İçindekiler:

4 Haziran 2021
Sayı: KB 2021/Özel-21

Kirli savaşların hesabını emekçiler soracak!
Kudurgan tehditlerin örtemediği acizlik
Suriye’de işlenen savaş suçları
AKP’den askerlere yargı zırhı
Yoksullaştıran büyüme
Rant ve talana geçit vermeyelim!
“Karanlık gider, Gezi kalır”
Sinbo’da “15-16 Haziran” direniş okulu
İşçiler grev ve eylemlerle haklarını arıyor
Tarihsel TKP’nin Kadrocu inkârı / 3 - H. Fırat
İEKK: İstanbul Sözleşmesi’nin iptali...
Emekçi kadının en güçlü silahı...
Filistin Direnişi ve kadınlar
Suriye’de seçimler ve yankıları
Belarus ve devletlerin hava korsanlığı
Emperyalistlerin soykırım riyakarlığı
Eğitim yapboz, öğrenciler kobay!
Boğaziçi’nde direniş 150 günü geride bıraktı…
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Kirli savaşların hesabını emekçiler soracak!

Suriye ve Ortadoğu
halklarıyla dayanışmaya!

 

Faşist çete başı Sedat Peker’in, AKP iktidarının paramiliter yapılanması olarak kurulan SADAT’ın kendisi üzerinden Suriye’deki cihatçı çetelere silah gönderdiğini ifşa etmesi, Türk sermaye devletinin Suriye savaşında oynadığı kirli ve kanlı misyonu bir kez daha gündeme taşıdı. Ancak, asıl muhatabı Erdoğan olan ve üzerine ince ince düşünüldüğü anlaşılan bu ifşaat, sermaye devletinin Suriye’de işlediği suçlar içerisinde denizde damla bile değil.

Devrimci ve ilerici güçler Türk sermaye devletinin Suriye savaşında nasıl bir rol üslendiğini ve cihatçı çetelere ne tür destekler sunduğunu tam on yıldır dile getiriyorlar. Bu konuda yüzlerce sayfalık kitaplar yazıldı, belgelere dayalı sayısız makale yayınlandı. Sermaye devletinin kirli sicili hakkında Suriye savaşının bizzat sorumlusu olan emperyalist güçlerin çok daha fazla bilgi ve belgeye sahip oldukları ise açık.

Suriye üzerinden emperyalist hesaplar

On yıldır devam eden Suriye savaşının gerisinde emperyalist-kapitalist sistemin derinleşen bunalımı, buna bağlı olarak şiddetlenen emperyalist güçler arasındaki hegemonya mücadeleleri yer almaktadır. Başını ABD’nin çektiği batılı emperyalistlerin Ortadoğu’nun zengin enerji ve hammadde kaynaklarını denetim altına alıp yağmalamak ve bölge üzerindeki egemenliğini yeni bir düzeyde tesis etmek için 2001 yılında Afganistan’da startını verdiği, süreç içerisinde Irak ve Libya üzerinden devam eden savaşlar dizisinin son halkasını Suriye’deki kirli savaş oluşturmaktadır.

Batı emperyalizminin bizzat kundakladığı iç savaşın hedefinde ise Esad rejimini yıkıp ülkeyi parçalara bölerek güçsüz düşürülmüş bir Suriye yaratmak, bu zemin üzerinden Amerikancı-iş birlikçi devletçikler kurmak yer alıyordu. Bu başarılabilseydi, hem Ortadoğu’da ABD emperyalizminin savaş ve saldırganlık üssü olan İsrail ile Türkiye hattı birbirine bağlanacak, hem İran üzerindeki kuşatma yeni bir boyut kazanacak, hem de Rusya’nın Akdeniz’e açılan kapısına kilit vurulmuş olacaktı. Yine Filistin davası büyük bir darbe alacak, Lübnan ise adeta oluşturulan kıskaç içerisinde boğulacaktı. Suriye üzerinden kurulan bu planda cihatçı çeteler etkin bir şekilde kullanıldılar.

“Suriye krizine emperyalist müdahalenin gerisinde, ülkeyi mezhepsel ve etnik bakımdan en az üçe bölmek hedefi yatmaktadır. Bu, Siyonist İsrail’in daha ‘80’li yılların başında bölge ülkelerinden Suriye payına belirlediği bir stratejik hedeftir. 2011 Baharında patlak veren Suriye krizi, bunu nihayet uygulamaya sokmak için bulunmaz bir fırsat oldu emperyalistler ve Siyonistler için. Ama başlangıçta onlar uygulamada doğrudan yer almadılar. Kendilerini geri planda tutarak başta Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar olmak üzere bölgedeki işbirlikçi devletler ile her türden gerici, dinci, cihatçı İslami akımı bu amaç doğrultusunda kullanmak yoluna gittiler. İslamcı devletler ve akımlar sayesinde Suriye paramparça edildi, kentleri yakılıp yıkıldı, yüzbinlerce insan yaşamını yitirdi ve milyonlarcası yerinden yurdundan oldu.” (Ortadoğu’da gerilim ve Türkiye / www.tkip.org)

Ancak, Rusya’nın 2015 yılında Suriye savaşına etkin bir inisiyatifle dahil olması batı emperyalizminin stratejisini sekteye uğratmakla kalmadı, Rus emperyalizmine Ortadoğu’da geniş bir hareket alanı da yaratmış oldu. Gelinen yerde Rusya, Suriye denkleminde oyun kurucu konuma erişmiş, bölgesel güç ve devletlerle ilişkilerini farklı zeminler üzerinden ileriye taşımış, Libya’da etkin bir taraf haline gelmiş bulunmaktadır. Bu durum, önümüzdeki yıllarda Ortadoğu üzerindeki emperyalist hegemonya mücadelesinin yeni boyutlar kazanarak devam edeceğinin en dolaysız göstergesidir.

Suriye’de işlenen çok yönlü suçlar

“Geniş biçimiyle Ortadoğu, gittikçe kızışan emperyalist nüfuz mücadelelerinin halen de esas alanı durumundadır. Libya’ya emperyalist müdahalenin ardından aynı şeyin bu kez Suriye üzerinden daha dolaylı bir biçimde yapılması, bu arada İran’a yönelik olarak ağırlaştırılan kuşatma ve savaş tehditleri, bunun yeni göstergeleridir. Türk devleti bütün bu olaylarda emperyalizmin safında ve tam hizmetindedir. Halen Türkiye toprakları Ortadoğu halklarına yönelik bu emperyalist saldırı ve savaşların ana üssüdür.” (TKİP IV. Kongre Bildirgesi)

Türk sermaye devleti, Suriye’de iç savaşın başladığı ilk günden itibaren batı emperyalizminin kirli ve kanlı politikalarının denilebilir ki en aktif uygulayıcısı oldu. Savaşın ilk yıllarında IŞİD’i ve El Kaide türevi cihatçı çeteleri Türkiye’de eğitip donatarak Suriye halklarının başına musallat etmeye, bir dizi ülkeden cihatçı devşirip Suriye’ye taşımaya değin son derece kirli bir sicilin sahibidir. Buna ilerleyen yıllarda savaşa doğrudan katılmak ve alenen Suriye topraklarını işgal etmek eklendi. Dolayısıyla, bugüne kadar Suriye’de yaşanan çok yönlü yıkımın, kardeş Suriye halklarının çektiği tüm acıların, akan her damla kanın birinci dereceden sorumluluğunu taşımaktadırlar.

Türk sermaye devletinin Suriye savaşında işlediği suçlar bunlarla da sınırlı değil. Suriye’deki petrol kuyuları IŞİD’in denetimindeyken elde edilen petrolün Türkiye’ye sevk edildiği, bu süreçte Erdoğan ailesinin kritik bir rol üstlendiği gündeme gelmişti. Dönemin Rusya Savunma Bakan Yardımcısı Anatoly Antonov konuyla ilgili açıklama yaparak, “Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ailesinin, Suriye’de IŞİD’in elinde olan petrol yataklarından yapılan yasadışı petrol sevkiyatlarıyla doğrudan ilişkisi var. Kasım ayında Türkiye sınırı yakınlarında 16 bin 260 adet petrol tankeri görüldü.” demişti. Türk sermaye devletinin Suriye savaşında gerçekleştirdiği yağmanın bir başka örneği ise Halep’te yaşanmıştı. Tam bir yıkıma uğratılan kentin bir dizi fabrikasındaki üretim araçlarının Türkiye’ye getirilip satıldığı açığa çıkmıştı. Özetle, sermaye devletinin cihatçı çeteler eliyle ya da bizzat işgal ederek tırmandırdığı savaş politikasına yağma ve talan eşlik etti.

Tablo bu iken, Peker gibi bir faşist çete başının yaptığı ifşaatlar, gerici-faşist rejimin Suriye’de işlediği çok yönlü suçların sadece sızıntısı olarak kalmaktadır.

Derinleşen iflas tablosu

Suriye’yi yıkıma uğratan savaşta birinci dereceden rol üstlenen Türk sermaye devleti, gelinen yerde tıpkı hizmetinde olduğu emperyalistler gibi savaş batağına saplanmış durumdadır. Dahası, emperyalistler arası kızışan hegemonya mücadelesi AKP-MHP iktidarının manevra alanlarını da giderek daraltıyor. Bu durum Suriye savaşında “iki ipte oynayan cambaz” misali hareket eden, sefil çıkarları için emperyalist güçler arasındaki çatlaklara oynayan gerici-faşist iktidarı çok daha zor bir sürecin içerisine sürüklüyor. Hem ABD’nin hem de Rusya’nın masasında gerici-faşist iktidarın kirli icraatlarını içeren kabarık dosyalar duruyor. Bunların ne zaman ve ne şekilde kullanılacağı ise gerici-faşist rejim ile emperyalist güçler arasındaki kriz dinamiklerinin nasıl bir seyir izleyeceğine bağlı.

Komünistlerin erken bir tarihte yaptıkları Suriye savaşına ilişkin bir değerlendirmede, sermaye devletinin yaşadığı iflas şu sözlerle ortaya konuluyordu: “Maceranın sonunu biliyoruz. İzlenen tüm politikalar iflas etti, yapılan tüm hesaplar boşa çıktı. Zamanında Şam’a muzaffer fatihler olarak girmekten söz edenler, Rus uçağının düşürülmesinin ardından neredeyse bir yıl boyunca Suriye’deki gelişmelerin dışına düştüler. Şimdilerde allanıp pullanan Cerablus operasyonuna girişebilmek için öncelikle Suriye rejiminin baş koruyucusu Rusya’nın önünde diz çökmek zorunda kaldılar. Bu arada Ortadoğu halklarının başına bir vahşet belası olarak sarılan dinci savaş makinesi IŞİD ile kirli karanlık ilişkilerin ağır siyasal ve moral sorumluluğunu da halen omuzlarında ağır bir yük olarak taşımaktalar.”

Gelinen yerde bu iflas tablosu daha da derinleşmiş, işlenen suçlar çok daha ağır bir mahiyet kazanmıştır.

Bölge halklarıyla dayanışmayı büyütme sorumluluğu

Bugün Peker olayı üzerinden güç mücadeleleri açığa çıkan iktidar klikleri, “devlete zeval getirmeden” hasımlarını köşeye sıkıştırmaya ve gerici kapışmada üste çıkmaya çalışmaktadır. Gerici-faşist iktidar bloğunda büyük bir sarsıntıya yol açan ise, Peker’in ifşaatlarıyla birlikte çürümüş düzen-çeteleşmiş devlet gerçeği ile Suriye savaşında işledikleri suçların toplum çapında daha görünür hale gelmesi ve tartışılıyor olmasıdır. Türk sermaye devletinin iplerini elinde tutan emperyalistler ise, her açıdan köşeye sıkışmış bulunan AKP-MHP iktidarını Ortadoğu’da ve farklı mecralarda kendi sefil çıkarları doğrultusunda kullanmaya devam etmenin hesabını yapmaktadır.

Bu tablo karşısında yapılması gereken açıktır: Başta Suriye halkları olmak üzere mazlum Ortadoğu halkları ile enternasyonal dayanışmayı güçlendirmek, her bakımdan kokuşmuş ve boğazına kadar batağa batmış olan sermaye düzenine karşı merkezinde işçi sınıfının yer aldığı toplumsal mücadeleyi büyüterek, bölgede işlenen tüm suçların hesabını sormak!

Bu bağlamda Türkiyeli devrimcilerin önünde duran sorumluluklar TKİP IV. Kongresi Bildirgesi’nde şöyle ortaya konulmaktadır:

“Türk burjuvazisi ve devletinin emperyalizmin hizmetinde bölge haklarına karşı işlediği tüm bu suçların karşısına dikilmek, bölge halklarıyla tam bir dayanışma içinde olmak, bölgenin tüm ilerici-devrimci güçleriyle yakın ilişkiler kurmak ve enternasyonal dayanışma içinde hareket etmek, Türkiyeli devrimcilerin temel önemde bir görevidir. Bu ilişkileri ve dayanışmayı günden güne büyütmek, bölge halklarına karşı zorunlu bir görev olduğu kadar Türkiye’deki devrimci süreçler bakımından da özel bir önem taşımaktadır. Zira Türkiye devriminin gelecekteki kaderi bölge halklarıyla ilişkilere de sıkı sıkıya bağlıdır.”