23 Kasım 2018
Sayı: KB 2018/44

Dinci-faşist koalisyonun “tek kıblesi” ABD’dir!
Erdoğan’ın “kriz yönetimi”!
Erdoğan’ın kâbusu: Yine Gezi, hep Gezi!
Kimler Diyanet’i siyasete alet ediyor?
Sanayi ve inşaatta kriz: “‘En kötüsü’ henüz yaşanmadı”
Kriz, zamlar, enflasyon rakamları, imzalanan sözleşmeler...
MİB Kocaeli kriz raporu: İşten atmalar, ücretsiz izinler, artan baskılar...
Aygaz’da işten atmaya karşı direniş
Sermayeye hizmet eden, işçiye düşman iktidar
Proletaryanın büyük öğretmeni Engels 198 yaşında…
Direnişin gücü ve siyonistlerin geri adımı
Çiplerle emeğin köleliği derinleştiriliyor!
Şiddetsiz bir dünya için mücadele!
Dominik Cumhuriyeti’nin kelebekleri
Emekçi kadın mücadelesi ve Çorlu deneyimi
Türkiye’de yüksek eğitim gerçeği
Örgütsüz işçi öfkesini gücü yettiğine yöneltiyor
İki dava insanı olarak yürüdük yolumuzu...
Bir röportaj…
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

İki dava insanı olarak yürüdük yolumuzu...

Eşinden, can yoldaşından...

 

Sevgili Sinan,

Yarım asırlık bir yoldaşlığın ardından, hele de seni yitirmişken ne söylenir, nasıl anlatılır çok bilemiyorum. Bildiğim tek şey yarım yamalak da olsa bir şeyleri söylemem gerektiği.

Sen daha 23 yaşında bir üniversite öğrencisi ama aynı zamanda bir halk önderi, ben ise 21 yaşında ilkokul mezunu bir köylü kızı... O günün koşullarında sevdik birbirimizi. Yine o koşulların bizlere dayattığı hayatın içinde dimdik durmaya çalıştık.

Kolay şeyler yaşamadık, bilenler bilir. Ama yılmadık, iki dava insanı olarak yürüdük yolumuzu. Ayrıntıların içinde hiçbir zaman boğulmadık. Evimizi, yüreğimizi, emeğimizi, daha da ötesi kendimizi devrim davasıyla bütünleştirdik. Bizim için yoldaşlık ilişkisi bilindik her şeyin ötesinde en belirleyici olandı. Çok zorunlu olmasa resmi nikahımız da olmayacaktı. 12 Eylül’ün zindanlarında seninle görüşmek ve ilk çocuğumuzu görebilmen için yerine getirdiğimiz bir formaliteden ibaretti.

Yaşadığımız zorluklar, ayrılıklar, beklemeler ve kavuşmalar hayatımızın doğal ve olağan bir parçası haline geldi. Devrim davasının öncelikleri yaşamımızı belirleyen en temel şey oldu. Aramızdan ayrılmış olsan da bu değişmeyecek ve hep böyle kalacak. Yokluğunda daha çok zorlanacağız, bu çok kesin. Yüreğimin içine sakladığım acına tutunacak, partime, yoldaşlarıma ve çocuklarımıza sımsıkı sarılarak, her zaman yaptığımız gibi bunun da üstesinden geleceğiz. Ne acılar ve kayıplar yaşadık. En iyilerimizi yitirdik ama yılmadık. Bundan sonra da öyle olacak. Çünkü biz bir davanın insanlarıyız; bitmemiş, kapanmamış bir hesabımız var.

Kusursuz değiliz, olamayız, çünkü insanız. Bizlerin de kusurlu davrandığı zamanlar illa ki olmuştur. Ama önemli olanın her zaman ayağa kalkmak ve mücadele etmek olduğu gerçeği rehberimiz oldu.

Ola ki bilmeden kırdıklarımız, incittiklerimiz olmuştur. Ama ne anlam ifade eder ki, yitirdiklerimizin yanında kırılmak ya da incinmek? Aslolanın ne olduğunun farkında olanlar buna takılmaz, yaşamın küçücük ayrıntılarında boğulmazlar. Biz her zaman öyle yaptık, iyi ki de yaptık ve yapmaya da devam edeceğiz.

Seni anlatmaya kalksam eksik bırakırım diye korkuyorum. Yeterince anlatamam seni kelime hazinemle. Yaşadığın stresleri, sıkıntılarını ve çırpınışlarını anlatmaya kelimelerin gücü de yetmez. Ağız dolusu kahkahalarını, esprilerini ve hele de o güçlü hafızanı... Ya senin o ince yüreğine ne demeli... Tükenmeyen bir pozitif enerjiye sahiptin, insanlara karşı hep sevgi doluydu yüreğin. Yerin şimdi koca bir boşluk. Sanma ki sadece benim ya da bizim için... Dokunduğun her insanın hayatında koca bir boşluk bıraktın. Evet, senin bir yanın Sinan, bir yanın Tahsin Hoca, bir diğer yanın da boşuna Karadayı değildi.

Sevgili eşim, yoldaşım,

Şimdi geriye dönüp baktığımda görüyorum ki, ne çok şey biriktirmişiz bu hayatta. Yokluğunda iki çocuk büyüttüm, senin yokluğunu çok hissettirmeden... Devrimci yaşamın içinde senin yoldaşın ve eşin olduğunu hiç aklımdan çıkarmadım, elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım. Ne kadar becerebildim, bunu da en iyi partimiz ve yoldaşlarımız bilir.

Senin biriktirdiklerini anlatmaya ne hafızamın ne de dilimin gücü yeter. Ancak bir şeyi söylemeden geçemeyeceğim. Geçmişte yıllarca yan yana yürüdüğümüz, birçok şeyi paylaştığımız, yoldaş diye bağrımıza bastığımız kimi soysuzların senin ölümün karşısındaki sessizliklerini hiçbir zaman affetmeyeceğim. Oradan bile duyuyorum seni; boş ver, değmez diyorsun! Belki de sen haklısın ama bil ki çok kırgınım.

Sevgili yoldaşım, canım,

Benimki ne sıradan bir aşk ne de eşini kaybetmiş bir kadının acısı. Ben yarım asırdır yanında, arkasında yürüdüğüm can yoldaşımı yitirmişim. Hıçkırıklarım düğümlense de boğazımda, söz verdim sana, metanetli olacağım. Bazen zayıf davranıp kendimi koyuverdiğim de oluyor ama insanız be Sinan! Bunu da en iyi yine sen anlarsın.

Evimizde yine bir merkezi gece öncesinin telaşı ve stresi var ama
seninki gibi değil. Bazen yoldaşların “şimdi sırası mıydı Sinan” dediklerini duyar gibiyim.

Belki sensiz tökezleyeceğiz, boşluğunu doldurmak hiç de kolay olmayacak ama yolumuzu yürümeye devam edeceğiz. Bize emanet ettiğin Kızıl Bayrak düşmeyecek yere. Çocuğumuz gibi baktığımız, büyüttüğümüz partimiz daha da büyüyecek, serpilecek.

Sen rahat uyu yoldaş, emanetin emin ellerde olacak.

Hani iftar vaktine yakın susar ya insan

Yokluğun o denli yakıyor beni.

Söyle ne zaman okunur bu ezan.

Bir yudum su gibi özledim seni...

Can Yücel