Sınavlar ve gerçekler
Bu sene üniversiteye girmek isteyen milyonlarca liseli Mart ve Haziran ayında YGS (Yükseköğretime Giriş Sınavı) ve LYS (Lisans Yerleştirme Sınavı) maratonunu tamamladı. Hemen her sınav döneminde olduğu gibi, sınav sonuçlarından kaynaklı intihar eden gençler ya da birkaç dakika geç geldiği için sınava alınmayanlar yine gazete ve TV haberlerine yansıdı.
Bunların yanı sıra sınav sorularının içeriğine bir göz atılırsa eğer, özellikle tarih sorularının taraflılığını görürüz. Mart ayında yapılan YGS sınavının tarih testinde Sovyetler Birliği üzerine üç soru sorulmuş. Bir tanesi şöyle:
“Türkiye’nin dış politikada yaşadığı tehlikeler bazı şairlerin dizelerine yansımıştır:
Verilmeyecek şeyler vardır;
Şeref gibi, şan gibi,
Kars gibi, Ardahan gibi…
Bu dizelerin, aşağıdaki devletlerden hangisinin bu yerlere yönelik isteklerine dikkat çekmek amacıyla kaleme alındığı söylenebilir?”
Sorunun cevabı Sovyet Rusya. Bir başka soruda ise Ekim Devrimi’nden söz edilip, 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’na olan yararı sorulmuş. Başka bir soruda ise Rusya’nın Türkiye ve Yunanistan üzerinden Doğu Akdeniz’e yayılmak istediği söylenip, İngiltere’nin ABD’ye bir nota vermesi ile önlem almaya çağırdığı anlatılmış. Tüm bu sorularda dikkat çekilmeye çalışılan durum ise, Sovyetlerin tıpkı emperyalistler gibi “yayılmacılık” politikası güttüğü ve Türkiye için tehlike arz ettiği.
Sovyetler Birliği ile emperyalistler arasındaki temel ayrımı ortaya koymak gerekir. 1917 Ekim’inde Rusya’da Bolşevikler öncülüğünde bir sosyalist devrim gerçekleştirildi, işçi ve emekçi iktidarı kuruldu. Sosyalist bir düzen toplumun çoğunluğu olan işçilerin ve emekçilerin çıkarları üzerinden şekillenir. Ekonomik yapısı ise, planlı ve ihtiyaca göredir. Kapitalist/emperyalist düzende ise, toplumun azınlığı olan bir avuç asalağın çıkarlarına göre bir devlet ve ekonomik yapı vardır. Emek sömürüsüne dayalı kapitalist ekonomi biçimine bir anarşi hakimdir ve pazara, piyasaya göre üretim yapılır.
Birbirine tamamen zıt bu iki sistemin, sosyalizm ile kapitalizmin sınav sorusu üzerinden aynılaştırılması ve Sovyetler Birliği’nin emperyalist bir güç gibi yansıtılması nedensiz değildir. Zira Ekim Devrimi’nin 100. yılındayız. Günümüzde emperyalist-kapitalist sistemin yaşadığı çok yönlü kriz ve bu krizi yönetememeleri orta yerde duruyor ve sosyalizm güncelliğini halen koruyor.
Tarih sorularında işlenen bir diğer konu ise Ortadoğu idi. Haziran ayında yapılan LYS Coğrafya-1 testinde, “Ortadoğu’da yaşanan güncel sıcak çatışmalar üzerinde aşağıdakilerden hangisinin etkisi daha azdır?” diyen bir soru vardı. Şıklar arasında ise “enerji kaynaklarının paylaşımı”, “etnik milliyetçiliğin artması”, “otoriter yönetimler”, “mezhepsel çatışmalar” ve “su kaynaklarının paylaşımı” yer alıyordu. Cevap su kaynaklarının paylaşımı olacak. Neyse ki henüz su savaşları başlamadı.
Sınavlarda sorulan sorular burjuvazinin tarih öğretisiyle eşdeğer. Tarih derslerinde sınıflı toplumlar gerçekliği, sınıf savaşımları ve insanlık tarihinin şimdiye kadar gördüğü en kanlı iki savaş olan 1. ve 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın gerçek nedenleri anlatılmaz. Ortadoğu’da yıllardır süregiden savaşlar, görünürde etnik ve mezhepsel farklılıkları üzerinden devam ediyor. Ancak asıl neden emperyalistlerin Ortadoğu’nun zengin enerji kaynaklarına egemen olmak istemeleridir.
LYS’de sorulan sorular, açıkça öğrencileri yönlendiriyor; örneğin “bu savaşlarda Türkiye’nin hiç rolü yok” deniyor. Oysa Türkiye’nin ABD’nin taşeronluğunu yaptı; gerici şeyhler ile ittifak halinde Ortadoğu’dan pay kapma yarışına girdiği, IŞID’e yardım ettiği ve yıllardır katledilen mazlum halkların kanlarında işbirlikçi burjuvazinin ve AKP’nin parmakları olduğu biliniyor.
Tarih sorularında Osmanlı Devleti her zamanki gibi övülmüş, artık her yerde karşımıza çıkan Osmanlı arması da sorulmuş.
Sonuç olarak; eğitim sistemi bir toplumsal düzenin kendi geleceğini güvenceye alabileceği en temel alanlardan biridir. Burjuva ideolojisinin toplumda yer edinmesini sağlayan okullarda, özellikle tarih dersleri yanlış ve tek taraflı bilgilerle dolu. Bu kapsamda yapılan sınavlar da öyle.
Hiçbir resmi tarih kitabında işçi direnişlerinden, Marksizm ve Leninizm’den bahsedilmez. Çünkü emperyalist kapitalist sistemin en büyük korkusu onu yıkacak olan bu öğretilerdir.
Kartal’dan bir liseli
Enise İlin, Gülmen ve Özakça’nın direnişini selamladı
İzmir’de ‘Hayır’ protestolarında gözaltına alınıp sonrasında tutuklanan DGB’li Enise İlin, Şakran Kadın Kapalı Hapishanesi’nden gönderdiği mektupla Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın açlık grevi direnişlerini selamladı.
İlin’in mektubu şöyle:
“Duvarlar örülüyor meydanlara, okullarımız kışlalara çevrilmeye çalışılıyor, aslında sesimiz soluğumuz kesilmek isteniyor.
Yaratılan karanlığa teslim olmayıp direnişle göğü kızıla boyayışlarından tanıdık Nuriye ve Semih hocayı. Her gün onlarca insanın öyle umarsızca geçip gittiği caddelerden biridir Yüksel. Şimdi ise koca bir mücadelenin tanıklarından biri. Ankara’nın kışı ise alışılagelmiştir artık. Onların yaktığı direniş ateşi o sert soğuğu alt edip yüreklerimizi ısıttı. Bugün onların açlığı ‘adalete, eşitliğe, özgürlüğe’ duyulan açlıktır. Yani işçi-emekçilerden gençliğe, kadınlardan çocuklara, herkesin açlığıdır.
Onurlu mücadeleleri hepimizin mücadelesidir. Nazım Hikmet’in de dediği gibi;
‘... Ve zafer
artık hiçbir şeyi
affetmeyecek kadar
tırnakla sökülüp, kopartılacaktır!’
Şakran’dan Sincan’a selam olsun.
Devrimci Gençlik Birliği Tutsağı Enise İlin” |