İçindekiler:

01 Ocak 2021
Sayı: KB 2021/Özel-02

2021’i mücadele yılına çevirelim!
Yaşam hakkımız hâlâ tehdit altında!
AKP iktidarı ve basın özgürlüğü
TÜİK’in işsizlik verileri bize ne söylüyor?
Yeni Sinbolar yaratalım!
Sinbo etkinliğine gelen mesajlar
Direnişler işçi sınıfına yol gösteriyor!
Sefalet ücretini reddedelim
Artan açlık kapitalizmin eseridir
100. Yılında Tarihsel TKP... Doğu sorunu hakkında genel tezler
Filippo Turati’ye mektup - Friedrich Engels
Veysel Akgül yoldaş kavgamızda yaşayacak!
Veysel yoldaş devrimci bir törenle uğurlandı
Emperyalist çelişki ve çatışmalar derinleşiyor
2020 yılında ABD-Çin kapışması
Küba Devrimi 62 yaşında!
Pandemiye rağmen kadınların mücadele yılı!
Devrimci-ilerici basın susmayacak
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Devrimci-ilerici
basın susmayacak

 

Gazeteci Metin Göktepe’nin katledilişinin üzerinden 25 yıl geçti. Aradan geçen 25 yıl içerisinde devrimci-muhalif basına yönelik baskı ve saldırılar aralıksız devam etti.

Metin Göktepe işkencede katledildi

4 Ocak 1996’da Ümraniye Hapishanesi’nde tutsaklar görüş haklarının engellenmesine karşı eylem başlattı. Devlet, tutsakların taleplerine katliamla cevap verdi ve 4 tutsak yaşamını yitirdi. 8 Ocak günü Evrensel muhabiri Metin Göktepe, katliamda öldürülenlerin cenazesini izlemek üzere Alibeyköy’e gitti. Ancak “sarı basın kartı” olmadığı gerekçesiyle gözaltına alındı ve işkencede katledildi.

Sermaye devleti çelişkili açıklamalarla cinayeti perdelemeye çalıştı. Dönemin Başbakanı Tansu Çiller ve İstanbul Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar, Metin Göktepe’nin gözaltına alınmadığını, Eyüp Cumhuriyet Savcısı Erol Canözkan gözaltına alındığını ancak sonra çay bahçesinde otururken fenalaşarak sandalyeden düştüğünü, İçişleri Bakanı Teoman Ünüsan ise spor salonunun duvarından düşerek öldüğünü iddia etti.

Göktepe’nin arkadaşları, ailesi ve ilerici-devrimci güçlerin mücadelesi sayesinde devlet bazı gerçekleri kabul etmek zorunda kaldı. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel polis cinayeti ile ilgili şu pişkin açıklamaları yaptı: 

“Cinayeti polis işlemiştir tabirini beğenmiyorum. Hadiseleri kendi sınırları içinde mütalaa etmeliyiz. Münferit hadiselerden netice çıkarırken, devleti yargılamayalım. Yargılanacak olan suçu kim işlemişse odur. Polis teşkilatını yargılamamız yanlıştır. Ama üstünde polis üniforması olan A veya B şahsı işlemişse, yakasına yapışırız. Cinayet örtbas edilemez.” 

Cinayeti kabul edenler kendi sorumluluklarını görmezden gelerek olayı 3-5 polisin “kastı aşan insan öldürmek” suçuna indirgedi. Zaten yapılan göstermelik yargılamalardan sonra katil polisler 17 ay hapiste kalmalarının ardından 2000 yılında çıkan “Rahşan Affı” ile serbest kaldılar.

“Gerçekler devrimcidir”

Sermaye devletinin ilerici-muhalif basına yönelik baskı ve saldırıları günümüzde artarak devam ediyor. Yayın durdurma, sansür, basın emekçilerine dönük gözaltı-tutuklama saldırılarının yanı sıra basın kartlarının iptali gibi saldırılara her geçen gün bir yenisi ekleniyor. Yüzlerce gazeteci tutuklu, onlarca gazetecinin soruşturma ve davaları ise sürüyor. Yayınlanan raporlar hem dünyada hem Türkiye’de basın üzerindeki baskının boyutlarını ortaya koyuyor. Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün raporuna göre 2019’da 49 gazeteci meslekleri nedeniyle öldürüldü. Basın özgürlüğü endeksinde 200 ülke arasında Türkiye 154. sırada yer aldı. Türkiye aynı zamanda en çok tutuklu gazetecinin bulunduğu ülkeler arasında başı çekiyor.

AKP-MHP iktidarının devrimci-ilerici basından korkması boşuna değildir. Zira yolsuzluklarını, katliamlarını ve diğer tüm suçlarını saklamak istiyorlar. Fakat “gerçekler devrimcidir” ve inatçıdır. Devrimci basın da öyle. Tam da bu nedenle, tüm saldırılara ve baskılara rağmen devrimci basın, düzenin çürümüşlüğünü işçi ve emekçilere anlatmaya, emekçileri bu kokuşmuş düzene karşı taraflaştırmaya devam edecektir.

K. Düşgör

 

 

 

 

 

Aynı sokağın insanları

Sokağa çıktım.

Sanayi kokuyor mahalle,

durakta otobüs bekliyorum

yanımda yaşlı bir teyze.

Bir zamanlar bir park vardı burada,

içinde çocuk sesleri.

Şimdi yıkık dökük.

El arabaları ellerinde

işçiler var,

yıkıntıların içinde,

zayıf mı zayıflar

hava soğuk,

aylardan aralık,

üst baş perişan.

Taş taşıyor işçiler

bir zamanlar

park olan alanda.

Koca koca taşlar

yükleniyorlar,

indiriyorlar.

Hava soğuk

ve onlar üşüyerek,

onlar eğilip kalkarak,

her seferinde şekilleri bozularak

taş taşıyorlar.

Otobüs gecikiyor,

bekleyiş uzuyor.

Duraktaki yaşlı teyze

dertleşmeye fırsat kollamakta. 

 

Yoldan,

sabah karanlığında işe koyulup

anca böylelikle mesaisini erken bitiren

işçiler geçiyor,

kirli iş kıyafetleri üzerlerinde.

Çamura saplanmış da

çıkamıyorlarmış gibi

sağa sola yata yata

yürüyorlar

aynı,

parkta taş taşıyan işçilerin

şekilsiz hale gelmiş bedenlerine benziyor

bedenleri. 

Görünmeyen taşlar yüklenmiş gibi

zorlukla

ilerliyorlar.

Yaşlı teyze

gelmeyen otobüsten istifade

işsizlikten yakınmakta

ve de iş aramaktan.

Anlatıyor;

ne çocukluk yaşanılmış

ne de gençlik,

yaşlılıkta bahane değil açlık ve yoksulluğa.

Beride yaşlı bir amca ilişiyor gözüme

kış günü ayaklarında yazlık ayakkabı.

Bir başkasının üstünde sökülüp sökülüp dikilmiş bir mont.

Ötede, etraftan bulup buluşturduğunu sırtına takmış biri beliriyor

içinde kaybolmasından belli.

Yaşlı, genç, çocuk

hiçbirinde

dinçlikten eser yok

Nere baksam

yıkık dökük,

perişan.

Nere baksam yoksulluk,

yoksulluk hep

elde avuçta kalan.

Aylardan aralık,

hava soğuk,

üşüyoruz.

İki öfkeli damla süzülüyor yanaklarımdan

Teyzemse geç gelen otobüse kızmakta.

...

Ve günler

ağır aksak

geçerken

parklar yıkılıp

taşlar kaldırılıp kaldırılıp indirilirken, 

şekilsiz bedenler

daha da şekilsiz hale gelirken

daha erken kalkılıp,

mesailer daha geç bırakılıp

ve her adımda daha fazla çamura saplanmış gibi güçlükle yürünürken...

Dört mevsim giyilen tek çift ayakkabı da sökülürken,

paralanmış giysiler

tekrar ve tekrar paralanırken,

iş bulan yaşlı teyzem,

yine eli boş dönmekten kurtulamazken...

Ve günler

ve aylar geçerken,

hep aynı mevsimi yaşayanlar,

bu sokağın insanları,

aynı sokağın insanları,

hepsi,

sezilir de görünmez

bir huzursuzlukla

dolmakta.

Günlere

aylara

yıllara doldurulan

kaygılar, korkular, suskunluklar

şimdi içlerinde müthiş bir öfkeyi mayalamakta.

 

Sessizliğin sesin

Bakışların başka bakışların

izini sürdüğü havalar bunlar

elinin tersiyle sile dur gözünden süzülen yaşları 

bizi insanlaştırmış iken

şimdi sermayenin sultasında

bizi köleleştirmeye koşulan ellerimiz

helebir kavuşmayagörsün

bak işte sen o zaman,

ne bu bitmez kış kalacak

ne bu katran kokusu

ne elde avuçta bırakmayan iş

ne sonu ölüm işsizlik!

yoksulluk tütmez olacak sokaklar

bitecek el kapılarında mahkumluk, bitecek.

Sermayeyi yaratan

yarattıkça insanlığından olan bu eller

bildikçe onu

yıkmasını

binyılların hakkını alacak

alacak elbet!

Mutluluktan ırak

bu sokaklar

güzel günlere kavuşacak!

Kavuşacak elbet!

Ve yanaklarımızdan süzülen yaşlar

o vakit

mutlulukla akacak!

S. Gül