13 Haziran 2008 Sayı: SİKB 2008/24

  Kızıl Bayrak'tan
  Saldırılara karşı 15-16 Haziran ruhuyla mücadeleye!
   DİSK, ILO’dan çekildiğini açıkladı...
Rejim krizinde gerilim had safhada...
Lastik patronlarından hükümete uyarı “grevi erteleyin!”
İşçi ve emekçi eylemlerinden…
Haziran’da olmak da,
ölmek de zor…
Yüksel Akkaya
  Sınıfın devrimci birliği mezhepçi zihniyet ve sorumsuzluk alt edilerek yaratılacaktır!
16 Haziran “grev”i üzerine...
  Gençlikten...
  “Dünya Genç İşçi Buluşması” etkinliklerinden…
  Barack Obama, seçim sürecini siyonizme destek ilanıyla başlattı…
  BİR-KAR’ın kampanya çalışmalarından…
  BMİS Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu ile genç işçilerin örgütlenmesi ve “Dünya Genç İşçi Buluşması” üzerine konuştuk…
  Bir kez daha “Türkiye’de Kürt sorununa barışçıl çözüm çağrısı” üzerine M. Can Yüce
  Bültenlerde 15-16 Haziran coşkusu!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kürt düşmanı CHP makyaj tazeliyor!

AKP’nin yanısıra CHP de, erken seçim olasılığının giderek artması nedeniyle “Kürt açılımı” yapmaya başladı. Tayyip Erdoğan’dan sonra Kürt illerini turlayan CHP lideri Deniz Baykal, etnik kimliklerin zenginlik olduğunu, 1989’daki Kürt raporunun arkasında olduklarını, CHP ile Kürtler arasındaki tek duygunun “sevgi” olabileceğini vb. söyledi. Peşinen söyleyelim ki, CHP’nin Kürt halkına dönük “yeni” politikası, ikiyüzlü ve sahtekarcadır.

Kürt düşmanlığıyla bilinen CHP’yi makyaj değişikliğine iten sebep nedir? Elbette akla ilk gelen olasılık, kapatma davalarıdır. AKP ile DTP kapatılırsa, Kürt illerinden oy alabilecek bir parti kalmayacak. CHP o bölgede hiç yok çünkü. Oluşabileceğini düşündükleri boşluğu doldurmak için harekete geçiyorlar. Böylece devletin en güvendiği parti olarak CHP, Kürt sorununda inisiyatifi AKP ve DTP’den almak istiyor. Kısaca, yapılan manevranın gerisinde bu gerçek yatmaktadır.

Bir süre öncesine kadar AKP hükümetine, Kürt sorunuyla bağlantılı olarak dile getirdiği “alt kimlik”, “üst kimlik” söyleminden ötürü sert tepki gösteren Baykal, son Urfa ve Diyarbakır gezisinde yaptığı konuşmada, partisinin “Kürt açılımı”nı şöyle özetliyor:

“...Devletin kimsenin etnik kimliğini ortadan kaldırmaya hakkı yoktur... Her etnik kimlik kişinin şerefi ve devletin iftiharıdır... Türkiye Cumhuriyeti ırk ve kan devleti değildir... Bizim devletimiz siyasi bilinç devletidir... Her etnik kökenden, ırktan insan var. Arabımız, Kürdümüz, Gürcümüz, Çerkezimiz var. Bunlar bizim zenginliğimiz… Her ırktan vatandaşımızın olması, devletimize yönelik bir tehdit değil, zenginliktir... Kökenimiz ne olursa olsun, hepimiz aynı milletin parçasıyız. Herkes dilini kullanacak, öğrenecek, yayın yapacak ve diliyle iftihar edecek… Bölücülüğe karşı olacağız. Biz ayrılamayız. Bölünme, bir takım büyük güçlerin bu coğrafyayı kendi hesapları için kullanma planlarının bir parçasıdır... Terörden uzak duracağız...”

Ayrıca Baykal, 1989 yılında SHP tarafından hazırlanan Kürt raporunda Türkiye’nin temel sorunlarına ışık tutulduğunu belirterek, parti olarak hiçbir zaman bu raporun dışına çıkmadıklarını, bu raporun şimdiye kadar hayata geçirilememiş olmasından dolayı sıkıntılar yaşandığını söyledi. Hemen belirtelim ki, gerçeği çarpıtarak yalan söylemektedir. SHP ve ardılı CHP, Kürt sorununa iğreti yaklaşan ve Kürt halkına kırıntılardan öte bir şey vaadetmeyen söz konusu raporun maddelerini, adını bile ağzına almadı. Dahası, ‘89’un başında SHP milletvekili İbrahim Aksoy “Kürtler ayrı bir halktır” dediği için, SHP’den ihraç edilmişti. Yine aynı yılın sonlarında yedi SHP milletvekili, Paris’te yapılan “Kürt Ulusal Kimliği ve İnsan Hakları” adlı bir konferansa katıldıkları için ihraç edildiler.

CHP’nin “Kürt açılımı”nda Kürt halkı için yeni bir şey yok!

Hemen belirtelim ki, CHP’nin “Kürt açılımı” Kürt halkı için hiçbir şey ifade etmiyor. Tüm sömürgeci sermaye partileri dönem dönem benzer sözler etmekteler. Turgut Özal’ın “federasyonu tartışabiliriz”, Süleyman Demirel’in “Kürt realitesini tanıyoruz”, Tansu Çiller’in “Bask modeli”, Mesut Yılmaz’ın “AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçer”, Mehmet Ağar’ın “düz ovada siyaset” sözleri hemen ilk akla gelenlerdir.

Diğerleri gibi, AKP de hükümet ettiği yıllar içinde “sarhoş vaadi” olarak niteleyebileceğimiz benzer sözler sarfetmekte oldukça cömert davranabilmiştir. Nitekim AKP de Diyarbakır’da ettiği sözleri Ankara’da hemen unutuvermiş, hayatın katı gerçekleri karşısında tüm bu parlak sözlerin yaldızları pek çabuk dökülmüş, Kürt düşmanı yüzü açığa çıkmıştır.

Bu yüzdendir ki, Başbakan Erdoğan Kürt halkının AKP’den uzaklaşma eğilimini durdurarak kendi üzerinden sisteme yeniden bağlamak için GAP vesilesiyle yeni bir hamle yaptı. Erdoğan, bir yandan TRT’nin Kürtçe bir kanal açmasını gündeme getirirken, öte yandan “tek devlet, tek millet, tek bayrak” söylemiyle kendi “Kürt açılımı”nın içeriğini ve sınırlarını göstermiş oldu.

Baykal, “Kürt açılımı” çerçevesinde “Devletin kimsenin etnik kimliğini ortadan kaldırmaya hakkı yoktur...” diyor. Bu sözler, zaten bilinenin tekrarından ibarettir. Türk sermaye devleti de dahil olmak üzere hiçbir devletin, istese de ‘etnik temizlik ya da soykırım’ dışında etnik kimlikleri yok etmesi kolay değildir. Dolayısıyla Türk sermaye devleti, bugünkü dünya ve ülke konjonktüründe bir soykırım veya etnik temizliği de astarı yüzünden pahalı olacağı için göze alamaz. Sömürgeci sermaye devleti, bugün Kürtler’in evinde Kürtçe konuşmayı yasaklama gibi kaba bir müdahalenin beyhude bir çaba olduğunu bilmektedir. Geriye Kürt sorununun kurulu düzeni tehdit etmemesi için gerekli önlemlerin alınması, Kürt kimliğinin siyasal alandan dışlanması, baskı altına alınması, asimilasyon sürecine tabi tutulması vb. kalmaktadır. Nitekim yapılan da budur.

Kürt ulusu nesnel bir gerçek, Kürt sorunu
siyasal bir sorundur!

Kürt düşmanı şovenist Baykal, Kürt sorununu basit bir etnik sorun olarak sunmaya özen gösteriyor. Oysa, Kürt sorunu ve kimliği, etnik ve kültürel bir sorun olma boyutunu çoktan aşmış, özü itibariyle siyasal bir sorundur. Resmi ideoloji, asırlardır Ortadoğu’da yaşamış Kürt ulusal varlığını yok saymıştır. Baykal da Kürt ulusunun varlığını yok sayarak Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını reddediyor, Kürdistan’ın işgal ve ilhakını meşru sayıyor. Böylece sömürgeci politikalara kılıf uydurulmaya çalışılıyor. Baykal’ın da hararetle savunduğu inkar, sermaye devletinin Kürt sorununda uyguladığı geleneksel bir politikadır.

Kürt ulusunun varlığı nesnel bir gerçektir. Bugün milyonlarca insan “ben Kürdüm” demekte, Kürtçe konuşmakta, ulusal talepleri için mücadele etmekte, bu uğurda kanını-canını esirgememektedir. Bunun içindir ki, Kürt ulusal varlığı dizginsiz bir devlet terörünün açık hedefi olmaktadır. Bunun içindir ki, sömürgeci Türk sermaye devleti kendisini sürekli tahkim etmekte, düzinelerce mahkeme ve zindan kurmakta, ordunun büyük bir bölümünü Kürdistan’a yığmaktadır.

Türkler’in dışındaki ulus ve milliyetleri yok sayan Baykal, “Kökenimiz ne olursa olsun, hepimiz aynı milletin parçasıyız” diyor. Elbette bu sözler, Baykal’a özgü bir hezeyan değildir. Bu inkarcı kafa, bilimsellikten yoksun Türklük tanımıyla 12 Eylül Anayasası’nın güvencesi altındadır. Söz konusu Anayasa’nın 66. maddesi, “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” demektedir. Oysa TC’ye vatandaşlık bağı ile bağlı olsa bile, “herkesin Türk olduğunu” kabul etmek, ırkçı-şoven zihniyetin ta kendisidir.


Emperyalizm uşağı Baykal’dan “emperyalizmin oyununa gelmeyelim” riyakar çağrısı!


Baykal, “büyük güçler” olarak tanımladığı emperyalizmin bölgeye yerleşmesinde temel bir rol oynayan kendisinin de savunucusu olduğu işbirlikçi sermaye devletinin rolünü gizleyerek, “Bölünme, bir takım büyük güçlerin bu coğrafyayı kendi hesapları için kullanma planlarının bir parçasıdır” diyebiliyor. Sormak gerekiyor: Emperyalist büyük güçlerin bu ülkeye ve bölgeye yerleşmesini sağlayanlar kimlerdir? Diğer komşu ülkelerin devletleri bir yana bırakıldığında, ABD’si, AB’si ile bu “büyük güçler” Türkiye’yi yöneten işbirlikçi egemen sınıfların “dostları ve müttefikleri” Irak’ı yerle bir eden ABD’nin en büyük lojistik yardımcısı Türkiye’yi yönetenler değil midir? Bu güçler aynı zamanda işbirlikçi egemen sınıfların, halk arasında Kürt düşmanlığını kışkırtmak için “bizi parçalayacaklar, Kürtler de alet oluyor” diye halka şikayet ettiği güçler değil midir? “Teröre karşı birlik sağlama” adı altında Kürt halkının mücadelesini bastırmak için emperyalist “büyük güçler”den yardım dilenen kendileri değil midir? Açıktır ki, “dış güçleri” ağzına sakız edenler, büyük bir ikiyüzlülükle kaderlerini tam da onlarla birleştirenlerdir.

CHP’nin tarihi işçi sınıfı ve emekçilere karşı ikiyüzlülüğün, Kürt halkının katledilmesinin, emperyalizme kölece bağlılığın tarihidir. CHP’nin tarihi Kürt halkının özgürlük mücadelesini açıktan hedef almanın, bu mücadeleyi “bölücü terör” diye nitelemenin, her dönemde Kürt halkına yönelik imha ve inkar savaşını savunmanın tarihidir. Kültürel hak kırıntılarıyla Kürt halkının özgürlük ateşini söndürmek tüm düzen partileri gibi CHP’nin de Kürt sorunundaki temel politikasıdır. Bu gerçeklerin üstü cilalarla kapatılamaz.

CHP’nin ‘Kürt dostu’ maskesini indirecek, bu düzen karşısında kurtuluş yolunu gösterecek olan tek alternatif güç, devrimci ve komünist harekettir. Önümüzdeki süreçte işçi-emekçi kitleler ve Kürt halkı üzerinde düzenin kirli hesaplarının aleti olarak daha fazla boy göstereceği belli olan CHP’nin ve diğer düzen partilerinin bunu başarıp başaramayacağı sorusunun yanıtı; genelde devrimci hareketin, özelde ise komünist hareketin üzerine düşen sorumlulukları ne ölçüde yerine getireceğine bağlı olarak verilecektir.