21 Temmuz 2017
Sayı: KB 2017/28

Dikta rejimine karşı mücadeleyi yükseltelim!
Sırada tek tip elbise var
Basın özgürlüğü üzerine
AKP iktidarının büyüyen korkusu
Erdoğan’ın ağzından malumun ilanı
Sömürüye ve OHAL’e karşı sınıfın birliği ve dayanışması
Resmi işsizlik rakamları ve karartılamayan gerçekler!
İşsizlik Sigortası Fonu sermayenin hedefinde
Yazaki’de direniş üç haftayı geride bıraktı
Emekçilerin direnişi sürüyor: OHAL işçi ve emekçilere karşı ilan edildi!
“Bir kişi de olsa direniş devam edecek!”
SIO Automotive’de taşeron güvenlik işçilerinin direnişi üzerine
Uğur Konfeksiyon saldırılarına kadın düşmanlığını da ekledi!
Kızışan hegemonya kavgası ve Almanya-Fransa ekseninin savaş hazırlıkları
Mesleki eğitim ve mücadele semineri
Bakırköy’de rant projesi: 17 bin ağaç katledilebilir!
Yaşasın direniş, yaşasın zafer!
Kavganın partili şairi Vaptsarov
Gerçek özne
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Uğur Konfeksiyon saldırılarına kadın düşmanlığını da ekledi!

Tacize sessiz kalma!

 

Geçen sene sendika düşmanlığı ile gündeme gelen Uğur Konfeksiyon bu sefer de kadın düşmanı tutumlarıyla gündemde.

İş yerlerinde, özellikle de tekstil sektöründe kadın işçilerin karşı karşıya kaldığı taciz olaylarından bir tanesi de geçtiğimiz ay Uğur Konfeksiyon’da yaşandı. Evli, iki çocuk sahibi, Uğur Konfeksiyon’da İŞKUR İşbaşı Eğitim Programı kapsamında yeni işe girmiş bir kadın işçi, eşi de aynı fabrikada çalışan bir erkek işçinin tacizine uğradı. Kadın işçinin telefonuna kendisini rahatsız eden mesajlar geliyordu. Bu duruma sessiz kalamayan kadın işçi tacizci işçiyi iş arkadaşlarına teşhir ettikten sonra fabrika yönetimine şikayet etti ve tacizci işçinin işten atılmasını talep etti.

Tacize uğrayan kadın işçinin şikayetinin ardından fabrikada yaşananlar ise kadına yönelik taciz-tecavüz olaylarının sınıfsal boyutunu gözler önüne sermekte. Uğur Konfeksiyon yönetimi İş Kanunu çerçevesinde değerlendirildiğinde dahi tacizci işçiyi işten atması gerekirken, kadın işçiyi kandırmayı tercih etmiştir. Yönetim, tacizci işçiyi tazminatsız bir şekilde işten attığını söylemiştir. Bunun üzerine kadın işçi fabrikada çalışmaya devam etmiştir. Ancak İşbaşı Eğitim Programı’nın süresinin dolduğu gün kadın işçi fabrikaya gittiğinde tacizci işçinin işe devam ettiğini görmüştür. Kadın işçinin duruma tepki göstermesinin üzerine yönetim erkek işçinin avukat tuttuğunu, kendilerini tazminat davası açmakla tehdit ettiğini ve mecburen işe aldıklarını söylemiştir. Kadın işçinin ise İşbaşı Eğitim Programı’nın sonlanması fırsat bilinerek fabrika ile ilişkisi kesilmiştir.

Fabrika yönetiminin kadın işçiyi kandırdığı ortadadır. Açık bir şekilde görülmektedir ki fabrika yönetimi tacizci işçiyi korumuş, tacize uğrayan kadın işçiyi ise işten atmayı tercih etmiştir. Hukuki açıdan başlarının derde girmesini istemeyen fabrika yönetimi kadın işçinin İşbaşı Eğitim Programı süresinin bitmesini beklemiş, bu süreçte de kadın işçiye tacizci işçiyi işten attık yalanını söylemiş ve inandırıcı olabilmek için de bu süreçte tacizci işçiyi izne çıkarmıştır. Kısacası fabrika yönetimi tacizciyi koruyarak yapılan ahlaksızlığa ortak olmuştur.

Uğur Konfeksiyon’da yaşanan olay ve fabrika yönetiminin aldığı tutum kadın işçilerin yaşadığı çifte sömürü ve zorlukları bir kez daha tüm çıplaklığı ile gözler önüne sermiştir. Bedava ve güvencesiz işçilik anlamına gelen İşbaşı Eğitim Programı ile sömürülen kadın işçi tacizle karşı karşıya kaldığında da adeta cezalandırılmıştır. İşçi-emekçi kadınlar nasıl ki sokakta, evde tacizle karşı karşıya kaldıklarında hukuki yollarla dahi haklarını aramaları engelleniyor, tacizciler adeta ödüllendiriliyorsa; iş yerlerinde de benzer durumlar yaşanmaktadır. Bu durumda yapılması gerekeni ise Yazaki Direnişçisi Dilek Gültekin göstermektedir. Fabrikada yaşanan taciz olaylarına sessiz kalmadığı ve fabrikada örgütlenme çalışması yürüttüğü için işten atılan Dilek Gültekin başını önüne eğip gitmek yerine direnişe geçmeyi tercih etmiştir.

İşçi-emekçi kadınların iş yerlerinde karşı karşıya kaldıkları taciz, mobbing ve sömürüye karşı birlik olmaktan ve korkusuzca mücadele etmekten başka yolu bulunmamaktadır.

İşçi-Emekçi Kadın Komisyonları olarak Uğur Konfeksiyon’da yaşanan sürecin takipçisi olacağımızı ve tacize uğrayan ve işten atılan kadın arkadaşımızla elimizden gelen tüm dayanışmayı sergileyeceğimizi ilan ediyoruz.

Küçükçekmece İşçi-Emekçi Kadın Komisyonu

 

 

 

 

15 Temmuz’un birinci yılında sahte demokrasi nöbetleri!

 

15 Temmuz darbe girişiminin ardından Tayyip Erdoğan, rüzgarı kendi yönüne çevirerek, olaydan sonuna kadar faydalanmaya çalıştı. Daha ilk gece yarısında tüm halkı “demokrasi nöbetleri”ne çağırdı. Bir aya yakın süre her yerde sahte “demokrasi nöbetleri” tutuldu.

Fakat Tayyip Erdoğan’ın demokrasi anlayışı darbe girişimi sonrasında tüm açıklığıyla ortaya serildi. OHAL ve KHK’ların kimlere karşı uygulandığını, “demokrasi” dediklerinin kimin için demokrasi olduğunu yaşayarak gördük. 15 Temmuz gecesi TV kanallarından başı kesilen askerleri izledik. Dinci-gerici iktidarın beslediği IŞİD çetelerinin sokaklarda satırlarla dolaştığını film izler gibi izledik.

OHAL ve KHK’lar ile ilk önce “FETÖ” adı altında operasyonlar yapılmaya başlandı. Askerler, polisler, valiler, kaymakamlar vs. devlet görevlileri onar yirmişer görevden alındı ve tutuklandılar. Yine “FETÖ” ile suçlanan sermaye sahipleri gözaltına alındı ve birçoğu tutuklandı.

Kısa bir süre sonra sıra, Erdoğan’ın asıl hedefi olan muhalif kesimlere geldi. İlerici, demokrat, solcu binlerce kamu emekçisi ihraç edildi. Akademisyenler, öğretmenler görevden alındılar. Toplam 1125 dernek, 15 üniversite ve 19 sendika kapatıldı. Kapatılan dernekler, radyo ve TV kanalları arasında işçilerin haklarını savunan, Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) başta olmak üzere demokratik hak ve özgürlükler mücadelesi veren, kültür-sanat alanında faaliyet gösteren kurumlar vardı. Kısaca kapatılan derneklerin çoğu AKP iktidarına ve onun temsilcisi olduğu bu düzene muhalif derneklerdi. Tayyip Erdoğan’ın, “Biz OHAL’i devleti ‘FETÖ’den temizlemek için yaptık” yalanını görmek zor olmadı.

Bu saldırılardan işçi-emekçi grevleri de payına düşeni aldı. 21 Temmuz 2016’dan bugüne 5 grev yasaklandı. Böylece AKP döneminde yasaklanan grev sayısı 13’e ulaştı. AKP’nin OHAL döneminde yasakladığı ilk grev Asil Çelik grevi oldu. Ardından Akbank’ta BANKSİS üyelerinin, sonra Kristal-İş üyesi Şişecam işçilerinin, son olarak da Mefar İlaç Fabrikası’nda Petrol-İş’e üye işçilerin grevleri yasaklandı. Direnişe çıkan işçiler ise polisin azgın saldırısına maruz kaldılar.

Öte yandan AKP iktidarı, yok saydığı ve ötekileştirdiği Kürt halkına karşı acımasız saldırılara devam etti. Kürt illerinde neredeyse taş üstünde taş kalmadı diyebileceğimiz olaylar yaşandı.

AKP iktidarının dinci-gerici politikalarının öteki bir hedefi de kadınlar oldu. Dönem boyunca dinci-faşistlerin kadını yok sayan, aşağılayan açıklamaları eksik olmadı. Bu açıklamalardan cesaret alan gerici yaratıklar, pervasız saldırılara yöneldiler. Şort giyenler, yürüyüş yapan hamile kadınlar sokak ortasında dövüldüler, tartaklandılar, aşağılandılar. Saldırganlar ise göstermelik gözaltılardan sonra serbest bırakıldılar.

Bir yılın sonunda, Recep Tayyip Erdoğan tekrar “demokrasi nöbetleri” tutulmasını ve herkesin katılmasını istedi. Yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığımız gerçekler, demokrasinin kimin için olduğunu anlatmaya yeter de artar bile. Şimdi demokrasi nutukları atan Erdoğan ve onun şürekasına soruyoruz:

1) Sizin demokrasi anlayışınız, binlerce kamu emekçisini burjuva hukukunu dahi ayaklar altına alarak ihraç etmek midir?

2) Demokrasi, işçilerin grevlerini yasaklamak mıdır?

3) Bir avuç sermayedarın kazancını korumak için işçilerin iş cinayetlerinde katledilmesini (Soma’da olduğu gibi) izlemek mi demokrasidir?

4) Demokrasi dediğiniz, size muhalif olan herkesi gözaltına almak, cezaevine koymak mıdır?

5) Kadınların aşağılanarak, yok sayılarak kadınların sokak ortasında dövülmesi, taciz ve tecavüz edilmesi mi demokrasi oluyor?

6) Minicik çocuklara cemaat yurtlarında ve sokaklarda tecavüz edilmesini izlemek, hatta tecavüzcülere sahip çıkmak hangi demokrasiye giriyor?

7) Demokrasiden kastınız, bugün işini geri istedikleri için açlık grevinde olan Nuriye ve Semih’in ölmelerini beklemek midir?

Sizin demokrasi anlayışınız için daha çok soru sorulabilir ama bu kadarı bile yeterli, verecek cevabınız varsa. Biz işçi ve emekçiler, sizin dinci-faşist zorbalığınızdan başka bir şey olmayan kanlı demokrasinizi istemiyoruz. Şunu unutmayın ki ellerinizde işçilerin, emekçilerin, kadınların, çocukların, ezilen yok sayılan halkların kanı vardır. Elbet bir gün, akıtılan bu kanın ve gözyaşının hesabı sorulacaktır. İşçi sınıfı sizi de tıpkı geçmişteki iktidarlar gibi tarihin çöplüğüne atacaktır. İşte o zaman bir fare gibi kaçacak delik arayacaksınız, bunu sakın aklınızdan çıkarmayın…

İzmir’den emekçi bir kadın


 
§