29 Eylül 2017
Sayı: KB 2017/37

İşçilerin birliği halkların kardeşliği!
Milliyetçilikte yarışıyorlar
Bağımsızlık referandumu ve Türk sermaye devleti
BDSP, İstanbul ve Ankara’da Ulucanlar şehitlerini andı
TİS görüşmeleri yaklaşırken unutulmaması gerekenler
Memur Sen yandaşlıkta sınırları zorluyor
“Başka bir sendikal hareket mümkün!”
Fabrika çalışmalarımızın önemine ve rolüne dair...
Ekim Devrimi üzerine - V. İ. Lenin
Almanya seçim sonuçları ve yakıcı sorunları
Kürdistan bağımsızlık referandumu ve ötesi
Yurtdışında 100. yıl etkinliğine çağrı…
Filistin’i anti-emperyalist/anti-siyonist direniş özgürleştirir!
“Turnuvayı birliğimizi ve mücadelemizi güçlendirmek için bir adım olarak görüyoruz”
Kadının kurtuluşu sosyalizmde!
“Öz savunma”yı ihtiyaç kılan düzen yıkılmadıkça kadın cinayetleri devam edecektir
Değiştirmek için kapitalist dünyayı kavrama kılavuzu Kapital 150 yaşında
Hanedeki olasılık hikayesi
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Almanya seçim sonuçları ve yakıcı sorunları

 

Almanya seçimlerinde Hollanda ve Fransa’dakine benzer bir tablo ortaya çıktı. Hükümet partileri burada da seçimlerin kaybedeni oldular. Hükümet ortağı SPD ikinci paylaşım savaşı sonrasında aldığı en düşük oy oranı (%20) ile hezimete uğradı. Hükümetin büyük ortağı Hristiyan Demokratlar’ın durumu da onlardan farklı olmadı. Onlar da %10 civarında bir oy kaybı yaşadılar.

Sonucun özellikle SPD bakımından şaşılacak bir yanı yoktur. Sosyal yıkım politikaları denilince ilk akla gelen Hartz IV yasalarıdır ve bunlar Gerhard Schröder’in başbakanlığı döneminde çıkartılmıştır. Bugüne kadarki tüm sosyal yıkım ve savaş politikalarının altında da SPD’nin imzası bulunmaktadır. Haliyle, işçi ve emekçilerin, merkez sağ partilerden bir farkı kalmayan ve icraatları ile her defasında onları yıkıma uğratan hükümet ortağı bu partiye oy vermeleri beklenemezdi. Bu, hükümetin büyük ortağı Hristiyan Demokrat partiler için de fazlasıyla geçerlidir.

En dolaysız anlatımla, Almanya seçimlerinde iş başındaki hükümet ve hükümeti oluşturan partiler sadece uyarılmamış, bugüne kadar izledikleri sosyal yıkım ve savaş politikaları üzerinden adeta cezalandırılmışlardır. Dikkate değer bir diğer husus da şudur: İngiltere, Hollanda, Fransa ve şimdi de Almanya seçimleri, işçi ve emekçilerin seçimlere katılım ve bu partilere verdikleri oy oranları bakımından bu partiler şahsında düzenden bir kopuş içinde olduklarının ve düzen partilerine güven duymadıklarının göstergesi de olmuştur.

AfD’nin seçim başarısı ve arka planı

Avrupa belli bir süredir ırkçı-faşist partilerin seçim başarılarına sahne olmaktadır. Fransa’da Marine Le Pen’in liderliğindeki Ulusal Cephe, Hollanda’da Geert Wilders’in Özgürlük Partisi, Avusturya Özgürlük Partisi’nin dikkate değer seçim başarısına, şimdi de aldığı %13,5 oy oranı ile Almanya için Alternatif (AfD) eklenmiş bulunuyor.

Belirtmek gerekir ki AfD’nin seçim başarısında, emekçi kitleler nezdinde büyük bir yıpranma yaşayan hükümet partilerinin de rolü var. Zira işçi ve emekçilere dönük yıkım politikaları ve icraatları ile buna zemin hazırlamışlardır. Nitekim AfD’nin aldığı %13,5 oranındaki oyun, 1 milyonunun Hristiyan Birlik partilerine, 500 bininin de SPD’ye ait olduğu belirtilmektedir.

Dikkate değer olan, AfD’nin aldığı oyun %20'sinin işçilerden, %22'sinin ise işsizlerden geldiği tahmin edilmektedir ki bu da anlaşılır bir gelişmedir. Her şeyden önce küresel kriz, ırkçı-faşist partilerin seçim başarılarına sahne olan diğer Avrupa ülkelerindeki ile aynı düzeyde olmasa da Almanya’nın da bir gerçeğidir. Kapitalist sömürü, işsizlik, yoksulluk, ardı arkası gelmeyen sosyal hak gaspları yerlisi ve göçmeni ile Almanya’daki işçi ve emekçilerin de yakıcı sorunlarıdır. Seçim kampanyası sırasında bir tek Die Linke kimi sosyal sorunları gündem yapmıştır. SPD ve CDU/CSU bu sorunlara neredeyse değinmediler, hiçbir vaatte de bulunmadılar. Buna karşın AfD, tıpkı Hitler’in ‘30’lu yıllarda yaptığı gibi, bu sorunları istismar etti. Ajitasyonunun bir bölümü de bu sorunlar temelindeydi. Bu sayede hem işçilerden hem de işsizlerden kayda değer oranda oy aldı.

AfD’nin seçimlerdeki kirli silahı ırkçılık ve yabancı düşmanlığıydı. Yoğunlaşma alanı da göçmenler ve savaş mağduru sığınmacılardı. Öncelikli hedefi ise İslam ya da Müslümanlardı. Krizin, sosyal yıkım ve savaş politikalarının sorumlusu olarak onları işaret etti. “Ülkemizi ve halkımızı geri alacağız” şeklindeki ırkçı şiar eşliğinde, göç dalgaları ile Almanya’nın demografik yapısının alt üst olduğu, Almanya’nın tanınmaz hale geldiği şeklinde bir kara propaganda faaliyeti yürüttü. Bu en kabasından ırkçı-faşist propaganda ne yazık ki sosyal sorunlar nedeniyle bunalan, umutsuzluk ve çaresizlik içinde kıvranan işçi ve işsizler içinde, fakat en çok hükümet partilerinden umudunu kesen orta sınıfta karşılık bulmuş, oya dönüşmüştür.

AfD’nin en çok oy aldığı yerlerden biri de Almanya’nın en yoksul, en fazla göçmene ev sahipliği yapan ve orta sınıfının en huzursuz olduğu Doğu Almanya oldu. O kadar ki öteden beri burada her daim yüksek oy alan Die Linke az da olsa oy kaybederken, AfD burada ikinci parti konumuna çıktı.

Faşizm gitgide yakın tehlike haline gelmektedir

AfD şahsında ırkçı-faşist bir parti, ikinci paylaşım savaşından sonra, hem de 94 milletvekili ile ilk kez ve üçüncü büyük parti olarak Alman Federal Parlamentosu’na girmiş bulunuyor. Bunun kendisi, ırkçı-faşist saldırganlığın bundan böyle daha bir azgınlaşacağını, üstelik de burjuva yasallığı zırhına bürünerek parlamentoda da boy göstereceğini, yeni konumu ve imkanları ile parlamentoyu da ırkçı-faşist propaganda, ajitasyon ve eylemin arenasına çevireceğini anlatıyor.

Daha da önemlisi, bundan böyle Almanya’da bir süreden beridir suç olmaktan çıkartılıp, bir düşünce akımı olarak görülmeye başlanan faşizme daha hoşgörülü bakılacaktır. Keza faşist propaganda, eylem ve örgütlenmenin önü daha bir açılacaktır. Hitler artık açıktan anılacak, gestapo ruhu yeniden canlandırılacaktır. Parlamento amaca uygun biçimde kullanılacak, ancak, gerekli güce ve imkanlara ulaşıldığında, Hitler’in yaptığı gibi yok hükmünde sayılacak ve dosdoğru karşı-devrimci terör estirmek üzere sokaklara inilecektir.

Günümüzde Avrupa’da neo-faşist akımların, İslam dünyasında ise gerici dinci akımların öne çıkması ve önemli bir toplumsal destek kazanması olgusu dikkat çekicidir. Bu olgu, toplumsal-siyasal bunalım ile onun günden güne büyüttüğü toplumsal-siyasal hoşnutsuzluğun dolaysız bir yansımasıdır. 20. yüzyılın tarihsel deneyimlerinin de gösterdiği gibi, devrimci partinin ve sınıfın hazırlıksız olduğu her durumda, toplumsal bunalımın hoşnutsuzluğa ve yeni arayışlara ittiği kitlelerin bu türden sahte muhalif gerici düzen akımlarının tuzağına düşmesi her zaman ihtimal dahilindedir ve bu devrim için en büyük tehlikelerden biridir.” (TKİP IV. Kongresi, Ekim 2012)

Komünistlerin 5 yıl önceye ait bu tespiti güncelliğini bugün de korumakta ve fazla söze gerek bırakmamaktadır.

Günümüz Avrupa’sında ve Almanya’sında toplumsal-siyasal bunalım, bunun tetiklediği toplumsal-siyasal hoşnutsuzluk, yeni arayışları da içinde barındıran ve bir süreklilik kazanan sınıf ve kitle hareketleri vb. her şey var. Eksik olan devrimci parti ve sınıfın hazırlıklı oluşudur ki bu büyük bir tehlikedir. Zira arayış içinde olan hareket halindeki kitleler, devrimci bir alternatifsizlikten, bu anlama gelmek üzere devrimci bir önderlikten yoksunluktan dolayı neo-faşist parti ve akımların tuzağına düşmektedirler.

Demek oluyor ki devrim alternatifi var edilemezse tehlike büyüyecektir. Faşizm gitgide çok daha somut bir tehdit ve tehlike haline gelecektir. Fransa’da Marine Le Pen’in Ulusal Cephe’sinin, Hollanda’da Özgürlük Partisi’nin, Polonya, Macaristan, Avusturya’daki neo-nazi akımların ve Almanya’daki ırkçı-faşist AfD’nin kaydettiği seçim başarıları bu gerçeğin ifadeleridir.


 
§