22 Mart 2019
Sayı: KB 2019/12

Çözümsüzlük ve çıkış yolu
Kriz karşıtı mücadeleyi büyütelim!
Seçim malzemesi yapılan katliamlar
Savaşın 8. yılında Suriye: Halk için yıkım devam ediyor
Marmaray ve tren “kazaları”
“Sınıfa karşı sınıf!”
Sendika ağaları, korkunun ecele faydası yok!
“Sandık”larından güçlüyüz!
Emek cephesinin sırtını yere sermek istiyorlar
Bir yılda 1 milyon yeni işsiz
Komünist Enternasyonal için olgunlaşan koşullar - H. Fırat
Macar Devrimi’nin 100. yılı...
Kapitalizm dinci ve ırkçı terörün kaynağıdır!
AB emperyalizmi ve yeni sömürgecilik
2019 8 Mart’ı geride kalırken…
Gençlik hareketi olarak iklim grevi ve Türkiye
Kendi keyfinde
ESKON şirketinin işçi sömürüsü
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kendi keyfinde

 

Amaaan aman! Böyle bir zamanda görülmüş, duyulmuş şey değildir. Yıl olmuş kaç, medeniyetler bilmem nerede, bizim köyün elektriği gelmez, suyu akmaz. Normalde vardı ancak iki yıl önce bir uyandık ki, ne elektrik var ne de su. İki yıldır her bir şeyimiz telef oldu. Neler neler yaptık, nerelere nerelere gittik ama nafile. Yok kardeş yok. Herkes kendi keyfinde, kendi nemasında. Bak anlatayım neler olduğunu da dinle.

Her şey normal giderken bir sabah bir uyandık ki su yok. Gelir herhalde deyip beklemeye başladım. Ev halkına da durumu söyledim, onlar da beklemeye başladılar. Bir saat bekledik gelmez, iki saat, dört saat bekledik, yine gelmedi. Akşam oldu hâlâ gelmedi. Akşam olunca da öğrendik ki elektrikler de yok, gitmiş. Ertesi sabah, köy ahalisi ve muhtar toplaştık. Bu işe bir çözüm aramaya başladık. Köyün kahvesinde toplaşmıştık ve muhtar ilk konuşmayı yaptıktan sonra Koyuncugillerden Recep konuştu.

- Demek ki vakit gelmiş. Tasımızı, tarağımızı toplayıp bu köyden gitmek gerekiyormuş.

- Olur mu öyle şey deli, diye itiraz etti Mustafa. Hemencecik köyden kaçılır mı? Alt tarafı iki gündür yok elektrikle su.

- Mustafa haklı, dedi Halil. Elbet bir çaresi bulunur. Birilerine falan mı yazsak ha muhtar? Ne yapsak acep?

- Belediye başkanına yazsak gelir aslında. Seçimlerde onca katkımız oldu. Hem reklam şeysine hem oy şeysine baya yardım ettik. Eh, bizden iyisini bulacak değil ya. Mutlaka yardımımıza gelir, merak etmeyin siz.

Muhtar umutlu konuşmuştu. Bizi de umut sardı tabii. O heves ve umutla biz belediye başkanına yazdık. Ha bekle belediye başkanı gelecek, ha bekle yardım gelecek… Ama belediye başkanından en ufak bir cevap dahi gelmedi. Bu arada az bir süre beklemedik haa. Tamı tamına 22 gün bekledik, yani 22 gün elektriksiz ve susuz geçirdik ancak haber çıkmadı. Olacak iş değil, diyorduk. Hayır, hayır. Belediye başkanının gelmemesi olacak işler sınıfındaydı. Olacak iş değil dediğimiz, böyle bir zamanda elektrik ve suyun olmamasıydı.

Biz, bir gazla tekrar toplandık. Bu olayı çözmemiz gerekiyordu, çünkü susuzluktan kırılıyorduk. Bir sürü hayvan, ekin ziyan oldu susuzluktan. Af buyur abdest de alamıyorduk.

Yine ilk olarak Koyuncugillerden Recep konuştu.

- Ben diyorum size olmaz diye, beni dinlemiyorsunuz. Ne yapsak boş, bu durumu kabullenelim de kimseyi rahatsız etmeden gidelim bu köyden.

- Ulen Recep! Hiçbir şey yapmadan gitmek olur mu? Ne meraklıymışsın teslim olmaya.

- Mehmet doğru söylüyor, dedi Halil. Bir şeyler yapacağız ama ne?

Zaten Halil hep doğru bulmaya, birilerine hak vermeye bayılırdı. Ama yine de bir şeyler yapmaya çırpınan bir köylümüzdür. Biz böyle tartışırken, ortaya gazeteye haber verme fikri atılmıştı. Galiba Mustafa atmıştı bu fikri ortaya. Aramızda en okumuşu ve muhtar olduğu için yine o yazdı gazeteye mektubumuzu.

Aradan bir hafta geçmeden köyümüze kameralı, fotoğraf makineli insanlar geldi. Bu sefer istediğimiz oldu, dedik. Tam birisi muhtarı alıp konuşacakken, bir sürü araba yanaştı yanımıza. En cafcaflı olanın içinden kim indi dersiniz? Elbette belediye başkanımız. İşte şimdi her şey iyi gibi gidiyor, dedik ama erken davranmışız. Gazeteciler bir anda bizi bir kenarda bıraktı, hepsi belediye başkanının yanına gitti. Aman efendim, belediye başkanı kamerayı, fotoğraf makinesini görünce bir kasıldı, bir gerindi ki ben içimden dedim, şimdi gömlek ceket neyin yırtılacak da adamcağız çıplak çıplak ortada kalacak. Neyse ki öyle bir şey olmadan konuşmasına başladı belediye başkanımız.

- Kıymetli basın mensubu arkadaşlarım, değerli, çok değerli, çok çok değerli köylü kardeşlerim! Bu güzide köyümüze yapılan aşağılık saldırıyı esefle, şiddetle, hiddetle ve de nefretle kınıyorum. Bu saldırı, sadece bu güzide köyümüze değil, hepimize yapılmıştır. Ben belediye başkanı olarak hep köylerimiz için çalıştım ve hâlâ onlar için çalışacağımdan kimsenin şüphesi olmasın. Biz buradayız ve bu işin takipçisi olacağız. Teşekkür ederim.

Aman başkanım, ne saldırısı, kim kime saldırmış? Siz neredesiniz, diyecektik ki, daha nefes alamadan belediye başkanı arabasına bindi ve gitti. Tabii gazeteciler de arkalarından gitti. Biz yine dımdızlak kaldık ortada.

Bir zaman sonra su işini, öte taraflardan gıdım gıdım getirerek halletmeye çalıştık. En azından içmeye suyumuz vardı. Ancak elektrik hak getire. Mumlarla falan idare etmeye çalışıyorduk. Bunun böyle gitmeyeceğini hepimiz biliyorduk ancak elimizden bir şey gelmiyordu.

Bir zaman sonra, aşağı köyden üç dört kişi, köyümüze geldi. Başta muhtarları yürüyor, arkada köy sakinleri. Hâlimizi duyup gelmişler. Aman efendim, bizde bir sevinç, bir karşılama sormayın gitsin. Koca belediyenin etmediği yardımı, şuncacık köy edecek diye hürmet üstüne hürmet ediyoruz. Buyur ettik köy kahvesine. İlkin muhtarları konuştu.

- Valla neden bu hâl geldi başınıza, nereden geldi anlayamadık ama çok üzüldük.

- Eksik olmayın, dedi bizim muhtar.

- Çok üzüldük ama baya bir üzüldük. Sizin hâlinizi en iyi biz anlarız, başkası değil.

- Sağ olun, sağ olun.

- Biz Kurtuluş Savaşı’nı da işte böyle kazanmıştık. Mustafa Kemal ve askerleri, bütün imkânsızlıklara rağmen savaşı kazandılar.

- Tabii, tabii, dedi gelenlerden bir tanesi ve devam etti. Yapılan inkılâplar neyin büyük kahramanlık. Bu ülke kolay kurulmadı.

Biz birbirimize bakıyorduk şaşkınlıkla. Ne ilgisi vardı bunların elektrikle, suyla. Misafir oldukları için bir şey de diyemiyoruz. Ama onlar anlatıyordu. Hepsi de bildiğimiz şeyler ancak yine de dinliyorduk. Bir ara ben dayanamadım, araya girdim.

- Komşular, sağ olun. Kalktınız, geldiniz. Hoş geldiniz. Ama şunları bir kenara bıraksak da köyün durumunu mu konuşsak? Bir yardım edin bize, şu köyü şu durumdan kurtaralım.

- Valla bizim elimizden bir şey gelmez ki.

- E, ne diye toplaştık biz?

- Biz, hani öyle canınız sıkılmasın, vakit geçsin diye geldik. Ondan bunları hep anlattık. Yoksa yardım etmek kim, biz kim!

Bir ara kimse konuşmadı. Sonra yine muhtarları lafa girdi.

- Ama laikliği kolay elde etmedi bu memleket!

Baktı kimseden karşılık gelmiyor, tekrar sustu. Belli bir suskunluktan sonra müsaade isteyip, kalktılar. Biz köy olarak yine bir başımıza kaldık. Kendi içimizde de bir şey yapamıyorduk. Elektrik yok, su yok. İnsanlar bir sürü hayvanını kaybetmiş. Kim, kime ne yapsın? Dışarıdan da sesimizi duyan yok. Yokoğlu yok olmuştu köyümüz. Bir müddet böyle gitmiştik. Artık alışmıştık. Alışmasan ne yapacaksın ki?

Yine bir gün kahvede oturduğumuz sıralar... Yukarı tarafımızda kalan köyün sakinleri çıktı geldi. Önde imamları, arkada muhtar, onun arkasında üç beş köylü. Ne olursa olsun, başka bir insan görmek bizi mutlu etti, umutlandırdı. İmamları konuştu.

- Selamünaleyküm muhtar.

- Ve aleykümselam. Buyrun, buyrun.

Onlara güzel bir masa ayarladık, çaylarını verdik. Biz de etraflarına toplandık. Sanki stadyumda maç seyrediyorduk. İmamları konuşmaya devam etti.

- Bu hâl, hiç iyi bir hâl değil muhtar.

- Sorma imam efendi. Neden bizi buldu anlamadık.

- Bunda anlamayacak bir şey yok.

İşte bir çözüm yolu geldi, dedik ilkin. Sonra duyduğumuz şeye inanamadık.

- Cenab-ı Hak, kişileri boş yere cezalandırmaz. Muhakkak geçmişte işlediğiniz bir günah nedeniyle ilahî adalet sağlanmıştır.

- Aman imam efendi, olur mu öyle şey? Elhamdülillah hepimiz Müslümanız. Ne yanlışımız, günahımız olacak?

- Ben orasını bilmem. Bildiğim tek bir şey varsa, böyle bir dinsiz köye yardım mardım etmem.

İmam kalktı, gitti. Ben muhtara konuşmaya başladım.

- Aman muhtar, etmeyin, eylemeyin. İmamı geri çevirin de bir yardım edin bize. Biz günah neyin işlemeyiz, ne işimiz olur günahla.

- Siz günah işlemediniz diyelim. Yine diyelim ki yüce Rabbim size bu cezayı vermedi. O zaman bu elektriği, suyu kendiniz kestiniz. Sırf devletimiz dışarıya kötü gözüksün de bölünsün, yıkılsın diye.

- Senin dilin ne söyler muhtar?

- Benim dilim, gözümün gördüklerini söyler, dedi ve o da kalktı. Onun ardından köylüler de kalktı.

Yine kaldık bir başımıza. Bu sefer hem dinsizdik hem de vatan haini. Çare yok, böyle yaşayacağız, dedik. Ama böyle de yaşamak zordu be kardeş.

En son olan olayı da anlatayım da dinle. İlk başta gelen gazeteciler var ya, aha onlar biz çağırmadan geldi bu sefer. Onların arkasından, yine cafcaflı arabalar. Şaştık kaldık. Bu sefer bir beklentimiz yok ama ne için geldiklerini de merak etmiyor değiliz. Bu sefer en cafcaflı arabadan inen karşı partinin belediye başkan adayı. Beklentimiz yok dedik ama insanoğlu işte, bir umut doğuyor her zaman içine. Bizi düşündüğünden yapmasa bile, şu anda bulunan belediye başkanına inat olsun diye elektrik ve su problemimizi çözer diye düşündük. Yani bizim canımız öyle istiyor diyelim. Biraz köyü gezdiler, köy hakkında konuştular gazetecilerle. Sanki onlar oralı, biz ziyarete gelmişiz gibi bilmiş bir edayla köyü bize de anlattılar. Sonra yine bizi kenara ittiler ve belediye başkan adayı konuşmaya başladı.

- Köyümüzün durumunu görüyorsunuz. Bu güzel köye susuz kalmak, karanlıkta olmak yakışır mı? Yakışmaz. Biz bu köylüyle beraber çalışmalara başladık. Mücadelemizi edeceğiz ama izin vermiyorlar. Tabii biz sonuna kadar gideceğiz. Hayatım pahasına da olsa bu işi çözeceğime şerefim ve namusum üzerine söz veriyorum. Biz bu köy için varız, bu memleket için varız. Teşekkür ederim. Şimdi başka köylere gitmem gerekiyor.

Ne güzel başladı, sonunu nasıl getirdi. Yanımızdaymış! Valla ilk defa gördüm onu. Havasını attı, gitti. Yok kardeş yok. Herkes kendi keyfinde, kendi nemasında. Biz artık hiçbir şey istemiyoruz. Bizi rahat bıraksınlar yeter.

Kemal Kaçamak