İçindekiler:

19 Mart 2021
Sayı: KB 2021/Özel-11

Newroz’dan 1 Mayıs’a...
Kadınların öfkesi sokaklarda!
“Reform yılı” üzerine…
Beka için kapıları aşındırmaya devam
Bir aşı masalı
Hendek’teki işçi katillerinden riyakarlık
Milyonların kabusu işsizlik!
Geleceksizliğe karşı tek çözüm!
Üniversitede “tek kişilik dev kadro”
Paris Komünü üzerine - V. İ. Lenin
Komün dersleri - V. İ. Lenin
“Toplumsal devrimin şafağı”
50. yılında ‘71 devrimci hareketi
Newroz’un isyan ve özgürlük çağrısı…
NATO 2030 stratejisi
Moskova’da Afganistan ‘Zirvesi’
Fukuşima nükleer felaketi 10. yılında…
“Ateş karanlıktan korkmaz!”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

“Reform yılı” üzerine…

Dışarıda uşaklık manevraları,
içeride yalan rüzgarları

 

AKP-MHP iktidarının başı Erdoğan tarafından açıklanan ısmarlama “İnsan Hakları Eylem Planı”nın ülke içerisinde olduğu kadar dışarda da ciddi bir yankısı olmadı. Yandaş-besleme medya üzerinden kuru gürültüyle yapılan ilanın karşılıksız kalması nedensiz değil elbette. Bu ilanın yapıldığı dönemin icraatları ortadaki riyakarlığı ve samimiyetsizliği ziyadesiyle gözler önüne seriyor.

Yüzsüzce “insan hakları”ndan dem vuran gerici-faşist iktidar, tam da bu aynı günlerde HDP’yi kapatmayı gündeme getiriyor. Milletvekillerine yönelik fezlekelerle Kürt halkının iradesini bir kez daha ayaklar altına alıyor. Üniversitelere kayyum atamayı sıradan hale getiriyor. Muhalif gazetecileri tutuklamakla yetinmiyor, bir de üstlerine faşist çetelerini salıyor. Kadın cinayetlerinin günlük vakalar haline geldiği koşullarda, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde sokaklara çıkan kadınların eylemlerine saldırıyor, kadınları gözaltılarla sindirmeye çalışıyor. Yoksulluk ve açlıktan dolayı insanların intihar ettiği bir ülkede işçilerin grev ve direniş eylemlerine polis ve firmaların korumaları tarafından saldırılar gerçekleştiriliyor. Sendikalaşmaya çalışan işçilerin Kod 29’la işten atılması yaygınlaşıyor. Kayyım dekana karşı çıktıkları için öğrenciler tutuklanabiliyor. AKP-MHP dışında kalan düzen partileri de dahil her kesimin her türlü toplantısı, basın açıklaması vb. gibi etkinlikleri yasaklanıyor. Barolar Birliği’nin kongre yapmasının bile yasaklandığı siyasal bir atmosfer söz konusu. Bu tabloda AB’nin parasıyla hazırlanan “İnsan Hakları Eylem Planı”nın AKP-MHP şeflerinin elinde patlaması kaçınılmazdı.

19 yıldır iktidarda olan AKP şefi 2021 yılını ‘reform yılı’ ilan etti. Üç asra yakın bir zaman önce ilan edilen İnsan Hakları Beyannamesi’nin kötü bir kopyası olan “İnsan Hakları Eylem Planı”nı, emperyalist sermayeye yeni güvenceler verilerek sıcak para girişini sağlamayı amaçlayan “ekonomi reformu” paketi tamamlayacak.

Hatırlanacağı üzere ‘70’li yılların sonunda Demirel’in başbakanlığındaki Milliyetçi Cephe (AP, MSP, MHP), Demirel’in deyimiyle “70 sente muhtaç olan” kapitalist ekonominin çarklarını döndürmek için sonu 24 Ocak karalarına çıkan bir sürecin yolunu döşedi. İşçi sınıfının sendikal örgütlenme ve grevleri, halk hareketleri, gençliğin anti-faşist mücadelesi ve özerk-demokratik üniversite eylemleri faşist saldırıların hedefi yapıldı. Ülke tam bir kaosa sürüklenerek, 12 Eylül askeri faşist darbesinin koşulları olgunlaştırıldı. Şimdi de AKP-MHP rejimi “70 sente muhtaç” hale gelen yolsuzluk ekonomisine “İnsan Hakları Eylem Planı” ve “ekonomi reformları”yla dış kaynak yaratıp, kendi faşist darbesini tahkim etmeye çalışıyor.

ABD ve AB emperyalistleri tarafından “Büyük Orta Doğu Projesi”nin eş başkanlığı göreviyle iktidara taşınan AKP gericiliği, NATO güçleri tarafından bölgeyi yeniden dizayn etme savaşlarında aktif rol üstlendi. Komşu ülkelerin yağmalanmasından nemalanma hayalleri peşinde koştu. 2015 yılında Rusya’nın bölgeye giriş yapması ve Trump’ın Batı emperyalist blokunda yarattığı yarılmayı ise bölgesel güç olarak öne çıkmasının fırsatı olarak değerlendirdi. AKP iktidarı o süreçte diğer İhvancılarla birlikte bölgede ABD emperyalizminin tercih edeceği güç olmayı umuyordu fakat işler umduğu gibi gitmedi. Suriye topraklarının işgali ve Libya’daki askeri müdahalelerde Körfez devletleri ve Mısır’la karşı karşıya geldi. AKP-MHP rejimi, Trump’ın AB’yle uyuşmayan politikalarını da fırsat olarak değerlendirdi. AB karşıtı söylemlere yönelerek, bölgemizde saldırgan militarist politikaların taşıyıcısı ve savaş kışkırtıcısı bir odak olarak sivrildi.

Şimdilerde hesaplar sarpa sarmaya başladı. ABD’de başkanlık koltuğuna oturan Biden, ABD dış politikasını önceki klasik stratejiye oturtmaya çalışıyor. ABD emperyalizminin asıl ve büyük rakip güçler olarak gördüğü Çin ve Rusya’ya karşı etkin ve caydırıcı olabilmesinin yolunun AB emperyalistlerinin desteğinden geçtiğini değerlendiriyor. ABD’nin bu çerçevede geleneksel “ortaklarıyla” birlikte hareket etmeye yönelmesi AKP-MHP iktidarını bir anda boşa düşürmüş görünüyor.

Biden’dan telefon beklerken…

ABD ve AB’nin koordineli olarak ortak hareket edeceklerini beyan etmeleri, keza karşılıklı olarak uygulanan cezai tarifelerin geçici olarak askıya alınması konusunda anlaşmaları Türkiye gibi devletlerin manevra alanlarını iyice daralttı. “Diplomasi masasına geri dönen ABD emperyalizmi”, yeniden “insan hakları, demokrasi ve temel haklar” sopasını sallıyor. AB’nin büyük emperyalist güçlerinin de desteğiyle bazı NATO üyelerini ve diğer küçük müttefik devletleri hizaya girmeye zorluyor. Örneğin Suudi krallığının veliahdını Kaşıkçı cinayetinin emrini vermekle itham ediyor. Saray rejimine AB’nin finanse ettiği “İnsan Hakları Eylem Planı”nı hazırlatıyor. İnsan hakları ihlali üzerinden sıkıştırdığı Mısır’ın darbeci generaline sınırlarına çekilmesini hatırlatıyor vb.

Biden yönetimin önceliklerine göre pozisyon almaya çalışan Türk sermaye devleti ve AKP şefi Erdoğan, içerde ekonomi reformu ve “insan hakları” eylem planıyla eş zamanlı olarak Mısır ve Körfez devletleriyle ‘normalleşme’ adımları atmaya yöneliyor. Bunu AB’ye olan bağlılığın yeniden teyit edilmesi tamamlıyor.

AKP şefi Erdoğan’ın bu süreçteki bir diğer adımı da, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Almanya Başbakanı Merkel’le video konferans görüşmeleri gerçekleştirmesiydi. Her iki görüşme sonrasında, “Güçlü NATO müttefiki olarak Avrupa’dan Kafkaslara, Ortadoğu’ya ve Afrika’ya uzanan geniş coğrafyada güvenlik, istikrar ve barış çabalarına önemli katkılar sağlayabiliriz. Ülkelerimizi, vatandaşlarımızın can ve mal emniyetini tehdit eden terör örgütleriyle mücadelede de ortaklaşa atabileceğimiz adımlar gibi…” türünden açıklamalar yapıldı. Erdoğan iflas eden ekonominin ölümüne ihtiyaç duyduğu döviz girdisinin sağlanması için, görüşmede Merkel’e “nisan ayında turizmin engelsiz ve güvenli biçimde başlayacağına inandığını” söyleyerek yaltaklandı. En çok Suriyeliyi Türkiye’nin barındırdığını dile getiren Erdoğan, Türkiye ile AB arasında 18 Mart 2016’da yapılan ve göçmenlerin Avrupa’ya geçişlerini engellemeyi amaçlayan “Göçmen Mutabakatı”nın yenilenmesini de istedi. Haliyle sınır bekçiliğine karşılık olarak ödenmesi gereken 6 milyar euronun yükseltilerek ödenmesini, daha önceleri yaptığının aksine sesini yükseltmeden, bir nevi yalvarma tonunda hatırlattı. Almanya Başbakanı Merkel ile düzenli temas ve diyaloğun devamına büyük önem verdiğini eklemeyi de ihmal etmedi.

AKP iktidarının dönemin ruhuna uygun çark edişleri bunlarla bitmiyor. Erdoğan’ın sözcüsü İbrahim Kalın, Mısır’la kriz içerisinde olan ilişkiler hakkında yaptığı açıklamada, duyanın inanmakta zorlanacağı şeyler söyledi: “Mısır’la Doğu Akdeniz, Libya ve dünyanın unutmuş gibi göründüğü Filistin meselesinde iş birliği yapmak istiyor ve ikili ilişkilerimizi görüşmek istiyoruz. … Mısır, halen Arap dünyasının beyni ve kalbi. Bazı ekonomik ve güvenlik sorunları var, biz bunu gayet iyi anlıyoruz. İki ülkenin birbirleriyle konuşması, ikili ve bölgesel ilişkilerimizi geliştirebilir. Bu, aynı şekilde diğer dört Körfez ülkesi için de geçerli. Bizim hiçbir Arap ülkesiyle aşılamayacak sorunumuz yok. Mısır ve diğer Körfez ülkeleriyle bölgesel barış ve istikrar için yeni bir sayfa açılabilir.”

Bu sözler, esasen emperyalist merkezlere, başta da ABD’ye bir mesaj niteliğindedir ve Körfez krallıklarının da dahil olduğu İsrail merkezli savaş odağına katılma isteğinin bayanıdır. İsrail’de 23 Mart tarihinde yapılacak olan erken seçimlerde Netanyahu’nun muhtemelen başbakanlık koltuğunu kaybetmesi, Saray ve avenesinin İsrail önderliğinde kurulan savaş odağına katılmasında işleri kolaylaştırıp hızlandıracağa benziyor. Türk sermaye devletinin egemenleri tarafından da çoktandır bu doğrultuda açıklamalar yapılıyor.

Bu manevralar, AKP-MHP gericiliğinin Batılı emperyalist kamptaki “değişim”e ayak uydurma çırpınışlarından başka bir anlam taşımıyorlar. Gerici-faşist iktidarın tek derdi dış politikadaki çöküntünün etkilerini yumuşatarak, alarm zilleri çalıp duran kapitalist ekonomi çarkının dönmesini sağlamaktır. Etki yumuşatma hamleleri olarak da ister istemez “reform”lardan dem vuruluyor. Yoksa, AKP şefinin dilinde “insan hakları” gibi söylemlerin nasıl bir tıslama olduğunu dünya alem ziyadesiyle biliyor.

 

 

 

 

 

Suudi Arabistan’la kirli anlaşma

 

Türk devleti ile şeriatçı Suudi rejimi, Suriye’nin yakılıp yıkılmasında suç ortaklığı yaptılar. Cihatçı terör örgütlerini birlikte desteklediler. Suriye’nin yaşadığı trajedinin yaratılmasında uyum içinde çalıştılar. İki Amerikancı rejim birbirine o kadar yaklaşmıştı ki, Suudi kralı öldüğünde AKP şefi Erdoğan üç günlük “ulusal yas” ilan etmişti.

Suriye’ye karşı saldırıya geçtiklerinde amaçları Şam’da dinci-Amerikancı bir rejim kurmaktı. Bu, aynı zamanda ABD ile siyonist İsrail’in de beklentisiydi. Başarısızlığa uğrayınca ortaklık bozuldu. Suçlu rejimlerin üçüncü ayağını oluşturan Katar AKP-MHP rejimine angaje olurken, Suudi Arabistan’la da gerilim yaşamaya başladı. Katar emiri ile rejimini himaye etmek için Türk ordusunu harekete geçiren Erdoğan’ın Suudilerle kurduğu ilişkiler de kopma noktasına geldi.

Halklara karşı ağır suçlar işleyen bu üç Amerikancı rejim son günlerde yeniden yakınlaşmaya başladı. Katar ile Suudi Arabistan Washington’dan gelen direktifle kucaklaşınca, AKP-MHP rejiminin Suudi kralı ile anlaşmasının kapıları da aralandı. Anlaşıldığı kadarıyla Katar emiri “arabuluculuk” yaparak iki devletin arasını bulmak için çaba harcıyor. Bazı veriler söz konusu devletlerin arasında kirli işbirliğinin başladığına işaret ediyor. Özellikle Türkiye’nin Suudilere önemli miktarda silah satması taraflar arasındaki yakınlaşmanın kirli zeminine işaret ediyor. 

Suudi Arabistan 2015’ten beri Yemen halkını katletmek için silahlara on milyarlarca dolar harcadı. Biden yönetimi Yemen’e karşı kullanılan silahların satışını durduğunu ilan edince, Türkiye harekete geçeçerek Suudilere silahlarını sundu. Görünen o ki, “AKP-MHP rejimi-Suudi Arabistan barışı”, Yemen halkının katledilmesi için kullanılan silahlar üzerine inşa edilmeye başladı.

Türkiye’nin İHA’ları Yemen halkına karşı kullanılıyor

6 yıldan beri Yemen’i havadan bombalayan Suudi rejimi, bu ülke halkı şahsında insanlığa karşı ağır suçlar işledi. Katliamı yıllarca seyreden Birleşmiş Milletler, nihayet geçen aylarda Suudilerin insanlığa karşı savaş suçları işlediğini kayıt altına alan raporu dünyaya duyurmuş, ancak ABD kuklası krala karşı herhangi bir yaptırım kararı almamıştı.

Joe Biden yönetiminin Yemen’de kullanılan silahları satmayacağını ilan etmesi, şeriatçı rejimi yeni arayışlara yönlendirdi. Yaşadığı hezimeti kabullenmeyen Suudi kralı, savaşı sürdürmek için Türkiye’den yaptığı silah alımını arttırıyor. Suudi pazarına girmek için sırada bekleyen başkaları olsa da İHA-SİHA satışlarını ilk gerçekleştiren Türkiye oldu.

AKP-MHP rejiminin kirli elleri daha önce de Yemen’i karıştırıyordu. Örneğin Yemen’deki Hizbi İslah (Reformcu Parti) adlı İhvancı gruba insansız hava araçları verildiğine dair haberler, son dönemde Arap medyasında yer almaya başladı. Yemen Silahlı Kuvvetler sözcüsü ise geçen hafta Türk imalatı bir İHA düşürdüklerini açıklamıştı. Yani Yemen’deki yıkımda artık dinci-faşist rejimin de suç ortaklığı var. Hedefledikleri anlaşmayı Suudi kralıyla yapabilirlerse, savaşa doğrudan dahil olacaklar.

Suudi rejimiyle anlaşma çabaları yoğunlaştırıldı

Suudilerle anlaşma yapmak için müritlerini seferber eden Tayyip Erdoğan hem silah satmak hem Yemen’e doğrudan müdahale etmek için zemin hazırlıyor. Son dönemde Husilerin Suudi Arabistan’da bazı hedefleri vurmasını kınaması, saray sözcülerinin Suudi kralına kur yapan açıklamaları, Erdoğan’ın üslup değiştirmesi, İstanbul’da öldürülüp parçalanan Cemal Kaşıkçı olayının gündemden düşürülmesi vb. gelişmeler bunun ifadesidir.

Tüm bunlar şeriatçı rejimle anlaşmak, onlara daha çok silah satmak, silah pazarını canlı tutmak için Yemen’de savaşın daha da uzamasını sağlamak ve İhvancılar üzerinden Yemen’de taraf olmak hesaplarına dayanıyor. Suudiler de bu çabalara ilgisiz değiller. Ne de olsa AKP-MHP şefleri ne kadar ilke-değer yoksunu ise, Suudi kralı da en az olanlar kadar rezildir.

Türk devletinin kirli elleri Yemen’e de ulaştı. Bir süredir İhvancı çizgideki Hizbi Islah’ı paravan olarak kullanıyor. Türkiye’nin Somali’deki üssünde eğittiği paralı askerleri Yemen’e sevk ettiğine dair yaygın iddialar da var. Türkiye’nin gericileri Suudi kralıyla anlaşabilirlerse eğer Yemen halkına karşı savaşta daha dolaysız bir şekilde yer almaya, diğer bir ifadeyle Yemen halkına karşı yeni suçlar işlemeye çalışacaklardır. 

Al Mayadeen kanalına konuşan gazeteciler Suudi Arabistan ile Türkiye arasında “askeri anlaşma” yapıldığını belirttiler. Bu anlamanın siyasi, diplomatik, ekonomik alanlarla tamamlanması hedefleniyor. AKP şefinin hedefine ulaşıp ulaşmayacağı henüz netlik kazanmadı, buna rağmen Yemen halkına karşı suç ortaklığı çoktan başlamıştır.

Bu saldırgan ve yayılmacı dış politika işçi ve emekçilerin sefaleti pahasına sürdürülüyor. Dolayısıyla işçi sınıfı ile emekçiler yayılmacılığa dayalı bu politikayı reddetmeli, Türk ordusunun işgal ettiği bölgelerden çekilmesini talep etmelidirler.