18 Ocak 2019
Sayı: KB 2019/03

Tek çıkış yolu mücadele!
Seçim sandıkları değil fiili-meşru mücadele!
Adaletsiz bir düzende adil seçim olabilir mi?
Sermayenin 2019 yılı için “yüksek beklentisi” ve kaygıları
Hasta tutsaklar katledilmeye çalışılıyor!
AKP iktidarı ‘büyük yalanlar’a muhtaç!
Tekstil işkolunda TİS sürecine giderken…
Hak-İş: Sermayenin işçi sınıfı içindeki ajanı
İşsizlikte tırmanış devam ediyor
“Krizde gelir uçurumu büyüdü, maaşlarımız eridi”
Proletarya devriminin manifestosu - Rosa Luxemburg
Emperyalist dünya jandarmasının açmazları derinleşiyor
Kriz ve kitlesel işçi kıyımı
İsviçre’de ikinci büyük kadın grevine doğru
Görmezden gel, önlem alma, işten at!
“Tecavüzcülere af” yasası yeniden gündemde!
Hrant Dink’in ardından…
Paralı eğitim uygulamaları 1,1 milyon öğrenciyi okuldan kopardı!
Sinema sansür tanımaz
Her fabrikaya bir kreş!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Hak-İş: Sermayenin işçi sınıfı içindeki ajanı

 

Sermayenin işçi sınıfı içindeki ajanı olan Hak-İş konfederasyonunun şefi Mahmut Arslan, taşerondan kadroya alınan işçilerin zam taleplerini dile getirirken dahi bu gerçeği ortaya koymaktan hiçbir sakınca duymadı.

İşçilerin huzursuzluklarının ve taleplerinin karşılanmamasının yerel seçimlerde AKP’nin başına bela olacağı kaygısıyla hareket eden Arslan, AKP şeflerine gönderdiği mektupta şu “uyarıyı” yapıyor: 

Mahalli seçimler sürecinde olduğumuzun altını çizerek, emekçi kardeşlerimizin, bu haklı ve yerinde taleplerine olumlu bir karşılık verilmesinin önemine vurgu yapmak istiyoruz. Bu nedenle, artan enflasyon karşısında eriyen ücretlerimizde ve sosyal haklarımızda en az enflasyon oranında (yüzde 20,30) artış/zam yapılmasını yüksek müsaadelerinize arz ediyoruz.” 

Kuşkusuz bu durum Hak-İş’in konumunu ve hangi sınıfa, hangi siyasal anlayışa hizmet ettiğini yinelemekten öte bir anlam taşımıyor. Ancak dün sermayeye gizlice hizmet ederken, bugün işçi sınıfına yönelik bu ihaneti gayet açık bir şekilde ifa ediyor.

Son yıllardaki Hak-İş pratiğine şöyle dönüp bir baktığımızda dahi bu sözde sendikanın misyonunun sermayenin çıkarları doğrultusunda hayata geçirilen veya geçirilmesi planlanan saldırıları işçi sınıfına kanıksatmak, bu saldırıları işçilerin lehineymiş gibi göstermek olduğu gayet net bir şekilde anlaşılacaktır.

*İşçi sınıfına yönelik saldırılar karşısında üç maymunu oynayan ve işçilerin bu saldırılara karşı harekete geçmesini engellemek için canhıraş bir çaba sarf eden Hak-İş, dinsel gericiliği işçi sınıfı içerisinde etkin bir konuma taşımak söz konusu olunca, miting düzenlemekten geri durmuyor. Bu anlayış Ağustos 2013’te Mısır’daki İhvan gericiliğine destek için Ankara Sıhhiye’de miting düzenleyen bileşenin bir parçası oldu.

* Hak-İş, üyelerinin Taksim 1 Mayıs’ına katılımını engellemek, hizmette kusur etmediği AKP iktidarının Taksim’e çıkanlar için “marjinal” söylemlerine destek vermek için her yıl farklı kentlere kaçtı. Üstelik bu mitingleri de AKP propagandalarına çeviren Hak-İş 2018 1 Mayıs’ını da Adana’da “Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet” şiarıyla kutlayarak işçi sınıfını şovenizmle zehirlemeye devam etti.

*Tek adam diktasının hayata geçirilmesi için 16 Nisan 2017’de yapılan Anayasa Referandumu sürecinde ‘Evet’ için çalışan Hak-İş, bu kararın çıkmasının ardından da 40 ilde 50 toplantı yaparak “millet iradesi” demagojisi yaptı. O gün “ekonomik krizlerin tarihe gömüleceğini” iddia eden Mahmut Arslan’ın bu söyleminin gerçeğe ne kadar aykırı olduğunu ise işçi ve emekçiler bizzat bugün yaşayarak görmektedirler.

* Denilebilir ki Hak-İş’in burjuvaziye en önemli hizmetleri içerisinde sermayenin çıkarlarının esas alındığı yasal düzenlemeleri işçi sınıfının çıkarına gösterme çabaları yer almaktadır.

Öyle ki bu yasaları işçi sınıfına kabul ettirebilmek için hazırlanan torba yasalarda yer alan göstermelik iyileştirmeleri “büyük kazanım” olarak işçi sınıfına yutturma gayesinde olan Hak-İş ağaları çok önemli saldırıların yasalaşmasında rol almıştır.

Bunun güncel örneği ise kıdem tazminatının fona devir adı altında ortadan kaldırılmak istenmesidir. Hak-İş sözde birkaç eleştiri ile işçi sınıfının çıkarlarını düşünüyormuş görüntüsü verse de Mahmut Arslan’ın, “Kıdem tazminatı fonuna sıcak bakan tek işçi konfederasyonuyuz” sözleri, gerçeği ortaya koymaya yetiyor.

*Hak-İş’in sermayeye son hizmeti ise 2019 asgari ücretine yapılan zammın ancak enflasyon farkına denk gelmesine rağmen sefalet zammını meşrulaştırmaya çalışmasıdır. Arslan, zam oranına ilişkin “mevcut ekonomik şartlarda makul kabul edilebilir” açıklaması yaparken, sarf ettiği “Bu ücret geçim ücreti değildir. Yani dört kişilik bir ailenin ihtiyacını karşılayacak biçimde belirlenmiyor. Tek kişilik bir çalışan için hesaplanıyor. Buna rağmen asgari ücret sanki geçim ücretiymiş gibi milyonlarca asgari ücretlinin duyguları ile oynuyorlar” sözleri ise yalnızca bir patron temsilcisinin ağzından çıkacak cümlelerdir.

 

 

 

 

Yeter ki isteyelim…

 

Her gün gazetelerde cinnet, intihar, dağılan aileler, cami avlularına bırakılan çocuk haberleri görüyoruz. “Sosyal yardım”larla geçinen insan sayısı artıyor. Sosyal medya videolarında pahalılığa verilen tepkileri izliyoruz.

Bunların yanı sıra işyerlerimizde sürekli hak gaspları yaşıyoruz. Bazen uzun vadede bazen günlük olarak yediğimiz içtiğimizde kısıntıya gidiliyor. Örneğin daha evvel çalıştığım bir mutfakta sabah kahvaltı hakkı kısıtlanmış, sadece çorbaya dönüştürülmüştü. İşe başlama saati, servis saati uymuyor diye önce 30 dakika sonra 1 saat erkene alınarak işgünü uzatılmıştı.

Tabi bir de düzenin empoze ettiği “tüketim kültürü”nün ceremesini çekiyoruz. “Tüketmiyorsan, ihtiyacın dışında harcamıyorsan insan değilsin” algısı sürekli yayılıyor. Özellikle düzenin ideolojik ve kültürel zehirlemesine açık olan genç ve yeni yetişen bireyler buna daha yatkın oluyorlar. Sonra da örneğin asgari ücretli bir babanın, 7.000 TL’lik telefon isteyen çocuğu ile sözde kültür çatışmasından söz ediliyor.

Kredi ve banka sektörü ile borç batağına gömülen insanlar olarak çareyi ölümde arar hale geldik. Örneğin, Samsun’daki döküm fabrikasında bir işçi kardeşimiz kendini kazana atabiliyor. İşyerlerinde intiharlar artıyor, ki bunun örneklerine zaman zaman devletin kendi memurları arasında da rastlıyoruz. İş kazaları artıyor, zira çoğunluğu maliyetten kaçma adına gerekli donanımı sağlamayan işveren ve iş(çi) sağlığı uygulamalarının hüküm sürdüğü bir ülkedeyiz. Şüphesiz “kaza”ların bir kısmı da tüm bu buhranlı hayatın, geçim sıkıntılarının getirdiği bunalımdan doğan dikkatsizlikten yaşanıyor. Sebep ne olursa olsun sonuç iş(çi) cinayetidir.

Saymakla bitiremeyeceğimiz toplumsal bunalımlar, insanların “ölmek en iyisi” cümlesi ile karşılansa da bununla çocuklarımıza bir gelecek sunamayız.

Çözüm ne, diyeceksiniz. Çözüm, sorunu üreten bozuk düzene karşı tek yumruk olabilmekte, örgütlü mücadelededir. Örgütlü mücadele deyince bir korku sarıyor bizleri, doğrudur… Ölümden, intihardan korkmayan biz işçi ve emekçiler bu bozuk düzene dur demekten neden korkarız? Çünkü birlik değiliz. Birlikten kuvvet doğar. Bu kuvvet tüm çarpıklıkları değiştirmeye yeter. Yeter ki isteyelim!

Ankara’dan Kızıl Bayrak okuru bir gıda işçisi