14 Aralık 2018
Sayı: KB 2018/47

Yerel seçimler yaklaşırken...
Fiili meşru mücadele dışında bir seçenek yok!
İnsanca yaşamaya yeten, vergiden muaf asgari ücret için mücadeleye!
AKP-saray rejimi bütçesi
Mutlusan, Borusan ve Greif’ten dersler
TOKİ direnişi ve ötesi
Kurtuluşumuz sınıfa karşı sınıf mücadelesindedir!
“Birlik olduğumuz koşullarda sorunların üstesinden gelebiliriz!”
Tarihin yeni sayfası açılıyor!
Dünyada sınıf ve kitle mücadeleleri
Fransa’da sınıf ve kitle hareketi sürüyor
Filistin halkı “tasfiye kuşatması”na direniyor
Derinleşen emperyalist rekabet ve petrol savaşları
“Öğrenci olmak da dert, mezun olmak da”
Kapitalist düzende anne olmak ve çocuklarımız
Çözüm sınıfa karşı sınıf!
Anlamak da değiştirmek de ancak Marksizm’de!
19 Aralık Direnişi 18. yılında
Buna da şükür!
İnsanca yaşamaya yeten ücret için mücadeleye!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Fiili meşru mücadele dışında bir seçenek yok!

 

Ekonomik krizin etkileri her geçen gün derinleşip, Erdoğan’ın “parlak” ekonomi yönetimi çökerken, büyüme balonları da patlıyor. Türkiye ekonomisinin durgunluk dönemine girdiği TÜİK’in açıkladığı verilere de yansıyor. Buna göre, ekonomi yılın üçüncü çeyreğinde ancak yüzde 1.6 büyüyebildi. Birinci çeyrekte yüzde 7.2, ikincide yüzde 5.3 olarak gerçekleşmişti.

Krizin yıkıcı etkilerinin görülmeye başladığı bu süreçte, asgari ücret görüşmeleri de başlamış bulunuyor. Ücretleri eriyen, alım gücü düşen işçi ve emekçiler asgari ücret zammına odaklanmış durumdalar. Bu süreç Ocak ayı zam oranlarını da etkileyeceği için tüm çalışanların ilgisini çekiyor.

Krize karşı tepkilerin biriktiği, ücretlerin alabildiğine düştüğü, işsizliğin arttığı bu süreci kuşkusuz sermaye ve devleti de ciddiyetle gözlüyor. Zira o çok korktukları sosyal patlamaların zemini her zamankinden fazla. Tek adam rejiminin dertlerine ne kadar deva olacağı belirsiz. Hoşnutsuzluğun, işsizliğin, yoksullaşmanın arttığı bir süreçte yaklaşan yerel seçimler ise ciddi bir zorlanma alanı.

Krizin faturası devlet terörü ile ödetilmek isteniyor!

Türkiye uzun süredir olağanüstü yöntemlerle yönetiliyor. Tek adamlığın ilanı için yalan-hileyle kurulan seçim sandıklarından en fazla %51-52 çıkartabildiler. Toplumun yarısını oluşturan milyonların tepkisi potansiyel bir tehdit olmaya devam ediyor. Toplumun bu yarısını korku cenderesine alarak susturmaya çalışırken, diğer yarısını da dinsel ve milliyetçi duygular körüklenerek, kutuplaştırıcı bir dil kullanarak ve yandaş-kayırmacı politikalarla yedeğinde tutmaya çalışıyorlar. Ellerindeki medya gücü, dinsel tarikatların desteği, yoksulları sosyal yardım sayesinde oy deposuna dönüştürme imkânlarıyla, toplumun belli kesimlerinin desteğini şimdiye dek koruyabildiler.

Ancak ekonomik krizle birlikte sermaye düzeninin yaşadığı çok yönlü sorunlar artmıştır. Hamaset dolu sözlerin karın doyurmadığı gerçeği kendini dayatırken, “büyüyen ve güçlü” Türkiye imajı hem iç hem de dış politikada giderek dökülmektedir. Popülist politikaların finansmanı da zorlaşmaktadır. Krizin faturasını işçi ve emekçilere öyle kolayından yükleyemeyeceklerinin farkındalar. Bu nedenle toplumun bir yarısına yönelik devlet terörü arttırılmakta, diğer yarısına böylelikle “yerli ve milli duyguları” şahlandıracak “düşman” yaratılmaktadır. En insani taleplerle harekete geçen havalimanı işçilerine yönelik saldırgan dil ve gözaltı-tutuklama terörü bunun bir örneğidir. En masum bir hak arama eylemini devlet terörü ile karşılayarak, işi baştan “sıkı” tutmak istemektedirler. Çünkü işçilerin fiili meşru mücadele yoluyla hak araması onların en büyük korkusudur. Greif direnişçilerine 4.5 yıl aradan sonra açılan dava da, fiili meşru mücadeleden ne denli korktuklarının göstergesidir.

Gezi”den korkmak, “Gezi” ile korkutmak!

Bir başka korkuları, Haziran Direnişi’nde olduğu gibi milyonların sokaklara çıkmasıdır. Aradan geçen bunca yıla rağmen raflardan “Gezi dosyaları” indirilerek, yüzlerce kişiye soruşturma açılıyor. Popüler isimler üzerinden Haziran Direnişi’nin “suç” olduğu algısı yaratılmaya çalışılıyor. Osman Kavala’nın “Gezi’yi finanse ettiği” argümanıyla gündeme getirilen gözaltılar ve tutuklamadan sonra sanatçı Mehmet Ali Alabora ve gazeteci Can Dündar için yakalama kararları çıkartıldı. “Gezi korkusu” ile hareket eden dinci-gerici iktidar toplumda bir “Gezi korkusu” yaratmak istiyor.

Fransa’daki “sarı yelekliler”in eylemleri de korkularını arttırdı. Sarı yeleklilere kin kusarken, kendi kitlelerine de böylesi eylemlere karşı “uyanık” olma çağrısı yapıyorlar.

Türkiye her gün yeni baskın ve gözaltı haberleriyle uyanıyor. Tüm eylemsel süreçlere tahammülsüz davranılıyor. Cumartesi Anneleri’nin eylemlerinin yasaklanması, 25 Kasım İstanbul eylemine saldırı gibi pek çok örnek yaşanıyor. Açlık grevlerinin olduğu bir dizi ilde HDP binalarına yüzlerce polisle yapılan baskınlarda zorbalık sergileniyor.

Kitleleri sokaktan, eylemden uzak tutmaya çalışmakla yetinmiyor, sosyal medyanın gücünü bildikleri için emekçileri evlerinde de baskılayıp susturmaya çalışıyorlar. Ellerinde işlevsel bir araçları da var: “Cumhurbaşkanına hakaret”! Bu kapsamda Erdoğan’ın ilk kez cumhurbaşkanı seçildiği 2014’te 682 soruşturma varken, bu sayı 2017’de 20 bin 539 olmuştur.

Önümüzdeki süreçte devlet terörünün artacağı açıktır. Ekonominin dibe vurduğu, hak ve özgürlüklerin ayaklar altına alındığı bir ülkede tepkiler er geç dışa vuracaktır. Bunu çok iyi bildikleri için baskı ve zorbalığın yanı sıra yalan-dolan ile yönetmeye çalışıyorlar.

Korkularını gerçek kılmak için mücadeleyi büyütelim!

Bilinmektedir ki, rüzgâr eken fırtına biçer! Bu fırtınayı yaratmak için işçi ve emekçilerin kendilerini engelleyen prangalardan kurtulup, fiili-meşru mücadele yolunu tutmaları gerekmektedir. Dinci-faşist iktidarın sonunu getirmenin başka bir yolu yoktur. Her türden hak arama yolunun kapatıldığı bugün, fiili meşru mücadele dışında yol aramak, yerel seçim başarılarına bel bağlamak, mevcut iktidarın ve sermayenin ekmeğine yağ sürmek demektir.

İşçi ve emekçilerdeki tepkileri sınıfsal temelde örgütleme, fabrikaları, meydanları, sokakları mücadele mevzilerine dönüştürme sorumluluğu önümüzde duruyor.

 

 

 

 

Haziran Direnişi’nin 1. yılında yapılan eyleme ceza

 

Sermaye devleti Haziran Direnişi’ne yönelik saldırılarını son süreçte yeniden öne çıkardı. Saldırıların yargı ayağında, İstanbul’da 6 kişiye daha hapis cezası verildi.

Haziran Direnişi’nin 1. yılında İstanbul’da yapılan etkinlikten yargılanan 6 kişiye 6 Aralık günü İstanbul 28. Asliye Ceza Mahkemesi, 10 aydan 5 yıl 8 ay arasında değişen oranlarda hapis cezası verdi.

Mahkeme Ali Tan Kutluay, Erkan Özcan Özen ve Seyithan Aytekin’e “Toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununa muhalefet”ten ayrı ayrı 10 ay hapis cezası verdi.

Tolga Tezmen, Kemal Ural ve Fatma Özdoğan hakkında da, “Toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununa muhalefet”ten ayrı ayrı 2 yıl 6 ay hapis cezası verdi.

Mahkeme bunlarla birlikte “Görevi yaptırmamak için direnme”den Ali Tan Kutluay, Kemal Ural ve Tolga Tezmen’e ayrı ayrı 1 yıl 6 ay 22 gün, Tolga Tezmen’e “Kasten yaralama” suçundan da 1 yıl 8 ay hapis cezası verdi.