca sürecek hapis cezaları da aynı keyfiyetle bu cübbelerin giyindiği vücutlardan çıkar. Yazım hatası yok, cübbeleri giyenler değil cübbelerin giyindiği vücutlar!

Bugün bu mahkeme sonucunda açıklama yapan tüm devlet erkanı aynı kelimeleri tekrarlamıştır. “Kamu vicdanı rahatsız ama yargı süreci tükenmiş değil. Temyiz süreci işledikten sonra konuşmak gerek!” Onlar oynamaları gereken rolü oynayadursun biz konuşmak için beklemeyeceğiz! Beklemek tükenmek demektir. Bekledikçe düzenin yargı adlı tiyatro salonu yeni oyunu temyizle bize bir kez daha trajikomik bir oyun sahneleyecektir. Ya hâkim ve savcıların çuvallardan dağıtacağı adaleti bekleriz ya da adalet olup kinimizi bileyleriz.

Düne kadar katliamların üstünden tüm pervazsızlıkları ve aymazlıkları ile çıkan düzen şimdi “kamu vicdanından” bahsediyor. Mahkemelerin er ya da geç doğru kararı vereceğini ifade ediyor. Devletin temsil edildiği politika üç günlük değilse bu durumu iki kez okumak gerekir. Satır aralarında açığa çıkan Hrant’ın cenazesini sahiplenen yüzbinlerden duyulan tedirginliktir. “Hepimiz Hrant’ız, Hepimiz Ermeniyiz!” sloganı bu tedirginliğin nedenidir. Düzen için, insanların düşmanlaştırılmak istenen yerden birleşmesi kadar tehlikeli bir şey olamaz. Bugün yüzbinlerin öfkesini üstüne çekmek kendi çöküşünü hızlandırmaktır. Bu durumun etkisi ancak “aynı duyguları paylaştığını” göstererek, demokrasi havariliği ile sağlanabilir. Timsah gözyaşlarına sığınanlar dişlerinin arasındaki et parçalarını gizlemeye çalışıyorlar.

Hrant Dink geliyorum denen katli öncesi bir yazısında “Güvercin ürkekliği taşıyorum” der. Hrant’ın taşıdığı korku milyonlarca insana taşınıyor. Güvercinler gibi ürkek ve her an uzaklaşabilecek bir hayat yaşamamızı istiyorlar. Başımızda dolaşan akbabalarla birlikte korkup sinmemizi izlemek istiyorlar. Cellatlar bir kez öldürebilir bizi ama umudumuz yürekten yüreğe taşınıp gidiyor. Hrant’ı unutmayacaksak eğer bundan dolayıdır. Onu unutmak kendi insanlığımıza sığmayacağı içindir. 19 Ocak diyoruz. Yılı önemli değil çünkü. Kaç yıl geçerse geçsin 19 Ocak günü aynı duyguyla uyanacak aynı duyguyla sokakta olacağız.

Her dökülen kanda bir kez daha tekrarlanıyor kurtuluş ancak kavgadadır.

* Kevok: Güvercin

T. Kor