30 Nisan 2020
Sayı: KB 2020/Özel-1

Pandemi ve işçi sınıfı
Salgın ve güncel mücadele görevleri
İnfaz Yasası Meclis’ten geçti
Diyanet’ten “korona incileri”
BDSP’den 1 Mayıs çağrısı
İstanbul 1 Mayıs Platformu’ndan eylemler
DİSK’in görevleri ne olacak!
Ücretsiz izin saldırısı ve devrimci sorumluluk!
Pandemi, tarım işçileri ve kıtlık korkusu
İnsanca yaşam için 1 Mayıs’ta mücadeleyi büyütelim!
Korona günlerinde kadına yönelik şiddet...
Online eğitim sistemi sınıfta kaldı
Sistem sınıfta kaldı, gelecek sosyalizmde!
Koronavirüs salgını ve sınıf mücadelesi
Dünyada koronavirüs eylemleri...
Asya’da tekstil işçileri yıkımın eşiğinde
Pandemi-infodemi* gölgesinde ABD ve Çin kavgası
Açlık salgını
Koronavirüs gölgesinde büyüyen savaş makinesi
Yemen’de yanan ateş bu Körfez’i tutuşturur!
ABD Basra Körfezi’nde gerilimi tırmandırıyor
ABD’nin dayanışma düşmanlığı
Küba’nın “beyaz önlüklüler ordusu”
Avrupa’nın yuttuğu 10 bin kimsesiz mülteci çocuk!
İngiltere’de kayıt dışı göçmenleri bekleyen tehlike
Gerçek kadar sade bir insan - Maksim Gorki
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Dünyada koronavirüs eylemleri...

 

Şili’de direniş 

Şili’de yüzlerce kişi, gerici faşist Devlet Başkanı Sebastián Piñera tarafından açıklanan “yeni normal” koşulları reddettiklerini ifade etmek için, 20 Nisan öğleden sonra, Plaza de la Dignidad’da protesto gösterisi düzenledi. Polis ve Özel Kuvvetler, göstericilere her zamanki gibi tomaları da kullanarak azgınca saldırdı. Gösteride 14 kişi tutuklandı. Saldırının nedeni olarak, kamusal alanda 50’den fazla insanın toplanması yasağı öne sürüldü.

Sağcı Başkan Sebastián Piñera, önceki günlerde Covid-19 salgınının bir aşı bulunana kadar süreceğini, bunun iki yılı alabileceğini ve halkın “yeni normal” koşullarda yaşamayı öğrenmeleri gerektiğini açıklamıştı. “Yeni normal koşullar”a hükümet tarafından koronavirüsün yayılmasıyla mücadele için alınan önlemler de dahil.

Piñera, Şili halkının iki yıla kadar sürebilecek “yeni normal”den ne bekleyebileceğini, 18 Mart’ta 90 gün süreyle “felaket durumu” ilan ederek zaten ifade etmişti. Bu sözde önlemler, silahlı kuvvetlerin sokaklara yerleştirilmesini ve Savunma Bakanlığı’na bağlı askeri komutanların, “düzeni korumak” için bölge şefleri olarak atanmasını içeriyor. “Felaket durumu”, hareket ve toplanma özgürlüğüne getirilen karantina ve sokağa çıkma yasağı gibi kısıtlamaları sağlamak için mülklere el konulmasına da izin veriyor.

Covid-19 nedeniyle mart ayı ortasında felaket durumu ilan edilmesine dek, Şili’de milyonlar hükümete karşı sokaklarda militan protesto gösterileriyle direniyordu. 18 Ekim’de Piñera’nın toplu taşıma ücretlerini artıracağı yönündeki duyurusu üzerine başlayan protestolar kısa sürede milyonlarca kişinin katıldığı kitlesel gösterilere dönüşmüştü. Gösterilerde işçi ve emekçiler, gençler ve kadınlar hükümetin neoliberal politikalarına karşı sokakları terk etmeyerek, sosyal ve siyasal taleplerini gündeme getirmişlerdi. Piñera hükümeti şiddet kullanarak gösterileri bastırmaya çalışmıştı. Saldırılarda çok sayıda ciddi insan hakları ihlali yaşandı.

Başkent Santiago’daki Plaza Baquedano meydanı, gösterilerde Piñera’nın siyasetine karşı bir direniş sembolü haline geldi. Göstericiler, yeni bir anayasa, daha iyi sosyal statü ve onurlu bir yaşam hakkını savunarak bu alanda düzenli olarak toplandılar ve alanın adını “Plaza de la Dignidad” (Onur Meydanı) olarak değiştirdiler. Meydanın ortasında bulunan General Baquedano heykelini boyayan göstericiler burayı direniş ve sosyal talepli mesajları içeren pankartlar ve bayraklarla donattılar. Meydan gibi heykel de ayaklanmanın sembolü haline geldi.

İşte tam da 19 Nisan sabah saatlerinde, yani Piñera’nın “yeni normal” i duyurduğu gün, heykel eski yüzüyle yeniden ortaya çıktı. Yazılar yok edildi ve direnişin sembolik ifadesi silindi.

Birkaç gün önce Piñera, heykelin önünde oturmuş, rahat bir poz vererek fotoğraf çektirmişti. Devlet güçlerinin protestolar sırasında sayısız insan hakları ihlali yaptığı bu yeri seçmesi, geniş bir provokasyon olarak görülmüş ve sosyal medyada öfkeli yorumlara yol açmıştı.

Filistin’de salgın döneminde kadın cinayetleri artıyor

Filistin’de, koronavirüs salgını nedeniyle ilan edilen sokağa çıkma kısıtlanmasının başlamasından bu yana en az 5 kadın kocası tarafından öldürüldü.

Junge Welt gazetesinin 20 Nisan tarihli El Cezire’ye dayanarak verdiği habere göre, bağımsız kadın hareketi “Taliaat” (Ayağa Kalk) geçtiğimiz hafta Twitter’de, tüm ülkede kadına şiddeti ve kadın cinayetlerini protesto için kadınları 20 Nisan’da gösteri yapmaya çağırmıştı. Bu çağrı üzerine kadınlar 20 Nisan’da ülke çapında pencere ve balkonlara çıktılar, “Sessizlik yerine gürültü” sloganı ile tencere ve tavalara vurarak, kadın cinayetlerini protesto ettiler.

Dünyanın çok sayıda ülkesinde olduğu gibi Filistin’de de kadınlar, koronavirüse karşı korunaklı bir alan olması gereken kendi dört duvarlarının içinde büyük bir risk ve tehlike altındalar. Her türlü şiddetin sürdüğü bu sözde korunaklı alanlar bazı kadınlar için ölüm getiriyor.

“Taliaat” hareketi ilk kez “Özgür kadın olmadan özgür ülke olmaz!” şiarı ile 2019 sonbaharında kuruldu. Batı Şeria’da Israa Gharib isimli 21 yaşındaki genç bir kadının, internette bir erkeğin kendisine evlenme teklif ettiği bir videoyu yayınlanması üzerine ailenin erkekleri tarafından dövülerek öldürülmesi, kadınlarda büyük bir öfke patlamasına yol açmıştı.

El Cezire’nin haberine göre, feminist Arap hareketi “El-Siwar” (Bilezik) son haftalarda internet platformlarında aldıkları telefon ve mesajların üç kat arttığını ifade ediyor. Bu platformlarda kadınlar kocalarının kendilerini öldürmekle tehdit ettiğini bildiriyorlar. 22 Mart ve 15 Nisan arasında 900’den fazla kadın Çalışan Kadınları Geliştirme Derneği (PWWSD) yardım hattına başvurdu.

Al-Siwar Başkanı Lamia Naamna çocuklara yönelik şiddet ve istismarın da sokağa çıkma kısıtlamalarıyla birlikte arttığını açıklayarak, birçok Filistinli aile küçük apartman dairelerinde sıkış tıkış yaşıyor ve bu daracık alanlar kavga ve şiddet riskini artırıyor diyor.

Naamna’ya göre, İsrail’de Filistinli kadınlar için sadece iki kadın sığınma evi var ve sürekli olarak yer sıkıntısı yaşanıyor. Yeni gelen kadınlar salgın nedeniyle ilk önce testten geçiyor veya masrafları kendilerine ait olmak üzere 14 gün boyunca bir otele yerleştiriliyorlar. Zaten yoksul olan bu kadınlar bunu karşılayamıyorlar. İstisnai durumlarda aktivist kadınlar şiddete uğrayan kadınları kendi evlerine alıyorlar.

Yunanistan’da sağlık emekçilerinden protestolar

Yunanistan’da korona salgını sürerken, kamu sağlık sisteminin kronik yetersizliği, sağlık emekçileri tarafından ülke genelinde protesto ediliyor.

7 Nisan Dünya Sağlık Günü vesilesiyle, Yunan Hastane Doktorları Birliği Federasyonu (OENGE), ön cephede virüsle mücadele eden personel sayısında artış, yoğun bakım ünitelerinde daha fazla yatak ve koruyucu ekipmanla yeterli donanım talebinde bulunarak gösteriler düzenledi.

Başkent Atina’da doktorlar ve hemşireler tüm hastanelerin önünde protesto gösterileri yaptılar. Selanik, Volos, Trikala ve Karditsa gibi şehirlerde de direniş vardı.

Polis, on kişiden fazla insanın toplanmasını yasaklayan yasanın ihlal edildiği gerekçesiyle protestolara saldırdı. En büyük gerilim ise Atina’nın en büyük hastanesi Evangelismos’ta yaşandı. Burada polis hastaneye girerek protesto gösterisini dağıtmaya çalıştı ama sonuçta hastaneyi terk etmek zorunda bırakıldı.

Sokağa çıkma yasağı getirildiğinden beri polisin yetkilerini kötüye kullandığı bildiriliyor. İnsanlar gerekli bir çıkış kanıtını sağlayamazlarsa (örneğin alışveriş) para cezasına çarptırılıyorlar. Hatta evsizlere para cezası uygulandı.

Şu anda 24 Nisan itibariyle Yunanistan’da 2.490 korona enfeksiyonu ve 130 ölüm bildirildi. Rakamlar diğer Avrupa ülkeleriyle kıyaslandığında daha düşük. (Benzer bir nüfus büyüklüğüne sahip olan Belçika’da 44.293 vaka ve 6.679 ölüm kaydedilmiştir.)

Vaka ve ölüm oranlarının diğer ülkelere göre daha düşük olmasının, uygulanan sıkı kapanmanın sonucu olduğu ifade ediliyor. Daha şubat ayı sonlarında hükümet karnavalı iptal etti. 10 Mart’ta okullar kapatıldı. Bir hafta sonra da süpermarketler, fırınlar ve marketler hariç dükkanlar ve restoranlar kapatıldı. Ki o zaman daha hiçbir ölüm kaydedilmemişti.

Yunan işçi ve emekçilerinin tepkilerinden korkan sağcı Yeni Demokrasi (ND) hükümeti hızlı bir şekilde harekete geçmek zorunda kaldı. Başbakan Kiriakos Miçotakis’in, CNN ile yaptığı röportajda açıkça ifade ettiği gibi, sağlık sistemi “on yıllık kemer sıkma politikalarından sonra parçalanmıştı.” Miçotakis, “Diğer AB ülkelerine kıyasla daha fazla risk altında olduğumuzu acıyla biliyorduk.” demişti.

Son yıllarda Yunanistan’da sağlığa ayrılan bütçe yüzde 50 azaldı. Kamu sağlık hizmetlerine GSYH’nin sadece yüzde beşi (AB ortalamasından yüzde iki daha az) harcanıyor.

Kronik olarak yeterli personelin olmaması ve koruyucu ekipman eksikliği, hastaneleri pandemideki nispeten düşük sayıda hastaneye yatanlarla başa çıkmakta zorluyor. Çok sayıda sağlık çalışanına korona virüsü bulaşırken, yüzlercesi ise karantinada bulunuyor.

Sağcı muhafazakâr hükümet 2.000’den fazla yeni doktor, hemşire ve sağlık görevlisi kiraladı ve 2.000 yeni işe alım planlanıyor. Yeni personel geçici olarak işe alınacak ve şüphesiz pandemi bittikten sonra işten çıkarılacaklar.

Hükümet sistematik testlerin eksikliği nedeniyle de eleştiriliyor.

Bulgaristan’da Romanlar ilçede hapsedildi

Bulgaristan’da Roman azınlık korona salgını sırasında taciz ediliyordu ve ilçelerinde adeta hapsediliyordu. Bu durum Roman azınlık arasında huzursuzluk yaratıyordu. Nihayet 22 Nisan’da başkent Sofya’nın Roman bölgesi Filipovzi’de öfke sokağa taştı, romanlar polis ile çatıştı. Yüzlerce Roman, Filipozi’de ve Sofya’daki ikinci Roman mahallesinde bir grup genç bir engeli aşmaya çalıştıktan sonra hükümete karşı “İstifa!” sloganları attı.

Korona salgını nedeniyle ülke çapında sıkı sokağa çıkma düzenlemeleri sürüyor. Ancak Filipozi ve Faketa’nın dörtte üçü 16 Nisan’da tamamen kapatıldı. Polis tarafından tutulan kontrol noktalarından yalnızca bir iş veya sağlık sertifikası gösterebilenlerin geçmesine izin veriliyor. Romanlar’ın çoğu ise böylesi belgelere yoksun.

Sekiz milyonluk ülkede Romanlar’ın hayatı “normal” zamanlarda bile kolay değil. Resmi rakamlara göre Romanlar Bulgaristan’da 330.000 kişi ile en büyük azınlığı oluşturuyorlar. Birçoğu şişe ve çöp toplayıcı olarak varlığını sürdürebiliyor. Okula gitmeleri halinde Roman çocuklara genellikle ayrı sınıfta ders veriliyor. Yerleşim alanlarında genellikle içme suyu, elektrik ve kanalizasyon bulunmuyor. Çoğunun sağlık sistemine erişimi yok.

Bulgaristan insan hakları portalı Marginalia’nın raporlarına göre, halen işi olan birçok Roman son birkaç gün içinde işini kaybetti.

Web sitesi mediapool.bg’deki bir protesto raporuna göre, bir yorumda şöyle deniliyor: “Birçok Bulgar kesinlikle Romanlar’ın kapalı olduğundan memnun kalacak. Ben değil. Her taraftan ırkçılık ve baskı hissediyorum. Ben Romanım.”

Bangladeş’te tekstil işçileri ücretleri için direniyor

Bangladeş’in başkenti Dakka’da 7 yıl önce, binlerce işçiyi istihdam eden beş hazır giyim fabrikasının ve bir labirenti andıran dükkanların bulunduğu sekiz katlı Rana Plaza binası çökmüştü. 24 Nisan 2013 tarihinde gerçekleşen katliamda çoğu hazır giyim işçisi 1.100’ü aşkın işçi yaşamını yitirdi, yüzlercesi yaralandı.

Bu vahşet, küresel tekstil endüstrisindeki tehlikeli durumları tüm dünyada gözler önüne sermişti. Rana Plaza kompleksi, ülkenin giyim sanayisinin gösterdiği çarpıcı büyüme nedeniyle, ülkedeki sınırlı güvenlik ve imar kanunlarına aldırmadan aceleyle inşa edilmiş çok katlı binaların tipik bir örneğiydi.

Bugün aradan 7 yıl geçmesine rağmen yaralı kurtulan işçilerin büyük bir kısmına rehabilite ücretleri ödenmezken, çok sayıda işçi de ya aldığı yaralar nedeniyle ya da örgütlendikleri için iş bulamıyorlar. Tekstil işçileri halen ücretlerinin ödenmesi ve işyerlerinin korunması için mücadelelerini sürdürüyorlar.

İşçileri azgınca sömürerek kasalarını milyarlarca dolar kâr ile dolduran Inditex (Zara), C&A, Takko, Primark vb. emperyalist-kapitalist tekeller, korona salgını nedeniyle Bangladeş’teki yerli taşeronlarından 1,5 milyar dolarlık siparişlerini iptal ettiler. Rana-Plaza felaketinden 7 yıl sonra tekstil işçileri evlerine gönderildiler, fabrikaları kapatıldı. Sefaletin kucağına atılan işçiler şimdi açlık ile karşı karşıya ve yaşam mücadelesi sürdürüyorlar.

Haklarını almak için direnen tekstil işçileri, her sabah fabrikaya geliyor, ücretlerinin ödenmesini talep ediyor ve yollarda blokaj eylemleri yapıyor. Polisin kullandığı plastik mermiler ve şiddet onları kararlı mücadelelerinden alıkoymuyor.

15 Nisan’da da 25 bin işçi Dakka’daki otobanı işgal etti. İşçilerin kararlılığı ve mücadelenin yayılma potansiyeli işvereni ve devleti korkutmuş olacak ki, devlet işçilere ücretlerin ödenmesi için sermayedarlara 600 milyon avroluk ödeme yaptı. Ama birçok kapitalist, işçilere ücretlerini halen ödemiş değil.

Tekstil işçilerine reva görülen bu koşullar, tarihin en kanlı işçi katliamları yaşansa da sermaye sınıflarının ve onların egemen olduğu devletlerin daha fazla kâr uğruna, işçileri daha ucuza ve kötü koşullarda çalıştırmaktan geri durmadığına işaret ediyor. Bu koşulları ortadan kaldırabilmenin, yeni katliamları önleyebilmenin yolu ise işçilerin birliğinden ve örgütlü mücadelesinden geçiyor. Bu sömürü düzenine son vermek için sermaye sınıfının iktidarına son vermek gerekiyor.

Almanya’da Voith işçileri grevde

Bayern eyaletine bağlı Allgäu’de bulunan Sonthofen’de makina üreticisi Voith fabrikasındaki işçiler süresiz greve başladılar. 23 Nisan Perşembe günü sabah işi bırakarak greve giden işçiler fabrikalarının kapanma planına karşı çıkıyorlar. Oylamada, fabrikada çalışan IG Metall üyelerinin yüzde 98’i greve oy vermişti ve IG Metall sendikası pazartesi günü sendika yönetim kurulunda süresiz grev kararı almıştı. 

Fabrikada yaklaşık 500 işçi çalışıyor ve özel dişliler üretiliyor. Voith kapitalisti, 6 ay sonra bu fabrikayı kapatarak, üretimi daha büyük yerlerde yoğunlaştırmak istiyor. 

IG Metall yerel sekreteri Hornung bunun normal bir grev olmayacağını, salgın nedeniyle miting ve yürüyüşlerin yapılamayacağını ama grev nöbetleri tutulacağını açıkladı. Hornung bunun gerekli olduğunu, patronun ürettikleri ürünleri almak için ilk iki grev gününde işyerine birçok kez kamyon gönderdiğini söyledi. Yüze yakın işçi, kapitalistin bu çabasını boşa çıkarmak için özel arabaları ile işyerinin giriş çıkışlarını bloke ettiler ve kamyonları engellediler. 

Bu arada Almanya’da bir işyerinin kapanmaması için resmi olarak grev yapılamıyor. İşçiler sadece toplu sözleşme görüşmelerinde greve gidilebiliyorlar. Grev Komitesi Başkanı Jansen, “İşçiler işyerlerinin kapatılmasını engellemek istiyorlar. Bunun için ise mücadelede kararlılar ve bunun üç günde bitmeyeceğinin bilincindeler” açıklamasını yaptı.