27 Eylül 2019
Sayı: KB 2019/35

Geleceği, sınıf mücadelesi tayin edecektir!
AKP’nin yandaş sermayeyi kurtarma hamleleri
Siyonist işgalin harcı Türkiye’den
AKP’den yeni “yargı reformu” aldatmacası
“Yatırımlar çakıldı, işsizlik tırmandı, kredi talebi düşük”
Ulucanlar Katliamı’nın ve direnişinin 20. yılı
Hugo Boss İzmir, “Yardım Fonu” ile neyi amaçlıyor?
Çok yönlü saldırıları birliğimizi güçlendirerek püskürtelim!
Petrokimya İşçileri Birliği: Hangi su ile hangi kiri yıkayacağız şimdi?
Sınıf devrimcilerinden kıdem tazminatı gündemli etkinlikler
Çin Halk Devrimi’nin zaferinin 70. yılı!..
Dört bir yana yumruk sallamayalım - Mao Zedung
İran-ABD gerilimi ve artan savaş tehlikesi
Yemen halkının Suudi saldırganlığına karşı direnişi meşrudur!
Afganistan’da emperyalist işgal ve Taliban kabusu devam ediyor
FFF hareketi ve devrimcilerin sorumluluğu
Gericiliğin hedefinde İstanbul Sözleşmesi var!
“Her üniversite mezunu iş sahibi olacak diye bir şey yok!”
Düzenin “mutluluk” safsatasına kanmayalım
Devrimci samimiyet ve eleştirinin örneği: Rosa Luxemburg
Rus toplumunun aynası: İlya Repin
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

İran-ABD gerilimi ve artan savaş tehlikesi

 

Çözülen hegemonyasına rağmen kendisini halen dünyanın jandarması kabul eden ABD emperyalizmi, Ortadoğu’da büyük felaketlere yol açacak olan savaş kışkırtıcılığını pervasızca tırmandırıyor. Bu politikasını yıllardır daha çok İran üzerinden sürdürüyor. İran’a karşı savaş çığırtkanlığının son bahanesi, Suudi Arabistan’ın ulusal petrol tesislerine yapılan saldırılar oldu. Suudi petrol şirketi Aramco’ya ait iki tesisin hedef alınması, gerginliği tırmandırmış, tehlikeyi daha da büyütmüştür.

Yemen’i yerle bir eden, 100 binin üzerinde insanı katliamdan geçiren ve milyonlarcasını açlık ve kıtlıkla ölüme terk eden Suudi Arabistan’a karşı savaşan Şii Husiler, 10 insansız hava aracıyla (İHA) 14 Eylül’de iki petrol tesisine yapılan saldırıyı üstlendiler. Husi hareketi, düzenlenen saldırının, Riyad yönetiminin ülkedeki operasyonlarına karşı “meşru bir yanıt” olduğunu dile getirmişti. “Suudi rejimine bir sonraki operasyonun çok daha büyük ve sancılı olacağı sözünü veriyoruz” diyen Husiler, “Suudi hükümeti açısından tek seçenek bize saldırmayı sona erdirmesidir” açıklamasını yapmışlardı.

Dünyanın en büyük ham petrol ihracatçısı olan ve günlük 9,8 milyon varil petrol üreten Suudi Arabistan’ın ulusal petrol şirketi Aramco tesislerine düzenlenen saldırı, petrol üretiminin yüzde 50 oranında düşmesine yol açtı. Suudi Arabistan, günde yaklaşık 5,7 milyon varil petrol üretimi kaybına uğradı. Ham petrolün fiyatı yüzde 20 artarak 72 dolar seviyesine yükseldi.

Uzmanlar ve Suudi Arabistan tarafından üretimin tam kapasiteye ulaşmasının haftalar-aylar alabileceği belirtiliyor. Enerji Bakanı Prens Abdulaziz bin Selman, saldırı nedeniyle petrol üretiminin geçici olarak durdurulduğunu duyurmuştu. Küresel çapta günlük 7 milyon varilden fazla petrol ihraç eden Suudi Arabistan, petrol sektörünün kalbi durumda. Dolayısıyla kısa zamanda küresel petrol arzını karşılayamaması durumunda şu an 66 dolar değerindeki Brent petrol fiyatının varil başına 100 dolara çıkabileceği ileri sürülüyor.

Savaş histerisine yeni bahane

Kendisi nükleer anlaşmadan çekildiğinden bu yana İran’a yönelik saldırganlığı ve yaptırımları sistemli bir şekilde tırmandıran, fırsat buldukça da İran’ı savaşla tehdit eden ABD/Trump yönetimi, saldırıya karşılık vermeye odaklandıklarını ve çok sayıda ihtimali gözden geçirdiklerini belirtti. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, petrol tesislerinin vurulmasını, “dünya enerji arzına yönelik eşi görülmemiş bir saldırı” olarak tanımladı. Yemen bağlantısını da reddeden Pompeo, “saldırıların Yemen’den geldiğine dair hiçbir delil yok” dedi ve tüm ülkelere, “İran’ı kınama” çağrısı yaptı.

İran’ın desteklediği Şii Husi hareketi saldırıyı üstlenmesine rağmen saldırganlığın hedefine çakılan İran suçlamaları reddedip, Washington’un askeri üslerinin ve savaş gemilerinin İran füzelerinin menzili içinde olduğu tehdidini savurdu. İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif ise, İran’a yönelik herhangi bir ABD ya da Suudi saldırısının “topyekûn savaşa” yol açacağı uyarısında bulundu.

İran Dışişleri Bakanı’nın bu açıklamasına sarılan Pompeo, Suudi Arabistan’ın eli kanlı sicilli katili Prens Muhammed bin Salman ile yaptığı görüşmesinin ardından, “İran Dışişleri Bakanı topyekûn savaş ve Amerika’yla sonuna kadar savaşma tehdidinde bulunurken, bizler barışa ve barışçıl çözüme ulaşmayı amaçlayan bir koalisyon kurmak için buradayız” deme yüzsüzlüğü sergilemekten geri kalmadı.

“Barış ve barışçı çözüm” ikiyüzlülüğü bir yana bırakılırsa, ABD’nin stratejik hedefleri ve çıkarlarının İran’a karşı bir savaşı gerektirdiği ama bunun sanıldığı kadar kolay olmadığı biliniyor. “Ateşe hazırız” diyen Trump’ın, öte taraftan da “Saldırının arkasında kimin olduğuna inandıklarını söylemeleri ve hangi şartlar altında devam edeceğimizi duymayı bekliyoruz” sözleriyle topu Suudilere atması, demek oluyor ki ne yapacağına karar verememesi boşuna değildir. Kibri ve küstahlığıyla bilinen koca bir dünya devinin “hangi şartlarda devam edeceğini” belirlemesi için Suudilerden ne duyacağına gerçekten ihtiyacı var mıdır bilinmez, ama onun tereddüdünün gerisinde daha temelli nedenlerin olduğu kesindir.

Suudi Arabistan’ın stratejik mevzileri olan tesislerin dronelarla “kolayından” vurulması ve bunun püskürtülememesi büyük şaşkınlık yarattı ve Amerikan hava savunma sistemi Patriotları da tartışmaya açtı. Putin’in, Suudi veliahdını arayarak S-400’ler de dahil olmak üzere bir silah anlaşması önermesi de bunun ardından geldi. Suudi ekonomisine ağır bir darbe olan ve ABD’ye de adeta meydan okuma anlamına gelen bu saldırı karşısında sadece Suudilerin değil, Trump’ın da acze düşmüş olduğu görünüyor. Saldırının tek başına mı, yoksa İran’ın desteğiyle mi yapılıp yapılmadığından daha önemli olan, ABD ve Suudilerin tehditler savurmanın dışında halihazırda bir şey yapamıyor olmalarıdır.

Bu gelişmelerin yaşandığı dönemde İran Silahlı Kuvvetler Komutanı Tümgeneral Abdurrahim Musevi, 20 Haziran’da ABD’nin düşürülen İHA’sıyla ilgili dikkate değer bir açıklamada bulundu. Musevi, ABD’lilerin İran’a, “Biz de bir noktayı vuralım ve siz buna ses çıkarmayın. Dava bu şekilde kapansın” şeklinde mesaj gönderdiğini iddia etti. Tahran yönetiminin buna, “Eğer bir vurursanız 10 yersiniz” şeklinde cevap verdiğini söyledi. Savaşın başlangıcının ABD’nin elinde olmasının mümkün olduğunu fakat bitişin İran’a bağlı olacağını sözlerine ekleyen Musevi, “Çatışma başlarsa inisiyatif bizim elimizde olacaktır ve belirlediğimiz zamana kadar çatışmalar devam edecektir” ifadelerini de kullanarak, kendi cephesinden bir meydan okumada bulundu.

İran’a karşı bitmeyen savaş tehdidi ve tehlikesi

ABD emperyalizmi tarafından İran’a karşı gündeme getirilen ve olmadık bahanelerle sürekli gündemde tutularak kışkırtılan savaş, Ortadoğu’nun temel gündemlerinden biri olmaya devam ediyor. Vesile doğdukça İran’a karşı savaş seçeneğinin masada durduğu tehdidini yineleyen ABD, bunu başka nedenlerin yanı sıra asıl olarak İran’ın nükleer silah edinme çabasıyla gerekçelendiriyor. Gündeme gelmesi durumunda bunun nükleer silahların da kullanılacağı bir savaş olacağı bıkmadan tekrarlanıyor.

Kendilerini tüm dünyayı tehdit edecek düzeyde nükleer silahlarla donatmış bulunanlar ve bir savaş makinası olan İsrail’i de Ortadoğu’nun tek nükleer gücü haline getirenler, nükleer silah edinmek isteyen İran’ı, üstelik bizzat nükleer silah kullanmakla tehdit edebilecek kadar arsız ve ikiyüzlü olabiliyorlar.

İran’ın nükleer silah edinme çaba ve kararlılığı İran’a karşı izlenen saldırgan ve savaşçı politikaların elbette ki tek nedeni değildir. İran, bölgede çok büyük petrol ve doğalgaz kaynaklarıyla (dünyanın en büyük dördüncü petrol rezervlerine ve en büyük ikinci doğalgaz rezervlerine sahip) çok önemli bir ülke durumunda. Aynı zamanda dünyanın en önemli petrol ve doğalgaz havzalarının da merkezinde duruyor. Dolayısıyla, çok önemli bir jeostratejik konumda bulunuyor. Yanı sıra 83 milyonluk nüfusuyla ve bölgedeki en gelişmiş ekonomilerden biri olarak kazançlı bir pazar oluşturuyor ve Ortadoğu’daki egemenliği de giderek güçleniyor. Tüm bu özellikleriyle İran, on yıllardan beridir ABD’nin saldırı hedefindedir.

Öte yandan İran, Rusya’nın yanı sıra, dünyanın ikinci büyük ekonomisi olduğu ileri sürülen ve enerji ihtiyacının önemli bir bölümünü İran üzerinden karşılamayı hedefleyen Çin’le çok yönlü ilişkiler geliştirmektedir. Bu koşullarda nükleer silah edinecek bir İran’ın ABD, Batılı emperyalistler ve bölgedeki uşakların çıkarları için nasıl bir tehdit oluşturacağı ortadır. Dolayısıyla bu ülkeyi dize getirerek ele geçirmek, temel bir emperyalist amaç olarak öne çıkıyor.