İçindekiler:

31 Ekim 2021
Sayı: KB 2021/Özel-38

Rejim cephesinde “serbest düşüş”
“Demokrat” elçiler, sahte kabadayılar
Savaş tamtamları ve Kürt düşmanlığı
AKP şefinin Afrika ziyareti
Kıbrıs’ta yaşananlar…
“Haklarınızı savunun, kendinizi ezdirmeyin!”
Zincir kırıldı
“Alba sermayesi de sendikal bürokrasi de hesap verecek!”
Katledilişlerinin 50. Yılı… Dr. Şivan ve yoldaşları - Baki Duman
NATO ve Rusya ilişkilerinde gerilim
Nobel Barış Ödülü ile savaş kundakçılığı...
Sudan’da namluların gölgesinde direniş
Frankfurt’ta IG Metall mitingi
AB zirvesinden yansıyanlar
Geleceksizlik ve Avrupa hayalleri
Rant, torpil, usulsüzlük kurumu TÜGVA
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Geleceksizlik ve Avrupa hayalleri üzerine

 

Türkiye’de 1960’lı yıllarda ivme kazanan sosyal uyanış süreci, politikleşerek gelişen ve büyüyen sınıf hareketi ile birlikte bir devrimci gençlik kuşağı da yarattı. Bu gençlik kuşağı alabildiğine politik, toplumsal olaylara duyarlı ve dönemin devrimci hareketlerinin motor gücüydü. Bu yüzden burjuvazi 12 Eylül 1980 faşist darbesinden sonra özellikle gençliği politik yaşamdan uzaklaştırıp, devrimci hareketin dışına çıkarmak için devlet terörü estirmiş, yoğun bir ideolojik çaba göstermiş ve amacını gerçekleştirmekte göreceli de olsa başarılı olmuştur.

12 Eylül’den sonra, burjuvazi bürokrasi ve zor yoluyla okuma-sorgulama yönü zayıf, toplumsal sorunlara kafa yormayan, burjuva medya ile uyuşturulmuş apolitik gençlik kitlesi yaratmak istedi. Tüm baskı ve zorbalığa rağmen, gençlik kendisine dayatılan bu cendereyi 1980’li yılların ikinci yarısında parçalamaya başladı. Sınıf hareketinin, Kürt hareketinin, kamu emekçileri mücadelesinin geliştiği 1990’lı yıllarda gençlik hareketi de gelişim sürecine girdi. Ancak toplumun diğer muhalif kesimleriyle birlikte kirli savaşa, devlet terörüne, kontrgerilla saldırılarına maruz kalan gençlik hareketi, bir dönem dirense de zayıflama sürecine girdi.

2000’li yıllara gelindiğinde 12 Eylül’ün öz çocuğu olan AKP iktidarı ile birlikte gerici eğitim hızla yaygınlaştırılarak, yeni saldırı dalgası başlatıldı. Kuran kursları ve imam hatiplerin yaygınlaştırılmasının yanı sıra önleri alabildiğine açılan cemaatler ve tarikatlar, dinci-gerici örgütlenmelerin yuvasına dönüştürüldü. Irkçılık, gericilik, bağnazlık gibi tehlikeli düşüncelerle yoğrulmuş dinsel ve milliyetçi propaganda ile öğrencilerin üzerinde ideolojik bir baskı oluşturuldu. Dinsel gericilik koalisyonunun 19 yıllık iktidarı boyunca eğitim sistemi yapboz tahtasına çevrildi. Gerici faşist güçler gençlik içerisinde adeta cahil bir kitle yaratmak için ellerindeki tüm imkanları kullandılar.

Eğitime değil de Diyanete devasa bütçe ayıran dinci faşist iktidar, pandemi süreci ile birlikte okulların tatil edilmesinin ve yeterli altyapının olmamasının yarattığı sorunları görmezden gelerek, “Eğitimde asıl yük öğretmenin maaşıyla ilgilidir» deme cüretini gösterecek kadar küstahlaştı. Bu durum laik, bilimsel ve anadilde eğitim bir yana, AKP döneminde burjuva anlamda bile olsa “bilimsel eğitim”in tümden rafa kaldırıldığının göstergesidir.

Sermaye iktidarının Çalışma Bakanı Vedat Bilgin, bir konuşmasında gençleri kastederek, “Türkiye’den kaçmak istiyorlar diye bakmamak lazım. Gençler dünyayı tanımak istiyorlar” dedi. Fakat bunun gerçekle bir ilgisi olmadığını dünya alem biliyor. Geleceğe dair bir güvencesi olmayan gençlerin, Avrupa ve ABD’ye göç etme ya da ülkeden kaçma isteklerinin arkasındaki temel sebep ekonomik sorunlar olsa da eğitim sisteminin kötü olması, işsizlik, yoksulluk, artan baskılar ve derinleşen geleceksizlik kaygısı gibi bunaltıcı toplumsal sorunlar da yakıcı etkenlerdir. Bu sorunların kaynağını göremeyen genç nesil, kendisine daha demokratik ve refah seviyesi yüksek görünen Avrupa ülkelerine gitmekte buluyor çareyi.

Kaçmak/gitmek çözüm mü?

Emperyalist devletlerde var olan “nispi refah”ın esas kaynağı, bağımlı ve sömürülen ülkelerdeki yoğun emek sömürüsünün yarattığı devasa sermaye birikimidir.

Emperyalistler arasındaki temel çelişkilerden biri de sömürü pazarının paylaşımı alanında kendisini gösterir. Bu çelişki, bir taraftan doğrudan doğruya insan emeğinin sömürüsü üzerinden, diğer taraftan doğanın zenginliklerinin, yani hammadde kaynaklarının (petrol, doğalgaz, değerli madenler vb.) paylaşımı konusunda ortaya çıkıyor. Emperyalist rekabet yerel çatışmaları, zaman zaman da bölgesel savaşları gündeme getiriyor. Hatta küresel çaptaki krizler büyük paylaşım savaşlarını tetikleyen gelişmelere sebep oluyor.

Ekonomik refahın yüksek olduğu ülkelerdeki “demokratik kapitalizm” savunusu tüm bu nesnel süreç ve olguların göz ardı edilmesiyle yapılıyor. Oysa gerçekler tüm çıplaklığı ile ortadadır, yeter ki doğru bir perspektiften bakabilelim. İsviçre, Norveç, Kanada vb. ülkelerin kapitalist gelişmişliği ve demokratik refahı yüksek ülkeler olmasının temelinde yatan olgu, emperyalist üretim ilişkilerinin maddi getirisidir.

Dünyaya kabaca bir göz atmak bile sayısız veri sunuyor. Örneğin Fransız tekellerinden Lafarge’ın Suriye iç savaşında IŞID terör örgütü ile olan bağlantısı burjuva basında dahi yer almıştı. Fransız burjuvazisinin refahını, Suriye’de bombalanmış, yerinden yurdundan edilmiş, milyonlarca yoksul emekçinin gözünden sorgulamak gerekir vb. Bunun gibi daha yüzlerce örnek verilebilir.

Buradaki temel vurgu kapitalizmin “demokratik” niteliğinin, Afrika’da, Ortadoğu’da ve Latin Amerika’daki bağımlı ve sömürülen ülkelerde yarattığı yıkımın görülememesidir.

Bu ülkelerde kapitalizm açlık, yoksulluk, sefalet, tecavüz, savaş, iç savaş, toplu intihar, göç, çatışma vb. felaketler silsilesi demektir.

Sınıf mücadelesi ve gençlik

Uzun yıllar boyunca düzenin propagandasına maruz kalmış, sınıf bilinci henüz oluşmamış öğrenci gençliğin, gelişmiş ülkelere gitme/kaçma hayalleri kurması ve bu hayallerin peşinden gitmek istemesinin nedeni bu sistemin gençliğe artık açlık, yoksulluk ve işsizlikten başka verebileceği hiçbir şeyinin olmamasıdır.

Bu gerçekliği iliklerine kadar hisseden gençlik, faşizm, gericilik, eğitimsizlik, işsizlik vb. toplumsal sorunların yarattığı yıkımı yakıcı bir şekilde hissederken, öfkesini protesto ve eylemlerde barikatların en önünde durarak, militan bir şekilde dışa vurdu. Haziran direnişi, üniversite eylemleri, kayyum rektör protestoları, kadın eylemlilikleri, çevre eylemleri vb. süreçlerdeki militan tutum, iktidara ve bir bütün olarak sisteme karşı öfkenin yansımasıydı. Her ne kadar bu öfke kendiliğinden gelişen öğrenci hareketlerine dönüşse de güçlü bir sınıf hareketinin olmamasından dolayı daha çok reformizmin etkisinde kaldığı için, düzen sınırları içine kanalize olarak, işçi sınıfı ile bütünleşmiş devrimci bir nitelik kazanamadı.

Bu koşullarda gençliği kazanmak, devrimci hareket içinde politikleştirmek ve sınıf mücadelesinin güçlü bir müttefiki haline getirmek için, önündeki en büyük yapısal temel sorun olan “kapitalist sistemin” amacını, yapısını ve politik nedenlerini anlamasını ve kavramasını sağlamak, gençliği sınıflar mücadelesinin etkin bir mevziisine dönüştürmek, komünistlerin en önemli görevlerinden biridir.

Torlak Kemal