15 Ekim 2010
Sayı: SİKB 2010/40

 Kızıl Bayrak'tan
İnkar ve imha düzeni işçi sınıfının mücadele sahnesine çıkmasıyla aşılabilir..
İşçi sınıfına kapsamlı
saldırı hazırlığı!
“Orta vadeli” saldırı programı!
Düzenin tasfiye seferberliği sürüyor
Alevi emekçilerine
asimilasyon dayatması
Zorunlu din dersi kaldırılsın!.
Bir grup TEKEL işçisi Tek Gıda-İş önünde direniş başlattı.
Tek Gıda-İş önünde bekleyen TEKEL işçileriyle konuştuk..
İşçi ve emekçi hareketinden.
BETESAN’da direniş kazanacak!
Tuzla cehenneminde
bir iş cinayeti daha!
Birleşik Metal-İş Sendikası Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Beşeli ile konuştuk.
Referandum sonrası
düzen siyaseti
Merkezi geceye hazırlanıyoruz
Hizmet sektörü çalışanları panelde buluştu
Bu ülkede nice Aziz var!..
Üniversitelerde direniş var!.
6 Kasım çalışmalarından...
Emperyalist-Siyonist güçler silahlanma yarışını körüklüyor..
Fransa’da işçi ve emekçiler
yine ‘grev’ dedi
Şilili madenciler yeryüzünde
Kimyasal atık felaketi büyüyor!
Kapitalizm açlık ve
yoksulluk üretir!.
Kamu emekçileri kreş hakkı ve ebeveyn izni için eylemdeydi
“Hasta tutsaklar serbest bırakılsın!”
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Hasta tutsaklar serbest bırakılsın!”

Adana

İnönü Parkı’nda yapılan eylemde, Diyarbakır D Tipi’nde tutuklu bulunan ve ölümü bekleyen lenf kanseri Nurettin Soysal ile aynı cezaevinde bulunan kemik kanseri hastası Halil Güneş’in kötüye giden sağlık koşulları dile getirildi.

Yattıkları yerden kalkamayan, gözlerini açamayan ve normal yollardan beslenemeyen Soysal ve Güneş’in ölüm sınırında olduğu ve sadece pamukla su içebildikleri ifade edildi.

Soysal’ın tecrit işkencesi altında ölümü beklemesine göz yumulduğunun söylendiği açıklamada “Soysal her gün biraz daha ölüme yaklaşıyor.” denildi.

Ayrıca Sincan 1 No’lu F Tipi’nde tutulan kanser hastası Erol Zavar’ın ve İzmir 2 No’lu F Tipi’nde tutulan kan kanseri Abdulsamet Çelik’in durumuna değinilerek hasta tutsakların serbest bırakılması istendi.

BDSP, BDP, Devrimci Proletarya, Emek ve Özgürlük Cephesi, ESP, Halk Cephesi, İHD, TUHAY-DER ve Odak tarafından örgütlenen eylemde ayrıca hasta tutsakların durumunu ele alan bir skeç gösterimi yapıldı.


İstanbul

İHD İstanbul Şubesi Cezaevi Komisyonu hasta tutukluların serbest bırakılması ve tedavilerinin yapılması talebiyle Galatasaray Lisesi’nden Taksim Tramvay Durağı’na yürüdü.

13 Ekim günü Galatasaray Lisesi önünde bir araya gelen İHD üyeleri, “Hapishanelerde ölüm istemiyoruz. Hasta tutuklular serbest bırakılsın” pankartı arkasında, sloganlarla Taksim Tramvay Durağı’na yürüdü.

Basın açıklamasını gerçekleştiren Gönül Sonbaharerdem, 2 yıldır cezaevinde bulunan ve hükmünün bitimine 8 ay kalmış olan 50 yaşındaki prostat kanseri Osman Kezlere’nin, tedavisi için ailesi ve İHD tarafından yapılan ısrarlı girişimler sonucu Kartal Devlet Hastanesi’nden Süreyyapaşa Hastanesi’ne sevk edildiğini söyledi. Sağlığının çok kötü durumda olduğunu ve tedaviye hiçbir şekilde yanıt vermediğini söyleyen Sonbaharerdem, gün geçtikçe de durumunun ağırlaştığını söyledi. Sonbaharerdem, Kezlere’nin durumunun Adalet Bakanlığı, Cumhurbaşkanlığı, Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü’ne bildirildiğini dile getirdi. Ceza İnfaz Kanunu’nun 16. maddesine dayanarak ceza ertelemesinin yapılmasını bir dilekçe ile talep ettiklerini ancak, şu ana kadar bir sonuç alınamadığını ifade etti.

Devrimci ve ilerici kurumların 8 Ekim günü gerçekleştirdiği eylemde Ankara Sincan F Tipi Hapishanesi’nde tutuklu bulunan Dursun Kaş’ın gönderdiği mektup okundu.

Taksim Tramvay Durağı’nda bir araya gelen kurumlar, sloganlar eşliğinde Galatasaray Lisesi’ne yürüdü. Türkçe ve İngilizce “Hasta Tutsaklar Serbest Bırakılsın” pankartlarının açıldığı eylemde, taleplerin yer aldığı dövizler de taşındı.

Yürüyüşün ardından basın açıklamasını TAYAD’dan Mehmet Güvel okudu. Hapishanelerde her iki günde bir kişinin öldüğünü belirten Güvel, “İhmalle değil, bilerek, isteyerek öldürüyorlar. Ve tüm ölümleri eceliyle ölüm olarak açıklıyorlar. Tedavi edilmeyenler, hastaneye götürülmeyenler, doktor yüzü gösterilmeyenler birer birer öldürülüyor. Ve bu ölümü kabullenmemizi istiyorlar.” dedi.

Güvel daha sonra, Ankara Sincan F Tipi Hapishanesi’nde tutulan ve yaşadığı sağlık sorunu nedeniyle hastaneye sevk edilip en karanlık, en havasız, en kirli bölüm olan mahkum koğuşunda “tedavi” edilen Dursun Kaş’ın mektubunu aktardı:

“ 17 Eylül 2010 tarihinde akşam saatlerinde yanımıza Macit Öztürk adında adli bir mahkum getirildi. daha önce Kastamonu Hapishanesi’ nden Ankara Verem savaş Hastanesi’ne getirilmiş, oradan da bulunduğumuz hastaneye gönderilmiş... adam 59 yaşında olduğunu ve astım hastası olduğunu belirtti. Ancak sürekli kan kustuğunu görünce, gelen sağlıkçılara durumu anlatıp tüberküloz olup olmadığını sorduk. ‘ Yok’ dediler.

Tanımıza getirilmesinden sonraki ilk bir saat içinde önce oksijen sonra peş peşe 3 poşet serum ve 3 poşette kan verildi. Bunlar okadar hızlı veriliyorduki neredeyse 3 poşet kan on dakiki içinde bitti... Kan verildikten sonra daha kötü kusmaya ve titremeye başladı. ondan sonrada bir ağrı kesici yapıldı ve bir daha da sabaha kadar gelip soran olmadı. acılar içinde kıvrandığını, sık sık tükürüp kan kustuğunu, kusmalarla beraber ölü ciğerlerinin koptuğunu görünce sık sık kapıya vurup, gelip müdahale etmelerini istedik. sabaha kadar en az 10-15 kez kapıyı dövüp gelip müdahale etmelerini söylememize rağmen doktor gelmediği gibi sağlıkçıda mazgaldan bakıp geri gitti. Sabah kontrole gelen sağlıkçılara, neden gelip ilgilenmediklerini sorduğumda biri ‘ numara yaptığını, hasta adamın öyle yumruğunu sıkamaycağını’ söyleyip gitti. Sağlıkçılar gittikten yaklaşık bir saat sonra Macit kalkıp lavaboya gitmek isterken düştü. kafasını vb. herhangi bir yere çarpmadı. Biz kaldıramadığımız için hemen kalkıp sağlıkçıyı çağırdık. Durumu biliyor olmalılar ki hemen hasta bakıcılar kapıyı açıp geldi. onlarda durumun iyi olmadığını olmadığını söyleyip sağlıkçıyı çağırdılar. Aradan 5 dakika geçmişti ki öldüğünü söylediler. herhangi birşey yapılmadan sadece nabıza bakarak ‘ ölmüş’ deyip, üstünü kapatıp ‘doktor gelip bakacak’ deyip gittiler. ama doktor gelmedi. 2 saate yakın ölüyü yanımızda beklettikten sonra yine kendileri alıp götürdüler. Ertesi gün, aynı sağlıkçıya ‘ hani numara yapıyordu?’ diye sordum. “ adam zaten ölecekti, yapacak bir şey yoktu, doktorlar bize bırakmıştı.”

Dursun Kaş’ın mektubunun okunmasının ardından eylem sona erdi.

Kızıl Bayrak / Adana – İstanbul

 



Tekirdağ F Tipi’nde eylem!

Yoğun hak ihlalleriyle gündeme gelen Tekirdağ F Tipi’nde siyasi tutsaklar 1 Kasım’a kadar görüşe çıkmayacaklarını açıkladılar.

Temel hakların disiplin cezalarıyla yasaklandığı Tekirdağ F Tipi’nde tutsakların şikayetleri, suç duyuruları takipsizlikle sonuçlanıyor. Bununla beraber tutsaklara ağır baskı dayatılıyor. 

Hapishane yönetiminin bu tutumuna karşı Tekirdağ F Tipi’ndeki tutuklu ve hükümlüler, aileleri aracılığı ile 1 Kasım’a kadar görüşe çıkmayacaklarını açıkladılar. Hasta tutukluların tedavi edilmemesi, keyfi uygulamalar, işkenceye varan fiziksel saldırılar ve Kürtçe üzerindeki yasaklar, siyasi tutsakların bu eylemi gerçekleştirme nedeni. Tutsaklar hapishanelerde yaşanılan hak ihlallerine, saldırılara ve tecrit uygulamalarına karşı duyarlılık çağrısı yaptılar.



 

 

“Çocuklara kıymayın efendiler”

İnsan Hakları Derneği İzmir Şubesi, faili meçhuller hakkında bir basın açıklaması gerçekleştirdi.

9 Ekim Cumartesi günü Eski Sümerbank önünde gerçekleştirilen basın açıklamasında “Muhataplar belli failler nerede?” pankartı taşındı. Açıklama sırasında toplanan imzalar yere serilerek pankartın önüne bir çift çocuk ayakkabısı konuldu.

“Koşuyor altı yaşında bir oğlan, uçurtması geçiyor ağaçlardan. Siz de böyle koşmuştunuz bir zaman. Çocuklara kıymayın efendiler. Bulutlar adam öldürmesin.” dizeleriyle başlayan açıklamada şunlar söylendi: “Bizler kayıp yakınları ve insan hakları savunucuları olarak yıllardır bu meydanlarda kaybettiklerimizi arıyoruz. Faillere sesleniyoruz. Buraya bıraktığımız ayakkabılar kayıplarımızındır. Siz nerede olduklarını biliyorsunuz. Bu hafta 29 Kasım 1995’te gözaltında kaybedilen 7 kişiden biri olan 12 yaşındaki Davut Altunkaynak’ın ayakkabılarını bırakıyoruz. Seneye de giysin diye bir numara büyük alınan ve ayağına hiç olmayan Davut’un ayakkabılarını”

1995 yılında cumhurbaşkanı olan Süleyman Demirel’in, Başbakan Tansu Çiller’in, Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’in ve Dargeçit Taburu komutanlarının, Davut’un kaybedilmesinden bizzat sorumlu olduğu söylendi. Bu ülkede vicdan mahkemeleri kurulmadan ve sorumlular gerçekleri anlatıp halkın vicdanında yargılanmadan barışın tesis edilmeyeceği ifade edildi. “Ellerine çocukların kanını bulaştıranlara sesleniyoruz” diye çağrıda bulunulan açıklama, “Susmayın, konuşun. İtiraf edin, bütün bildiklerinizi açıklayın. Kayıplarımızı bize geri verin” sözleriyle bitirildi.

Kızıl Bayrak / İzmir