4 Mayıs 2011
Sayı: SİKB 2011/17

 Kızıl Bayrak'tan
1 Mayıs’ın devrimci kazanımları
Taksim’de coşkulu, kitlesel ve
görkemli 1 Mayıs!
İzmir’de 50 bin kişi Gündoğdu’da toplandı
Adana’da 1 Mayıs
Bursa’da kitlesel 1 Mayıs
Eskişehir’de 1 Mayıs coşkusu
Her yerde 1 Mayıs coşkusu!
Newroz coşkusuyla 1 Mayıs
Kürt halkı militan
mücadeleyle kazandı!
Direnen işçiler sendikal bürokrasinin suskunluğunu bozdu!
BDSP emekçileri
mücadeleye çağırıyor!..
Dünyada 1 Mayıs...
Almanya’da 1 Mayıs...
İsviçre’de 1 Mayıs...
Suriye’de olaylar karmaşık
bir hal alıyor
ABD Bin Ladin’i öldürdü
Parti ve geçmişin devrimci
mirası H. Fırat
TKİP Kurucu Üyesi
Hatice Yürekli anıldı
Mahkeme Festus’un katillerini
aklamada ısrarlı
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Mahkeme Festus’un
katillerini aklamada ısrarlı

Nijeryalı Festus Okey’in 2007 yılında Beyoğlu Polis Merkezi’nde polis tarafından kurşunlanarak katledilmesinin ardından açılan davanın 13. duruşması 26 Nisan günü Beyoğlu Adliyesi’nde görüldü.

Tam bir “orta oyunu” şeklinde süren davanın son duruşmasında da “Bu düzende polis vuruyor, mahkeme koruyor” söyleminin gerçekliği ibretlik bir şekilde gözler önüne serildi.

Beyoğlu 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşma, Okey’in kimliğiyle ilgili Nijerya’dan istenen evrakın beklenmesi için bir kez daha ertelendi.

Katledilen kişinin “gerçek Festus Okey olup olmadığını” 2008 yılı Şubat ayından bu yana anlayamayan (!) mahkeme, bu evrakın beklemesine itiraz eden ve davaya müdahil olmak için dilekçe veren 76 kişiye daha ‘mahkemeye hakaret’ iddiasıyla işlem yaptı. Mahkeme, kendisini dava dosyasını oyalamakla suçlayan beş avukat ile davaya müdahil olmak isteyen, aralarında Göçmen Dayanışma Ağı’nın 30 üyesinin de bulunduğu toplam 44 kişi hakkında da ‘adil yargılamayı etkileme’ iddiasıyla soruşturma açtırmıştı. Bu konuda oldukça hızlı davranan mahkeme, bir avukat hakkında da zorla getirme kararı çıkarttı.

Davanın bir sonraki duruşması 12 Temmuz günü görülecek.

Güray Dağ: “Polisler korunmaya çalışılıyor”

Konuyla ilgili görüşünü aldığımız davayı takip eden avukatlardan Güray Dağ son duruşma hakkında bilgi verdi ve mahkeme heyetinin verdiği kararları yorumladı.

Dağ, İstanbul ve Ankara Barosu’nun Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın ve Helsinki Yurttaşlar Derneği’nin davaya müdahil olma taleplerinin bu duruşmada da reddedildiğini belirtti. Göçmen Dayanışma Ağı aktivisti 70 kişinin de kişisel olarak davaya müdahil olmak için dilekçe verdiğini, bu talebin de reddedildiğini sözlerine ekledi.

Mahkeme yıldırma politikası izliyor”

Bu noktada Dağ mahkeme heyetinin bir yıldırma politikası olarak devreye soktuğu yönteme dikkat çekti. Mahkemenin kişisel dilekçe veren 70 kişi hakkında suç duyurusunda bulunduğunu belirterek “Böyle bir şeyle ilk defa karşılaşıyoruz!” dedi.

Dağ “Dilekçe vermek anayasal bir haktır. En fazla yerinde görülmeyerek reddedilir ama dilekçe verdikleri için bu 70 kişi hakkında suç duyurusunda bulunmak yıldırma amaçlı olabilir” dedi.

Davanın, Festus Okey’in 3 buçuk yıldır kimlik bilgisinin belirlenememesinden kaynaklı sürüncemede bırakıldığını belirten Dağ, bir sonraki duruşmanın 12 Temmuz’a ertelendiğini fakat bundan sonuç çıkacağını düşünmediğini sözlerine ekledi. Nijerya ile Türkiye arasında adli yardım anlaşması olmadığını ayrıca Nijerya’nın siyasal anlamda karışık bir ülke olduğunu söyleyerek sağlıklı bir veri kayıt sisteminin de olmadığını ifade etti.

Kimlik bilgisi tespiti davanın esasına etki etmez”

Kimlik bilgisi tespitinin gereksiz bir ayrıntı olduğuna dikkat çeken Dağ, “Bu, davanın esası konusunda değişiklik yaratacak bir konu değil” dedi. “İsim farklılığı sanığın ceza almasını ya da alacağı cezanın miktarını değiştirmez” diyerek bunun davanın esasına etki etmeyeceğini belirtti.

“Biz böyle bir talepte bulunsaydık mahkeme heyeti de davanın esasını etkilemeyeceği için talebimizi reddederdi” diyen Dağ, bunun amacının polisleri korumak, polis cinayetlerini aklamak olduğunu sözlerine ekledi.

 

 

 

Çılgın’ talan projesi

Erdoğan, İstanbul’u ‘ucubeye’ çevirecek yeni “çılgın projesini” açıkladı. Projeye göre Karadeniz ve Marmara arasında açılacak yeni bir kanal ile İstanbul’da yeni bir yarım ada ve bir ada oluşturulacak.

Erdoğan, İstanbul Kongre Merkezi’nde slaytlar ve animasyonlar eşliğinde projeyi anlatırken ajitatif bir dil kullandı. “Emsalsiz projelerin ardında hep hayal vardır” sözü ve kullandığı diğer cafcaflı ifadelerle projenin mantık dışı özünü örtmeye çalıştı. Elbette AKP hükümeti için projenin ne denli gerçekçi olduğunu, doğayla, insanla, İstanbul’un tarihsel dokusuyla ne denli uyumlu olduğunun bir önemi yok. Yeni açılacak rant alanları, yandaşlara peşkeş çekilecek projeler sözkonusu olduğu için, İstanbul’un su havzaları ve orman arazileri hesaba katılmıyor.

Kabusun ipuçları

Erdoğan, AKP hükümetinin bugüne kadar gerçekleştirdiği tartışmalı projeleri hatırlatarak başladığı konuşmasında İstanbul’a sunduğu “hizmetin” tablosunu çizmeye çalıştı. Duble yolları, Marmaray projesini, dağıtılan ders kitaplarını, yeni konut projelerini örnek olarak gösterdi. Hemen hepsi emekçilerin canını yakan, AKP’ye yakın olan sermaye kesiminin kasasını dolduran projelerde; kimi zaman emekçilerin gecekonduları yıkılarak barınma hakkı gasbedildi, kimisinde kültürel miras olan tarihi eserler ‘çanak—çömlek’ olarak nitelendirildi. Kimisinde ormanlar talan edildi, kimisinde çocuklara dinci gericiliğin propagandası yapıldı. Tüm bunlar, ‘yaptıkları, yapacaklarının teminatı’ olan Erdoğan’ın çılgın projesinin İstanbul için nasıl bir kabusa dönüşeceğinin ipuçları.

İstanbul’un talan projesi

“Biz Ferhat’ız Bolu Dağı’nı deldik” diyerek övünen Erdoğan yaptığı konuşmada emekçilerin ceplerini de deldiğini eksik bıraktı. Böylesine maliyetli bir proje için (tahminen 10 milyar dolar) nasıl bir kaynak yaratılacağı konusu soru işaretleri taşıyor. AKP hükümeti kaynaktan çok kime ne kazandıracağıyla, kimin zenginliğine zenginlik katacağıyla ilgileniyor.

İstanbul’un kuzeyinde bulunan ormanların su havzalarının, yok edileceği proje ile yeni inşaat alanları açılacak. Projenin similasyonunda yer alan kanalın etrafından yükselen gökdelenler, bu pastanın oldukça iştah açıcı olduğunu gösteriyor.

Kaldı ki, Erdoğan’ın projenin amacını açıklarken ortaya attığı iddiaların bir gerçekliği de yok. Boğaz trafiğinin rahatlatılması için tankerlerin geçişinin kanaldan sağlanması en son tercih bile olamaz. Petrol akışını boru hattı üzerinden sağlamak yerine gemileri başka bir güzergaha yönlendiren projede 150 metre genişliğinde bir kanaldan iki büyük geminin yanyana geçmesinin imkansız olduğu ise düşünülmemiş. Böylesine büyük bir projede böylesine hayati ve basit bir ayrıntı atlanmış.

Projenin ayrıntıları üzerine elbette ki daha birçok şey söylenebilir. Fakat özü itibariyle emekçilerin cebine elini daldıran Erdoğan, sermayenin kasasını dolduracak. Bunu yaparken de emekçilerin yaşam hakkını her anlamda gasbedecek.