İçindekiler:

15 Kasım 2021
Sayı: KB 2021/Özel-40

Sınıfsal müdahale ve sınıf mücadelesi
2022 Bütçesi
Sermayeye hizmet, emekçilere riyakarlık!
Mafyatik iktidara karşı mücadeleye!
Çetecilere tahliye, tutsaklara Nazi kampı!
Yılgınlık yok, direniş var!
MİB: Birliğini kur, inisiyatif al, harekete geç!
Düzenin açmazları ve işçi sınıfının birliği
Birleşik mücadele ve İşçi-Emekçi Mitingi
Cumhuriyetçi hurafe ve işçi sınıfı - H. Fırat
Emperyalist haydutların demokrasi zirvesi
“Kapitalizm gezegeni ve insanlığı öldürüyor!”
Dünyanın ikinci büyük buzulu hızla eriyor
Açlık ve yoksulluğun kaynağı kapitalizm
İEKK: Şiddet üreten sömürü düzenine karşı mücadeleye!
DGB: 25 Kasım’da mücadeleye!
Eğitim hakkı aleni bir şekilde gasp ediliyor
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Hayatlarımızdan, haklarımızdan, geleceğimizden vazgeçmiyoruz!

Şiddet üreten sömürü düzenine
karşı mücadeleye!

 

“Belki de bize en yakın şey ölüm fakat bu beni korkutmuyor, haklı olan her şey için savaşmaya devam edeceğiz.”
(Maria Teresa Mirabal)

“Bunca acıyla dolu ülkemiz için yapılacak her şeyi yapmak bir mutluluk kaynağı kollarını kavuşturup oturmak ise çok üzücü.”
(Minerva Argentina Mirabal)

“Çocuklarımızın, bu yoz ve zalim sistemde yetişmesine izin vermeyeceğiz. Bu sisteme karşı savaşmak zorundayız. Ben kendi adıma her şeyimi vermeye hazırım gerekirse hayatımı da.”
(Patria Mercedes Mirabal)

Bu sözler “Kelebekler” olarak anılan Mirabal Kardeşlere ait. Kelebekler, Dominik Cumhuriyeti’nde Trujilo Diktatörlüğüne karşı mücadele eden Clandestine Hareketi’nin öncülerindendiler. 25 Kasım 1960’da diktatörlük askerleri tarafından tecavüz edilerek vahşice katledildiler. Dominik Cumhuriyeti’ni diktatörlükle yöneten Trujilo, Mirabal Kardeşlerden duyduğu korkuyu “Ülkede iki tehlike var: Kilise ve Mirabal Kardeşler” diyerek ifade ediyordu.

Trujilo Diktatörlüğünün Kelebekleri “tehlikeli” ilan etmesi ve vahşice katletmesinin gerisinde Mirabal Kardeşlerin diktatörlüğe karşı yürüttüğü örgütlü mücadeleden duyduğu korku olduğu açıktır. Trujilo Diktatörlüğü onları katlederek mücadeleyi durdurabileceğini düşünmüştür. Ancak Mirabal Kardeşlerin katledilmesi öfkeyi büyütmüş, diktatörlük bir yıl sonra yıkılmıştır.

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü, Mirabal Kardeşlerin miras bıraktığı bir mücadele günüdür. Tıpkı Trujilo Diktatörlüğünde olduğu gibi tek adam rejimi de bulduğu her fırsatta mücadele eden kadınları hedefe çakmakta, kadın düşmanı politikaları hayata geçirmek için adımlar atmaktadır. Ayakta kalmak için baskı ve zorbalıktan başka seçeneği kalmayan AKP-MHP iktidarı gerici ideolojisini toplumun geniş kesimlerine dayatmaktadır. Toplumsal muhalefetin en diri kesimini oluşturan kadın hareketi de bu saldırılardan sistematik olarak nasibini almaktadır.

Trujilo Diktatörlüğünden tek adam rejimine baskı ve gericilik…

Toplumu kendi gerici ideolojisi çerçevesinde dizayn etmek için uğraşan iktidar böylece işçi ve emekçilerin karşı karşıya kaldığı sömürüyü arttırmayı hedeflemektedir. Bu kapsamda kadın işçi ve emekçilerin kazanılmış haklarına da göz dikmektedir. İstanbul Sözleşmesi’nden bir gece yarısı kararnamesi ile çekilen tek adam rejimi bir yandan sık sık kadınları, LGBTİ+’ları aşağılayan söylemlerde bulunurken bir yandan da kadın hareketini marjinalize etmeye çalışmaktadır. Tek adam rejiminin şefi Erdoğan son olarak “Her kim bu ülkede bir daha İstanbul Sözleşmesi ile başlayan bir cümle kurarsa, ona en başta ve en çok kendi adlarını sapkın ideolojik ajandaları uğruna istismar ettiği için kadınlarımız tepki göstermelidir.” açıklaması yapmıştır.

Zaten sınırlı olan, mevcut haliyle bile uygulanmayan yasal düzenlemeler, uluslararası sözleşmeler tehlike olarak görülmekte, kaldırılmaları ya da içlerinin tamamen boşaltılması için adeta fırsat kollanmaktadır. 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun, kadına yönelik şiddete karşı kadınların lehine olacak şekilde etkin bir şekilde kullanılmazken, kayyım “rektör” Naci İnci için uygulanmaktadır. Hayatını kurtarmak için öz savunmasını gerçekleştiren Çilem Doğan’a 15 yıl hapis cezası verenler 6284’e dayanarak 14 öğrenci hakkında “ısrarlı takip mağduru” sıfatıyla Naci İnci için koruma tedbiri kararı almakta da sakınca görmemektedirler. Adalet Komisyonu’ndan geçen 5. Yargı Paketiyle ise “icra yoluyla çocuk teslimi” konusunda değişiklik öngörülmektedir. Böylece kadınlar şiddet tehdidi olması gerekçesiyle çocuklarını teslim etmemeleri halinde disiplin hapsi ile cezalandırılacaklardır. Bu düzenlemenin kadınlara ve çocuklara yönelik şiddeti besleyecek bir uygulama olduğu açıktır.    

Bu örnekler sermaye iktidarında yasaların kimlerin çıkarına hizmet etmek için düzenlendiğini ve uygulandığını ortaya koymaktadır. Attıkları her adımı sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda kurgulayan, kadınların çifte sömürüsünden beslenen sermaye iktidarı, yasaları da bu kapsamda ele almaktadır. 5. Yargı paketinde olduğu gibi yeni adımlarını da bu kapsamda atmaktadır.

Bir yandan yasal düzenlemelerle kadınlara, çocuklara, LGBTİ+’lara yönelik şiddeti arttıracak uygulamalar hayata geçirilmeye çalışılırken, bir yandan da pandemi sürecinde daha da derinleşen ekonomik krizin en ağır faturası işçi ve emekçi kadınlara kesilmektedir. İşsizlik, hak gaspları, düşük ücretler, güvencesiz çalışma koşulları ile boğuşan işçi ve emekçi kadınların karşı karşıya kaldığı şiddet biçimleri ve kadın cinayetleri özellikle pandemi sürecinde artış göstermiştir. Tek adam rejiminin baskı, sömürü ve kadın düşmanı politikalarını her geçen gün arttırdığı bu süreçte evde, işyerinde, sokakta kadına yönelik şiddete karşı sistematik bir şekilde mücadele verilmelidir.

Kadına yönelik şiddete karşı nasıl bir mücadele hattı?

Kadına yönelik ekonomik, fiziksel, cinsel şiddete karşı mücadelenin yakıcılığıyla birlikte bu mücadelenin nasıl bir hatta yürüyeceği önem kazanmaktadır. Mücadelenin, bu şiddetin beslenmesi ve büyütülmesinde önemli bir rol oynayan AKP iktidarına ve şiddet uygulayan erkeklere karşı bir mücadele hattıyla sınırlanmaması gerekmektedir. Kadına yönelik şiddetin tarihsel ve toplumsal arka planıyla birlikte ele alınması, oluşturulacak mücadele hattının da buna göre belirlenmesi gerekmektedir.

Mücadeleyi bu perspektifle ele almak bizi sorunun kökenine, yani sınıfsal niteliğine götürmektedir. Tarihsel olarak bakıldığında kadın sorununun sınıflı toplumlarla ortaya çıktığı, kapitalizmin kendisinden önceki sınıflı sistemlerden bu sorunu devraldığı görülmektedir. Özel mülkiyete dayalı burjuva sınıf egemenliğinde kadının sosyal ezilmişliği, sömürüsü, kadına yönelik şiddet döne döne yeniden üretilmektedir. Kapitalizm, kadının ikincil cins konumundan beslenmekte, bunu kendi çıkarları için kullanmaktadır. Bu sömürü düzeni içerisinde kadına yönelik şiddet farklı araçlarla beslenirken sorunun asıl muhatabının işçi-emekçi kadınlar olduğu görülmektedir.   

Kadına yönelik şiddetin sınıfsal boyutu ve kökeni ile ilgili bu tespiti yapmak bizi sorunun gerçek ve kalıcı çözümü için sorunun kaynağında duran kapitalist sömürü düzeninin yıkılması gerektiğine götürmektedir. Kadınların gerçek anlamıyla ve kalıcı bir şekilde şiddetsiz, sömürüsüz bir düzende yaşamasının önü ancak bu şekilde açılacaktır. Bugün kadına yönelik şiddete karşı yürütülen mücadele de bu kapsamda ele alınmalıdır. Kuşkusuz ki tek adam rejiminin kadın düşmanı politikalarına karşı mücadele yakıcı bir ihtiyaçtır. Ancak bununla paralel olarak kadın düşmanı politikalara, kadına yönelik şiddete, sömürüye karşı verilecek mücadele salt AKP karşıtlığına sıkıştırılmadan sermaye düzenine karşı verilecek mücadeleyle birleştirilebilmelidir. Kadına yönelik şiddetin sınıfsal yanı ön plana çıkartılmalı, verilen mücadelede işçi ve emekçi kadınların özne olabilmesinin önünü açacak alanlar yaratılabilmelidir.

Son dönemde işçi direnişlerinde kadınların ön planda olması ve yaşadıkları diğer sorunlarla birlikte ısrarlı bir şekilde işyerlerinde karşı karşıya kaldıkları taciz, mobbing ve şiddeti ön plana çıkarmaları son derece anlamlıdır. Bu mücadelelerin birleşik bir mücadele hattı oluşturma bakış açısıyla ele alınması önemlidir. İşçi ve emekçi kadınların evde, işyerinde, sokakta karşı karşıya kaldıkları şiddete karşı kendi taleplerini belirlemeleri, bu mücadeleyi de sınıf mücadelesinin bir parçası olarak ele alabilmeleri, erkek sınıf kardeşlerini de bu mücadelenin parçası haline getirebilmeleri bakış açısıyla hareket edilmelidir. 

Başta işçi, emekçi kadınlar olmak üzere tüm işçi ve emekçilere “Kelebekler”in diktatörlüğe karşı yürüttükleri mücadele çağrısını taşıyabilmek, kadına yönelik her türlü şiddete karşı sınıfsal bakış açısıyla mücadeleye çağırmak yakıcı bir ihtiyaç olarak karşımızda durmaktadır. 25 Kasım vesilesiyle “İşyerinde, evde, sokakta şiddete karşı mücadeleye! Hayatlarımızdan, haklarımızdan, geleceğimizden vazgeçmiyoruz!” şiarı şiddet üreten sömürü düzenine karşı mücadele çağrısıyla birleştirilebilmelidir. Şiddet üreten sömürü düzenine karşı en güçlü şekilde “Yaşamak için sosyalizm” çağrısı yükseltilebilmelidir.

İşçi-Emekçi Kadın Komisyonları

 

 

 

 

 

Bütçe görüşmelerinde Bakan Yanık’tan demagojiler:

“Çocuklar siyaset konusu olamaz”mış!

 

Pek çok alanda açmazlar içerisinde ve iflaslarla yüz yüze bulunan AKP-MHP iktidarı; bir yandan bu tabloyu ifşa eden ve buna karşı harekete geçen toplumsal muhalefeti baskı ve terörle ezmeye çalışıyor. Diğer yandan da yalan, demagoji ve manipülasyon ile gerçeklerden kaçmaya çalışıyor. Bu sahtekarlıklar özellikle iktidar şeflerinin ve sözcülerinin açıklamalarıyla dışa vuruyor.

Son olarak da Tayyip Erdoğan tarafından atanan Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Yanık demagojik açıklamalar yaptı. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık Bütçe Komisyonu görüşmelerinde milletvekillerinin sorularını yanıtladı. Bakan Yanık, kadınların iş bulma sorunları, bütçe önerileri, bakanlığın görev ve yetki tanımı, kadına yönelik şiddetle mücadele gibi konulardaki konuşmalarında sorunlardaki sorumluluklarını örtbas etmeye çalıştı. Yeri geldiğinde “farkında olmadan” suçlarını itiraf da eden bakan, sıkıştığında da “siyaset yapmamak gerektiğini” iddia etti.

Kadınların eve kapatılması konusunda kendileri sorumlu değilmiş gibi konuşan Derya Yanık şunları ifade etti:

“Biz kadınlara iş edindiren Bakanlık değiliz. Kadınların iş gücüne katılmasındaki farkındalığını, bunun politikasını üreten, bunun diğer Bakanlık ve özel sektör gibi noktasında paylaşan Bakanlığız. Mesela kadınların ev eksenli ekonomik üretimlerinin hayata geçirilmesiyle alakalı kooperatifçilik çalışmamız var.”

Sosyal yardım alan ailelerin sayılarının artmasının “derin yoksullaşma” olarak değerlendirilemeyeceğini iddia eden Yanık şunları söyledi:

“Sosyal yardımları, derin yoksullaşma olarak değerlendirmek, yoksulluğun bir göstergesi olarak konuşmak sanıyorum ancak siyaset üretmek kaygısıyla açıklanabilir. Burada bir şekilde muhalif taraflar olarak iktidar ile muhalefetin bir şekilde birbirini eleştirmesi, birtakım karşıtlıklar üretmesi beklenir. Bunu ben anlayışla karşılıyorum.”

Çocuk evinde kalan bir çocuğu 23 Nisan şovları için suistimal konusu yapan ve çocuğu deşifre eden Yanık bugünkü konuşmasında ise suçunu itiraf niteliğinde, “Bakıma muhtaç, korumaya alınması gereken çocuklar siyaset konusu olamaz” ifadelerini kullandı.

Kadına yönelik şiddetle mücadele konusu ise Yanık’ın demagoji yaptığı bir diğer konuydu. Şiddetle mücadelenin doğrular arasına sığınmaya çabalayan Yanık, iktidarın kadın düşmanı politikalarını es geçti. Yanık, İstanbul Sözleşmesi’nin çözüm olmayacağını savunurken “Sadece bir sözleşmeyi günah keçisi sayarak -veya bu başka metin de olur önemli değil- ya da sadece onu kurtarıcı, büyük metin, adeta kutsal bir metin haline koyarak bu işe yaklaşılmaması gerektiğini” diyerek sözlerini sürdürdü.

İstanbul Sözleşmesi’ni uygulamayan ve sonra da sözleşmeyi fesheden Saray rejimi, kadına şiddetle mücadelede gerekli adımları atmadıkları gibi, tetikçi yargısıyla da kadına yönelik şiddeti sürekli aklamaktadır. Ayrıca din istismarcısı rejim, kadına yönelik şiddet sorunun eğitim başta olmak üzere diğer toplumsal yanlarında da kadın düşmanı politikalarından vazgeçmemektedir. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmak da bu “bütünsel” kadın düşmanlığının sonucu olmuştur.

Krizin faturasını emekçilere çıkarmaya çalışan AKP-MHP iktidarı, kadın cinayetlerini yansıtan resmi rakamların önlerine çıkarılmasını bile “siyaset yapmak” diyerek sorumluluğunu gizlemeye çalışıyor. Ama bu manipülasyon ve demagojiler rejimin ayyuka çıkan suçlarını örtbas etmesine yaramayacaktır. Artan kadın cinayetlerinin, iş cinayetlerinin, çocuk istismarının, derinleşen yoksulluğun sorumluluğu sermaye düzeninin dümeninde olan din istismarcısı iktidara aittir. Bunların hesabı iktidardan sorulmadıkça bu sorunların daha da ağırlaşması kaçınılmaz olacaktır.