29 Aralık 2017
Sayı: KB 2017/50

Saldırı furyası 2018’de de sürecek
Dinci-gerici iktidarın 2017 yılı icraatları
Tek tip elbise dayatmasına karşı tutsaklarla dayanışmaya
Kimin için kamu düzeni ve güvenliği?
Kalkınma Ajansları gerçeği - 2
Taşerona “kadro” düzenlemesi yasalaştı
TOMİS Genel Kurulu Sonuç Bildirgesi
2017’de işçi ve emekçi eylemleri
2017 işçi sınıfı için sert bir mücadele yılı oldu!
İstanbul’da ihraçlara karşı direniş 45. haftasında
OHAL’iniz de KHK’larınız da düzeninizi kurtaramayacak!
Taşeron işçileri olarak AKP’nin yalanlarına kanmayacağız!
Büyük madenci yürüyüşünün 27. yılı
Patrona kreş teşviği, işçiye aldatmaca
‘İstanbul gençlik meclisi’ kurultay gündemiyle toplandı
Güney Kürdistan’da protesto gösterileri
“Sıradan insanların, sıradan insanlarla birlikte sıradan insanlar için yaptığı devrim”
Katil devlet suçunu gizlemeyecek kadar pişkin
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kimin için kamu düzeni ve güvenliği?

 

Sermaye devleti 15 Temmuz’un ardından ilan ettiği ve süreklileştirdiği OHAL ile tüm toplumu zapturapt altına almaya devam ediyor. Bir yandan devrimci- ilerici kesimleri keyfi şekilde gözaltına alıp tutukluyor bir yandan sokağın sesini kısmaya çalışıyor. İşçi ve emekçilerin her türlü hak arama eylemine OHAL’i bahane ederek azgınca saldırıyor. Üstelik toplumsal duyarlılığın olduğu birçok eyleme de sürekli olarak yasaklamalar geliyor. Bunlardan en bilineni şüphesiz ki Yüksel Caddesi’nde yaşanan direnişi hedef alan ve Ankara Valiliği’nin Ankara’nın her köşesini kapsayan “eylem yasakları.” Yüksel Caddesi’nde oluşan duyarlılığı kırmak için özel olarak her ay eylem yasakları uzatılıyor. Caddede bulunan İnsan Hakları Anıtı’nın direniş süreci boyunca her tarafı bariyerlerle çevrilmiş ve seyyar bir karakola dönmüş olması, durumu özetliyor aslında.

Yüksel Caddesi’ndeki direnişi hedef alan eylem yasağının yanında Kürdistan’da kirli savaşın tırmandırıldığı günlerden beri devam eden sokağa çıkma yasakları ve eylem yasakları da aralıksız şekilde devam ediyor. Bodrumlarda, sokaklarda, evlerde yüzlerce genci, işçi ve emekçiyi katleden sermaye devleti şimdi de “yaşanmaz hale getirdiği” kentleri insansızlaştırma politikası izleyerek evleri boşaltıyor, Kürt halkını göçe zorluyor. Bunu da yine oralarda yaşamayı imkansız hale getirecek “sokağa çıkma ve eylem yasaklarını” düzenli olarak uzatarak yapıyor.

Sermaye devleti bu uzun süreli eylem yasaklarını ise “kamu düzeni ve güvenliği” bahanesi ile yapıyor. “Kamu düzeni ve güvenliği” bahanesine sığınmak ise yalnızca Türk sermaye devletine özgü değil. Kapitalizmin yaşadığı çok yönlü kriz ve krizin yarattığı sorunlar dünyanın her yerindeki işçi ve emekçilerin tepkisini büyütüyor. Savaşlar, ekonomik ve siyasal krizler, işsizlik, açlık ve yoksulluk kitlelerde öfke biriktiriyor. Sermaye devletleri de kitlelerde biriken bu öfkenin patlamasından korkuyor, buna dönük hazırlıklar yapıyor. Almanya, Fransa gibi sözde insan hakları ve demokrasinin beşiği olarak görülen ülkelerde son yıllarda uygulanan OHAL bunun bir göstergesi olarak karşımıza çıkıyor.

Çok yönlü krizler yaşayan Türk sermaye devleti de halklara, işçi ve emekçilere dönük saldırılarını hiç kesmiyor. 15 Temmuz’un ardından krizi daha da derinleşen sermaye devletinin topluma dönük azgın saldırısı bunun bir ispatı. Binlerce kamu emekçisini ihraç eden, ordusundan yargısına hiçbir kurumuna güven duyulmayan ve yaşadığı krizi Kürt halkına ölüm, işçi ve emekçilere kölelik zincirlerinin kalınlaşması olarak ödetmeye çalışan sermaye devleti, geleceğini güvence altına almanın yolunu baskı ve yasakları tırmandırmakta arıyor. “Kamu düzeni ve güvenliği” bahanesine sığınarak ilan ettiği bu yasaklar gerçekte sermaye devletinin her türlü mücadele dinamiğinden ne kadar korktuğunu gösteriyor. Sermaye devletlerinin “kamu düzeni ve güvenliğinden” anladıkları şey, gerçekte kapitalist sömürü düzeninin geleceği ve güvenliğidir. Ne halkların, ne işçi ve emekçilerin güvenliği onların umurunda değildir. Sık sık kamuoyuna yansıyan belgeler sermaye devletinin Suruç ve 10 Ekim Ankara Katliamı’ndan çok öncesinde bilgi sahibi olduğunu ifşa etti. Yani yüzlerce ilerici, muhalif insanın katledilmesi sermaye devletinin “kamu düzeni ve güvenliği” kapsamına girmezken, 29 Ocak’ta 15 bin metal işçisinin grevini TOMA üretiminin duracağı bahanesine sığınarak “milli güvenlik” gerekçesiyle yasakladılar. Evet, burjuvazi kendi sınıfının geleceği için “düzen ve güvenlik” kaygısıyla hareket ediyor. Kaygılanmakta haklılar da. Zira toplumu kuşatan gerici-faşist uygulamalar, sömürüyü yoğunlaştıran sosyal yıkım saldırıları milyonların öfkesini büyütüyor. Bugün için düzenlerini zorbalıkla ayakta tutsalar bile, kitlelerin devrimci isyanı burjuvazinin faşist baskı ve yasak zincirini parçalayıp atacaktır, burjuvaziyi ve sömürü düzenini yerle bir edecektir. İşte o zaman toplum barış ve huzur içerisinde, güvenlik kaygısı olmadan yaşayabilecektir.

 

 

 

 

Çetelere ‘cezasızlık’ yasalaştı

 

15 Temmuz darbe girişimini “Allah’ın lütfu” olarak değerlendiren AKP iktidarı kendi dikta rejimini kurmak için attığı adımlara her gün bir yenisini ekliyor ve bunları OHAL rejimiyle birlikte yasal kılıfına uyduruyor. Darbe girişiminin ardından Osmanlı Ocakları, “Halk Özel Harekat Derneği” gibi isimlerle çetelerini silahlandıran AKP, bu çeteleri işleyecekleri suçlarda cezadan muaf tutmak adına son KHK’ya bir hüküm ekledi.

696 sayılı KHK’daki 121. maddeye göre, “15 Temmuz’un devamı niteliğindeki terör eylemlerinin bastırılması” kılıfına uydurulacak saldırganlığın “hukuki, idari, mali ve cezai sorumlulukları olmayacak.” Kendisine muhalif olan her kesimi “terör” demagojisiyle hedef alan iktidar, KHK’daki söz konusu madde ile çetelerine cezasızlık koruması getirmiş oldu.





Polise posta açma yetkisi verildi

 

Sermaye iktidarı polis devleti uygulamalarını tahkim etmeyi sürdürüyor. Son çıkarılan 696 sayılı KHK’yla polislere mektuba el koyma ve okuma yetkisi getirildi.

KHK’daki hükümle CMK’daki “posta el koyma” maddesinde değişiklik yapılarak polislere postalara el koyma yetkisi getirildi. Eski uygulamaya göre el konulan postalar yalnızca hakim ve savcı tarafından açılabiliyorken artık savcı talimatıyla polislere postaları açma yetkisi verildi.

Yeni düzenlemenin “tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirmesi, uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçları, Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun’un 12’nci ve 13’üncü maddelerindeki suçlar, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 67’nci ve 68’inci maddelerindeki suçlarla sınırlı tutulduğu” iddia ediliyor.


 
§