11 Aralık 2020
Sayı: KB 2020/Özel-26

Ya barbarlık içinde yok oluş ya sosyalizm!
Yaşam hakkımız için mücadeleye!
2021 bütçesi faize ve militarizme…
Emek penceresinden üçüncü çeyrek büyümesi…
AB-Türkiye ilişkileri üzerine
“Zirveler ülkesi” Türkiye!
Bir kez daha siyonist İsrail’in kapılarında...
Çürümüş rejimin pis kokuları yayılıyor
Yeni Sinbolar yaratalım!
Tüpraş’ta kölelik dayatması ve eylemler
100. Yılında Tarihsel TKP... Komünist Partilerinin Yakındoğu Çalışmaları
Yakındoğu’da Devrimci Hareket
Engels’ten anılar - Wilhelm Liebknecht
Alman polis teşkilatında ırkçılık
Fransa Bir-Kar: Sinbo işçileriyle dayanışmaya!
Tayland’da diktatörlük karşıtı kitle hareketi
Siyonist İsrail yine savaşı kışkırtıyor
Menzil, sırtını “sağlık sektörüne” dayamış
Uzaktan eğitim yine “error veriyor”
Çözüm işçilerin birliği ve mücadelesinde!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Çürümüş rejimin pis kokuları yayılıyor

 

Geçtiğimiz haftalarda gündemi meşgul eden konular, Saray rejiminin çürümüşlüğünü bir kez daha gözler önüne serdi. Mafya lideri Çakıcı’nın ana muhalefet partisi liderine karşı sarf ettiği cümleler ve ardından yaşanan tartışmalar gündemi meşgul etti. İstanbul Belediye Başkanı İmamoğlu’na yönelik suikast hazırlıklarının olduğu iddiası, Kılıçdaroğlu’nun öldürüleceği üzerine yazılan senaryolar TV ekranlarında bol bol tartışıldı.

Tüm bunlar olurken olağan burjuva hukuk çerçevesinde, tehditler savuran faşist mafya bozuntusunun derhal tutuklanması ve hakkında soruşturma başlatılması, başta iktidar partisi olmak üzere tüm siyasi çevrelerin yaşanan bu olaya karşı tepki göstererek mahkûm etmesi gerekirdi. Fakat, Türkiye’de beklenenin tam aksi oldu. İktidar sessizliğe bürünürken Çakıcı’nın dava arkadaşı olduğunu söyleyerek övünen Devlet Bahçeli bir kez daha mafya bozuntusuna arka çıktı. AKP’li bürokratlar Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanını eleştiren her sözünü özenle vatan hainliğine bağlama çabalarını arttırdı. Suikast benzeri senaryolar ihtimal dahilinde günlerce tartışıldı.

Dinci-faşist iktidarın düzen muhalefetine dahi tahammülünün kalmadığını gösteren bu tabloda Çakıcı’nın üstlendiği rol ise dikkate değer. Zira, serbest bırakılması için af çıkarılan Çakıcı, gelinen yerde rejimin kirli yüzünün temsilcilerinden biri konumuna gelmiş bulunuyor. Baskı ve zora dayalı rejim, artık tetikçilik ve tehdit işlerini doğrudan mafyalara ihale etmiş görünüyor.

Tek adam rejiminin ve onun kuklası konumundaki MHP’nin sallanan koltuklarını korumak için başvurmayacakları yolun olmadığı bir kez daha anlaşıldı. Burjuva hukuk ve demokrasisinin bile rejimin üzerlerine dar geldiği ve bir paçavra misali fırlatılıp atıldığı günümüz Türkiye’sinde, Çakıcı’nın nelere kadir olduğu sorgulanır oldu.

Elbette mesele, salt bir mafya bozuntusunun şahsı ve onun kirli dünyasında dönen kanlı icraatları değildir. Sorun, AKP-MHP rejiminin Çakıcı ve benzerlerinin kirli dünyalarının tezahürüne dönüşmüş bulunmasıdır. Şüphesiz, CHP’ye yönelen bu kin ve tahammülsüzlüğün katbekat fazlası yıllardır toplumun tüm muhalif kesimlerine, başta da devrimcilere yönelmekteydi. Yeni olan, kendinden olmayanı terörist ilan eden Saray rejiminin, artık vatan hainliği yaftasnıı CHP sıralarına dek genişletmesidir. Erdoğan’a yönelik en küçük bir eleştiri nereden geldiğinden bağımsız olarak hedef alınmaktadır.

CHP’nin ise bu saldırılar karşısında topyekûn bir duruş sergileyemeyeceği bilinen bir gerçek. Temsilcisi olduğu düzenin temellerine zeval gelmesini istemeyen CHP, göstermelik çıkışlarla saldırıyı geçiştirmiş oldu. Ancak bu topraklar artık mafya bozuntularının dahi siyasal iktidarın ve ortağının açıktan tetikçiliğini yaptığını ve iktidarın buna alenen destek verdiğini de görmüş oldu.

2020 yılında devletin çeteleşmiş yüzünü görmek için Susurluk vakalarına değil sosyal medyaya bakmak yeterlidir. Zira, AKP trolü tetikçi kalemler, sosyal medya mecralarında çeteleşmiş rejimin alenen savunuculuğunu yapmaktalar. İşçi ve emekçilere düşen görev ise bu kokuşmuş düzeni hak ettiği şekilde tarihin çöplüğüne yollamak için mücadeleyi büyütmektir.

 

 

 

 

 

Krizin de pandeminin de faturası kapitalistlere!

 

Kapitalistler bir yandan krizin ve pandeminin faturasını emekçilere ödetirken öte yandan servetlerini büyütmeye devam ediyor. 

 Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) eylül sonunda yayınladığı rapora göre, Aralık 2019’da banka hesabında 1 milyondan fazla para olan kişi sayısı 225 bin 441’di. Bu rakam Eylül 2020’ye kadar olan sürede 76 bin 123 kişi artarak 301 bin 564’e yükseldi. Milyonerlerin toplam mevduatı 1 trilyon 958 milyar 817 milyon lira. Yani milyoner başına düşen ortalama mevduat 6 milyon 496 bin lira. Rapora detaylı bakıldığında artanın sadece milyoner sayısı olmadığı görülüyor. Geçen yılın başından eylül ayının sonuna kadar olan zaman diliminde milyonerlerin serveti 567 milyar 218 milyon lira artmış.

Öte yandan, Türk- İş’in kasım ayı verilerine göre Türkiye’de açlık sınırı 2 bin 516 TL’ye, yoksulluk sınırı ise 8 bin 197 TL’ye yükseldi. Yoksulluk kategorisine giren kişi sayısı ise, (TÜİK 14 milyon olduğunu iddia etse de) araştırmalara göre 20 milyonun üzerinde. Yani Türkiye’de dört kişiden biri yoksul. DİSK’in yaptığı araştırmaya göre ise işçilerin %43’ü asgari ücretle geçimini sağlamaya çalışıyor. Geri kalan işçiler ise asgari ücretin biraz üstünde ücretlere çalıştırılıyor. Dolayısıyla çoğu işçinin ücreti giderek asgari ücrete eşitleniyor. Bununla birlikte, pandemi döneminde milyonlarca işçi asgari ücretin altında kalan ücretlere mahkûm edildi. Ücretsiz izin ve kısa çalışma ödeneği gibi uygulamalarla sermaye sınıfını ihya eden rejim, işçi ve emekçilerin yaşamını iyice kâbusa çevirdi. Ücretsiz izne çıkarılan ve ayda sadece 1168 TL reva görülen işçi sayısı iki milyonu aştı. 4 milyon işçi ise kısa çalışma ödeneği ile geçinmek zorunda bırakıldı. Ücretsiz izin vb. uygulamalar yüzünden kayıt dışı çalışmanın önü daha da açıldı. Yanı sıra, bu durum esnek ve güvencesiz çalışmanın yoğunlaşmasına da sebep oldu.

Türkiye’de servet-sefalet arasındaki uçurumun gün geçtikçe derinleşmesinin nedeni kapitalistlerin doymak bilmeyen kar hırsı ve sermaye devletinin işçi ve emekçiler üzerinde uyguladığı sosyal yıkım politikalarıdır. Bu durumun bir başka nedeni ise işçi sınıfının ve emekçi halkın saldırılar karşısında suskun kalmasıdır. Burjuvazi, işçi sınıfını gerici-şoven ideolojiyle sersemleterek, tarihsel ve sınıfsal bilincini dumura uğratarak, bölüp, parçalayarak ya da baskı ve zorbalığı tırmandırarak mevcut tabloyu sürdürmek istemektedir. Kendini çaresiz hisseden, birbirine karşı güven sorunu yaşayan ve işsizlik sopasını ensesinde hisseden işçi sınıfı ise, kendisine dayatılan kölelik zincirlerini bugün için parçalamakta güçlük çekmektedir.

Günümüz Türkiye’sinde işçi sınıfının bu cendereden kurtulmasının tek çıkış yolu sessizliğini bozması ve bir adım ileri çıkması ile mümkün olabilir. Bugün hak gasplarına ve ücretsiz izin saldırısına karşı sessizliği bozarak direnişe geçen işçilerin mücadelesi önemli bir yerde durmaktadır. Bu direnişler işçi sınıfına tutulması gereken yolu göstermektedir. Bu mücadele örnekleri çoğaltılmalı, birleştirilmeli ve sınıfın geneline doğru büyütülmelidir. Ancak o zaman işçi sınıfı çaresiz olmadığını fark edecek, birbirine karşı güven tazeleyecek, sefalete boyun eğmeyecek ve sefahat içinde yaşayan kapitalistlerden hesap sorabilecektir.