İçindekiler:

13 Aralık 2021
Sayı: KB 2021/Özel-44

Mücadele ve devrimci sınıf ekseni
Erdoğan’ın Çin modeli
CHP mitingi ve sokak eylemleri
TL Avrupa’yı etkiler mi korkusu
İşçi sınıfı sahte vaatlere kanmamalı!
İzmir’de coşkulu eylem!
DİSK Tekstil ihanetlerine devam...
DİSK’ten “Geçinmek istiyoruz” mitingi
“İnsanca ücret” için mücadele çağrıları
‘49’lar Davası ve Kürt hareketinde yeni bir eğilimin doğuşu - Baki Duman
“Garibe Gezer isyanımızdır!”
Fransa sömürgelerinde isyan
İtalya’da bütçeye karşı grev çağrısı
Dünyadan grev ve eylemler
Biden ile Putin arasında video görüşmesi
Pekin’deki olimpiyatlara boykot kararları
Erdal Eren ölümsüzdür!
Okul öncesi eğitim dinci gericiliğe teslim
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Fransa sömürgelerinde kriz,
isyan ve genel grevler

 

Antillerin Fransa sömürgeleri olan adaları Guadalup ve Martinik’te birkaç haftadır isyan ve genel grevler yaşanıyor. Pandemiyle birlikte had safhaya ulaşan ekonomik, sosyal ve sağlık krizlerinin yanı sıra Fransa emperyalizmin “koronavirüs önlemleri” adı altında dayattığı uygulamalar, toplum içindeki öfkenin patlamasına yol açtı.

Guadalup’ta yoksulluk, işsizlik, hayat pahalılığı gibi sorunlara Fransa devleti tarafından Covid-19 pasaportu uygulaması eklenince, halkın öfkesi 15 Kasım’dan itibaren sokaklara taşarak, isyana ve sendikaların çağrısıyla genel greve dönüştü. Ülkenin dört bir yanında ana yollar ve göbekler barikatlarla kapatıldı. Yerel kolluk ve Fransız güçlerine karşı direniş sergilendi. Başta sağlık çalışanları ve itfaiyeciler sokağa çıktılar. Grev dalgası öğretim görevlilerine, benzin istasyonundaki pompacılara, otel ve restoran çalışanlarına ve son olarak da tarım işçilerine kadar yayıldı.

Hayat koşulların zorluğu ve gençliğin gerçeği

Guadalup’ta işsizlik ve hayat pahalılığı emekçilerin yaşamını katlanılmaz hale getiriyor. İşsizlik en çok da isyanların dinamiğini oluşturan gençliğin temel sorununa dönüşmüş bulunuyor. Fransa’daki Ulusal İstatistik ve Ekonomik Araştırmalar Enstitüsü’nün (INSEE) verilerine göre 15 ve 64 yaş arası nüfusun sadece yarısı istihdam edilebiliyor. 25 yaş ve altı gençlerin %52,7’si işsiz. Ülkede bir gelecek bulamayan gençler, eğitimlerini sürdürmek veya iş bulmak için başka ülkelere göç ediyorlar. 2016 yılında 15-29 yaş arası gençlerin 51 bini adayı terk etti. 2010’da 25 yaş altı gençler nüfusun %35’ini oluşturuyorken, 2020’de bu oran %29’a indi.

Geçtiğimiz dönemde gündeme getirilen sosyal saldırıların bir parçası olarak, benzin istasyonlardaki pompacıların yirmi senelik toplu iş sözleşmelerine son verildi.

Hayat pahalılığı yakıt fiyatı üzerinden bir fikir veriyor. Kasım ayında Fransa’nın başkentinde benzin fiyatı litre başına 1,64 euro iken Guadalup’ta 1,75 euroydu. Bu, 2009’da hayat pahalılığına karşı adada yapılan büyük eylemlerin öncesindeki yakıt fiyatından da yüksek.

Sefalet koşullarında yaşayan emekçiler pandemi döneminde sağlık alanındaki sıkıntılarla da yüz yüze kalıyorlar. Örneğin hastanelerde her 10 bin kişiye 48 yatak düşüyor. Ayrıca halk, su kesintileri ve çöplerin sürekli kaldırılmaması nedeniyle ciddi bir hijyen sorunu yaşıyor. Axel adında bir ada sakini, yaşadığı mahallenin durumunu şöyle anlatıyor: “Bu mahallede 6 aydır ne elektrik ne de ışıklandırma var. Senelerdir, bazen bir haftayı bulan su kesintileri de yaşanıyor. Bir de çöp toplama sorunu da var. İnsanlar pisliğin içinde yaşıyor.

Sağlık çalışanlarını ve itfaiyecileri doğrudan etkileyen aşılanma şartının ve “sağlık pasaportu uygulaması”nın kaldırılması taleplerin başında geliyor. Bu talebin arkasında birçok neden yatıyor. Daha öfke patlamasından bir hafta öncesinde “acil sağlık durumu” ve pandeminin başından beri Fransa devleti tarafından dayatılan sokağa çıkma yasağı yürürlükteydi.

Aşı karşıtlığı ve Fransız devletine güvensizlik

Reşit olan toplumun sadece %46’sı aşı olmuşken, toplumun geri kalanı aşıya karşı ciddi bir güvensizlik besliyor. “Zehir” olarak nitelendirilen Covid-19 aşısı, toplumun çoğunluğu tarafından tehlikeli olarak görülüyor. Bu karşıtlığın birçok sebebi var. Bir taraftan Fransız devletinin aşıyı ve sağlık uygulamalarını topluma zoraki kabul ettirmeye yeltenmesi tepki çekiyor. Bir diğer nedense, genelde muz ekimlerinde kullanılan, zehirli, kalıcı ve klorlu bir pestisit olan klordekon maddesi. 1993’te bir kısım toprakta ve nehirlerde bulundu. Sözde muzlara saldıran böceklere karşı kullanılan madde, reşit olan toplumun %90’ını etkilemiş durumda.

Fransa emperyalizmin saldırganlığı ve işbirlikçileri

Kolluk kuvvetleri panzerlerle barikatları yıkıp, grevcilere saldırırken, itfaiyeciler de jandarmalara tazyikli suyla karşılık vererek püskürtüyor. Guadalup adasındaki grevin ilk gününde emekçiler ve gençlerle yerel güçler arasındaki çatışmalarda Fransız basınına yansıyan ilk bilgilere göre 2 itfaiyeci yaralandı ve 2 sendikacı, 2 itfaiyeci ve birçok eylemci tutuklandı. Tutuklamaların gerçekleşmesiyle halkın öfkesi bir kat daha artı. “Vurgunculara Karşı Birlik” (LKP) çatısı altında birleşen 49 parti, sendika ve dernek, tutuklularla dayanışma eylemleri düzenledi. Halk eylemlerde, sömürge altındaki ülkelerinin özerkliğe kavuşması özlemi ve isteğiyle, “Guadalup tehlikede, direnmek için tüm güçlerimiz tek bir kavgada birleştirmemiz gerek! Ülkeyi kurtarmak ve özgürlüklerimizi kazanmak!” şiarlarını haykırdı.

Fransa İçişleri ile Deniz Aşırı bakanları “Cumhuriyet düzenini onarmak” amacıyla 19 Kasım’da adaya polis ve jandarma gönderdiler ve 19-06 saatleri arasında sokağa çıkma yasağı ilan ettiler. 29 Kasım’da isyanların devam etmesi üzerine, Fransa devleti bu kez GIGN ve RAID özel birliklerini göndererek, baskıyı ve saldırganlığı artırdı. Sömürgeci kuvvetlerin halka savaş açmışçasına, kin ve nefret dolu saldırıları ve gerçek mermi kullanmaları sosyal medyaya yansıdı. Fransız birliklerinin özellikle gençlere yönelik gaddarca ve küfürler dolu gözaltı sahneleri de videolarla paylaşıldı. Diğer taraftan kolluk güçleri, sokak direnişlerindeki eylemcilerin kararlı mücadelesini bastıramadıkları için, sokağa çıkma yasakları her defasında uzatılıyor.

İşbirlikçi yerel burjuvazi, Fransız devletinin saldırılarına arka çıkarak, hareket özgürlüğünün engellenmesini ve halkın uğradığı olayları kınadığını beyan etti. Tüm yaşanan olayların kendilerinden kaynaklanmıyormuş gibi ve topluma suçluluk duygusu hissettirmek için yüzsüzce ve arsızca “Toplu sorumsuzluğumuzdan kaynaklı, Guadalup’ta yeterince ölümüz yok mu?” sorgulamasında bulunuyorlar. Burjuva medyası da yaşanan olaylar üzerinden halkı suçlama çığırtkanlığı yapıyor. Düzen güçleri yaşanan olayları “vandallık” olarak damgalıyor ve eylemcilerin “kaos” ortamı yaratmanın peşinde oldukları temasını işliyorlar.

Fransız devletin dayatmaları ve sendikal örgütlerin cevabı

Deniz Aşırı Bakanı Sébastien Lecornu adaya gelir gelmez sendikal örgütlerle görüşme talep etti. 1967’de Guadaluplu emekçilerin ücret artışı için yaptıkları büyük grevde, Fransız sermayedarların “Zenciler acıktığında işe geri dönerler” söylemi ve bakışıyla hareket eden Bakan, gelir gelmez sendikalara şartlar bildirdi. Bu şartların içinde, sözde “barikatlarda işlenen şiddetin, polis ve jandarmalara dönük öldürme teşebbüslerinin, şantaj ve cinsel şantajların sendikalar tarafından da kınanması” çağrısı yer alıyordu.

Fransız Bakan’ın adaya gelişindeki şaşaalı gösterişlerine ve hükmedici tavırlarına aldırmayan sendikalar, görüşmeye gitmeyi reddettiler. Emekçilerin kararlı direnişini destekleyen ve taleplerini duyurmayı önüne görev olarak koyan sendikalar, Bakanla görüşmek yerine emekçilerin taleplerini ona illetiler.

LKP’nin sürdürdüğü eylemler ve emekçilerin barikatlardaki kararlı direnişleri karşısında Fransa devleti çaresiz kaldı. Bir taraftan baskıyı sürdüren devlet, emekçilerin kararlılığı karşısında müzakerelerin önünü açma eğilimine girdi. Bakan, Guadalup’un “özerkliğini” tartışmaya hazır olduğunu, aşı şartının 31 Aralık’a kadar erteleneceğini, bin kişi için iş yaratılacağını ve klordekon ile zehirlenip prostat kanseri olan işçilerin durumunun meslek hastalığı sayılacağını açıkladı. Lecornu tarafından önerilen kırıntı düzeyindeki haklar, emekçiler tarafından kabul görmedi ve sokak çatışmaları devam etti.

Martinik

Guadalup’taki isyanın başlamasından tam bir hafta sonra, 22 Kasım Pazartesi günü Martinik’te 20 sendikal örgütün genel grev çağrısıyla ilk blokajlar başladı. Grev bildirisinde, aşı yükümlülüğünün ve ücretlerin askıya alınmasının son bulması gibi çeşitli talepler öne sürüldü. Hayat pahalılığına karşı ücretin artırılması, yakıt ve gaz fiyatların artışına göre de asgari ücretlerin yükseltilmesi de talepler arasında yer aldı. Ek olarak, klordekon enfeksiyon testlerinin maliyetinin tamamının karşılanması acil bir ihtiyaç olarak vurgulandı. “Yenilenebilir genel grev”, sağlık ve eğitim sektörünü ciddi anlamda etkiledi. Kreşlerde, okullarda, okul kantinlerinde, ayrıyeten toplu ulaşım ve taksilerde de kargaşa yaşandı.

Guadalup’taki sendikaların tersine, Martinik’teki sendikalar şiddeti kınamış ve barikatların kaldırılması yönünde çağrıda bulunmuştu. Toplantı yerinin önünde eylemciler “Biz buraya pazarlık yapmaya gelmedik” diye haykırsalar da sendikalar Fransız Bakan Lecornu’nun görüşme talebini kabul ettiler. Bakan, Guadalup’ta olduğu gibi, burada da sendikalara aşı konusunda esnemeye gidileceğini bildirdi.  Görüşme sonrasında sendikal örgütlerin sözcüsü Bertrand Cambusy “Bakan, bu aşılama yükümlülüğü konusunda özgüllüğümüzün dikkate alınması gerektiğini açıkça anlamıştır.” sözleriyle, bir pazarlığın gerçekleştirildiğini dile getirdi. Fakat sendikalar ve Bakanın görüşmesinde hangi anlaşmalar gerçekleşmiş olursa olsun emekçilerin sokaktaki kararlı direnişleri devam etti. 

Polinezya

Bir hafta boyunca hükümetle pazarlık yapan sendikal merkezler, 5 ana madde üzerinde anlaşma sağlanamaması üzerine greve çıktılar. Beş sendikal konfederasyondan dördü 24 Kasım Çarşamba günü grev çağrısı yaparak, kamu ve özel sektör için bir ortak platform oluşturdu. Grev ülkenin stratejik sektörlerini etkiledi.

Havalimanı itfaiyecilerin greve girmesiyle birçok uçuş iptal edildi. Liman sektöründe de büyük Papeete limanı ve gümrük bölgesi ayrıca etkilendi. Grevin başlamasıyla en çok etkilenen sektörlerden biri de posta hizmetleri oldu. Greve çıkan postacıların %24’ü, OPT şirketinin bürolarının yarısının kapanmasına neden oldu.

Hayat pahalılığı karşısında talep edilen ücret artışı %4’ken, pazarlıklarda hükümetin önerdiği oran ancak %2’idi. Bu oran 2020 yılında gıda fiyatlarına gelen zamlardan (%2,8) daha düşük.

***

Fransız sömürgeleri olan ada ülkelerinde yaşananlar, emekçilerin öfkesi sokağa taştığında, emekçiler hakları için sınıf dürtüleriyle hareket ettiğinde kimi hak kazanımlarının yolunun açılabildiğinin yeni bir örneğini oluşturuyor. XVI. yüzyıldan bu yana sömürgecilik boyunduruğu altında olan işçi ve emekçilerin grev ve genel grev yöntemiyle sermaye sınıfına ve emperyalizme karşı kararlı direniş ve mücadeleleri egemenlere geri adım attırabiliyor.

 

 

 

 

 

Macron’un AB için “yeni” stratejisi

 

Önümüzdeki yıldan itibaren Avrupa Birliği (AB) Konseyi’ne liderlik edecek olan Fransa, “AB’nin dış sınırlarını daha iyi korumak için yeni bir strateji” istiyor. 9 Aralık’ta verdiği bir demeçte, “Schengen ülkeleri bir kriz durumunda güvenlik güçleri gönderebilmeli.” diyen Fransa Cumhurbaşkanı Macron, AB sınırlarını daha da ulaşılmaz kılmak için militarist yöntemler dahil, her şeyi reva görüyor.

Demecinin devamında, “Avrupa’nın dış sınırlarını korumak için yeni bir mekanizma geliştirmeliyiz.” açıklaması yaptı Emmanuel Macron. Söz konusu mekanizma Şengen bölgesinde bir kriz olması durumunda yürürlüğe konacak. “Dış sınırlarımızın daha güçlü bir şekilde kontrol edilmesi gerekiyorsa bunu yapmalıyız.” diyen Macron, böylece Fransa’nın 2022’de devralacağı AB Konseyi Başkanlığı’nda izleyecekleri stratejiye önden işaret etmiş oldu.

Sınırların güçlendirilmesine karar verebilecek düzenli bakan toplantıları da öneren Macron, “Göç dalgasına karşı daha etkin önlemler almalıyız.” dedi.

“Göç dalgasına karşı daha hızlı hareket”

Fransa Cumhurbaşkanı, son haftalarda Polonya ve Beyaz Rusya sınırı ile İngiliz Kanalı’nda (Ärmelkanal) yaşanan mülteci dramını -sorumlusu sanki kendileri değilmiş gibi-, AB’nin “yeni stratejisine” dayanak yapma riyakarlığından da geri durmadı.

Macron, “Bugüne kadar ortaklarımızdan herhangi biri yardım istediğinde tepkilerimiz hep çok geç olmuştur. Benim için egemen bir Avrupa, sınırları kontrol altında olan bir Avrupa’dır.” diyerek, Avrupa’yı “istenmeyenlere” ulaşılmaz kılmak için ne gerekiyorsa yapacaklarını beyan etti.

Fransa’nın AB Konseyi Başkanlığı döneminde göçmenlerin Avrupa’da daha adil dağılımını sağlayan “Avrupa Göç Paktı”nın da geliştirilmesine vurgu yapan Fransa Cumhurbaşkanı, “bunun için insan kaçakçılarına karşı savaşmak için ‘menşe ülkeler’ (göçmenlerin geldiği ülkeler) ve transit ülkelerle birlikte çalışmak gerektiğini”, Avrupa’da iltica kurallarının “uyumlu hale getirilmesini ve basitleştirilmesini” savundu. “Basitlikten” kastın hızlı sonuçlandırılması olduğu, “uyumlu”dan kastın ise iltica etmeyi nerdeyse imkansızlaştırmak olduğu açıktır. Halihazırda Avrupa’da bulunan göçmenlere “daha iyi eşlik edilmesi”, yani daha iyi kontrol altına alınması gerektiğini de vurgulayan Macron, Avrupa’da yaşayan göçmenlere hayatın daha da zorlaştırılmasını önermiş oluyor.

AB savunma politikasında “yeni” rota

AB’yi daha da militarize hale getirmek için göçmen kartını suiistimal eden Macron, dış politika alanında AB’nin askeri hareket kabiliyetini genişletmek için yeni bir “Avrupa savunma stratejisi” oluşturmak istiyor. Afganistan’da ve bazı başka yerlerde Avrupa birliklerinin ABD’ye bağımlı olmasını da eleştiren Macron, “İç iş birliğine dayalı bir Avrupa’dan, özgür kararlar alan ve kendi kaderini kendi eline alan, dünyada güçlü bir Avrupa’ya geçmeliyiz.” diyor.

Avrupa’nın “yeni stratejisi” aynı zamanda okyanuslar, uzay ve siber dünya gibi “yeni çatışma alanlarını” da kapsıyor.

Bu “yeni” strateji aralık ve mart aylarında yapılacak AB zirvelerinde yeniden masaya yatırılacak ve bu “yeni” stratejinin rotası kuşkusuz ki AB’nin dünya pazarında ABD’nin “lütfettiği kadar” değil, “hak ettiği” kadar pay alması olacak.