18 Ocak 2019
Sayı: KB 2019/03

Tek çıkış yolu mücadele!
Seçim sandıkları değil fiili-meşru mücadele!
Adaletsiz bir düzende adil seçim olabilir mi?
Sermayenin 2019 yılı için “yüksek beklentisi” ve kaygıları
Hasta tutsaklar katledilmeye çalışılıyor!
AKP iktidarı ‘büyük yalanlar’a muhtaç!
Tekstil işkolunda TİS sürecine giderken…
Hak-İş: Sermayenin işçi sınıfı içindeki ajanı
İşsizlikte tırmanış devam ediyor
“Krizde gelir uçurumu büyüdü, maaşlarımız eridi”
Proletarya devriminin manifestosu - Rosa Luxemburg
Emperyalist dünya jandarmasının açmazları derinleşiyor
Kriz ve kitlesel işçi kıyımı
İsviçre’de ikinci büyük kadın grevine doğru
Görmezden gel, önlem alma, işten at!
“Tecavüzcülere af” yasası yeniden gündemde!
Hrant Dink’in ardından…
Paralı eğitim uygulamaları 1,1 milyon öğrenciyi okuldan kopardı!
Sinema sansür tanımaz
Her fabrikaya bir kreş!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sinema sansür tanımaz

 

İşçi ve emekçiler üzerindeki baskıyı yoğunlaştıran Tayyip Erdoğan-AKP iktidarı siyasetten hukuka, bilimsel gelişmelerden sanata her alanı kendi tekeline almaya, atılan her adımın denetiminden geçmesini sağlamaya çalışıyor. Bunun için kimi zaman açık baskıyı kullanırken, kimi zaman elindeki hukuki imkânları devreye sokuyor.

AKP, geçtiğimiz günlerde sinema sanatı alanında da bahsettiğimiz tekelleşmeyi hayata geçirmek için meclisten bir yasa tasarısı geçirdi. Adına “Sinema Filmlerinin Değerlendirilmesi ve Sınıflandırılması ile Desteklenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” dedikleri yasa teklifi geçtiğimiz haftalarda meclisten geçti. Yasaya göre, -özetle- gösterime girecek sinemalardan hangisine destek verileceği veya verilmeyeceğine AKP’nin oluşturduğu bir kurul karar verecek. Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan 3 üye, sektör temsilcisi 3 üye ve başkan olarak belirlenen bakanlık temsilcisinden oluşan kurullar, hangi filmlerin “destekleneceğini” belirleyecek.

Tabi kanun teklifi metninde mesele daha farklı bir şekilde, daha doğrusu farklı yönleri öne çıkarılarak sunuluyor. Yasanın çıkarılmasıyla, film izleme oranlarındaki artış, yerli film izlenmesindeki artış, ülkedeki film çekimlerindeki artıştan dolayı ülke ekonomisine getirisi, döviz girdisi, çekilen filmlerin ihracı ve milli tanıtım, uluslararası rekabet gibi başlıklarda gelişmeler hedeflendiği belirtiliyor. Fakat burjuvazinin çok bilinen bir taktiği vardır. Bir tane yalanı inanılır kılmak için beş tane doğru söylemek zorundalar. Ve asıl amaç kitleleri o bir tane yalana inandırmaktır. Buradaki asıl amaç da sinema alanında tekelleşmeyi sağlamaktır. Yani asıl mesele, kendi denetimlerinde olmayan sinema senaryolarının sansürünü de yasal güvence altına almaktır.

Peki, bu yasa başka neler diyor?

Sansür ile ilgili yapılacak toplantıların tüm giderleri bakanlık tarafından karşılanacak.

Yasada, “Desteklere ilişkin başvuru şartları, değerlendirme ölçütleri, destek alanın yükümlülükleri, ödeme şekilleri, harcama belgeleri, proje teslim süreleri, teminat ve kefalet hükümleri ile diğer hususlar Bakanlıkça çıkarılan yönetmelikle belirlenir” deniliyor. Ve haliyle insanın aklına çeşitli sorular geliyor. Örneğin değerlendirme ölçütlerini kim nasıl belirleyecek? Destek alanın yükümlülükleri denince insanın aklına sinemacıyı adeta para ile satın almak gelmiyor mu? Bunların bakanlıkça belirlendiği yerde, hükümete muhalif olan birinin, çektiği sinema için destek alabilme ihtimali nedir? Sorular çoğaltılabilir.

Sonuçta şu nettir ki devlet bir sınıfın bir sınıf üzerindeki baskı ve denetim aygıtıdır. Burjuvazi tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de devlet aygıtını işçileri, emekçileri, aydınları, sanatçıları ve toplumun tüm kesimlerini denetim altında tutmak için kullanır. Bugün sinema alanında yaptığı da bundan başka bir şey değildir. Sonuçta sinema da yeri geldiğinde sınıflar mücadelesinde rolünü kendi cephesinden oynayabilen bir sanat dalıdır. Ve gayet de etkilidir. Bunun farkında olan sermaye sınıfı kendini kaba-baskıcı göstermemek adına sansür aracını yasal bir kılıfla hayata geçirmeye çalışıyor. Bugünün geri atmosferinde bunu hayata geçirmenin önünde bir engel de görünmüyor.

Tiyatroların, işçi-emekçi eylemlerinin, grevlerin, kitapların, gazetelerin yasaklandığı, sansürlendiği bir düzende sinema da payını almadan edemezdi. Ve iktidar bu alana da el atmakta gecikmedi. Gerçi zaten TV’lerden de gördüğümüz gibi görsel araçları zaten sansürlüyor ve kendi siyasal amaçları için gayet etkin olarak kullanıyordu. Fakat son süreçte bu saldırısını yasal bir zemine yaslandırmaya başladı.

Fakat tarihsel gerçeklik bize göstermektedir ki sınıflar ve sınıf sömürüsü olduğu sürece ne yasaları ne de tankları onların yıkılmasını engelleyemeyecek. Her ne kadar sansüre başvursalar da gerçekler kendisini bugün sanatla yarın başka bir araç ve gereçle dayatacaktır. Zaten aynı sansürcü pratikleri bugünlerde internet vb. gibi kitle iletişim araçları üzerinde de uygulamıyorlar mı? Gerçeklerin üzerini kapatmaya çalışıyorlar… Fakat -eskilerin de dediği gibi- güneş balçıkla sıvanmaz. Ne hırsızlıklarını ne katilliklerini çıkardıkları yasalarla kapatabilirler. Er ya da geç gerçekler galip gelecektir.

F. Deniz

 

 

 

 

İşçi Kültür Evi’nde film gösterimi

 

Son dönemde sanatçılar üzerindeki artan baskılar gündeme alınarak Mamak’ta film gösterimi gerçekleştirildi.

İşçi Kültür Evi’nde 12 Ocak günü gerçekleşen etkinlikte Metin Akpınar ve Zeki Alasya’nın “Devekuşu Kabare” adıyla 1985 yılında yayınladığı “Yasaklar” isimli tiyatro oyunu izlendi. İktidarın çok yönlü ve absürt yasaklarını gündeme alan oyunun izlenmesinin ardından sanata ve sanatçılara yönelen baskılar üzerine sohbet edildi. Ayrıca muhalif cephede yer alan sanatçıların ise kendi kaderlerini işçi ve emekçi sınıflarla birleştirmesi gerektiği vurgulandı.