13 Aralık 2013
Sayı: KB 2013/48

“Çözüm süreci” ve Öcalan’ın Gever açıklaması..
Erbil’deki hesap Bağdat’tan döndü!
Ecel korkusu pervasızlaştırıyor!
Hak ve özgürlükler mücadele ile kazanılır!
“Yargılanan değil, yargılayan olacaklar!”
Maraş Katliamı’nı unutmadık, unutturmayacağız!
‘Kızılelma’ ve Alevi gerçekleri
Kazanmak için bir adım ileri!
Asgari ücret görüşmeleri başladı
Sefalet ücretine hayır!
Saldırı paketi, güç dengeleri ve sendikal hareket...
“İşçi sınıfı kazanılmış hakları konusunda ortaya bir irade koydu!”
Grev, soluklu bir mücadelenin parçası olarak değerlendirilmelidir
Köksüz bir yazarın kök arayışı - 2 K.Toprak
Mandela; düzene karşı direnişten düzenle uzlaşmaya...
ABD yönetimi ‘yeni bütçe krizi’ telaşında
Bölgede yeni durum ve İran
Savaşlarda kadına yönelik şiddet tırmanıyor
Kadın cinayetleri hız kesmiyor
Direneceğiz! Örgütleneceğiz!
İÜ’de gençlik, polisin keyfini kaçırıyor
Gençlik hareketi ve örgütlenme ihtiyacı
Gezi tutsaklarıyla dayanışmayı yükseltelim
Büyük zindan direnişinin 13. yıldönümü
“Bedel ödeteceğimiz günler çok uzakta değil”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Bedel ödeteceğimiz günler
çok uzakta değil”

 

Devrimci meşruiyet, devrime beynen ve kalben inanmış, kişiliğine yedirmiş devrimcilerde olur. Devrimci meşruiyetle hareket etmeyen kişilerin ise, devrim marotonunda nefesi tıkanır ve düşerler. 19 Aralık’ı bugün, katliamdan önce direnişle anmamızı sağlayanlar ise, kesinlikle devrimci meşruiyetle direnenlerdi.

20 Ekim 2000’de Ölüm Orucu Direnişi’ne başlarken, amacımız hücreleri yıkmaktı. Çünkü tecrit edilmiş bir yaşam, insani olmadığı kadar, devrime de büyük bir saldırıydı. Bu yüzden hücreleri yıkmak, hem insani hem de siyasal olarak, komünist ve devrimcilerin göreviydi. Hatta tecrit yaşamamak devrimciliğin olmazsa olmaz koşuluydu. 19 Aralık’tan bugüne F tipi hücreler uygulamada. Komünistler ve devrimciler mekansal olarak hücrelerde. Ama kesinkes tecrit yaşamıyorlar. Tek başına hücrede kalan bir devrimci bile, tecrit yaşamıyor. Evet, bir devrimci mekansal açıdan tek kalabilir, ama yüreği yoldaşlarıyla birlikte çarpar. Yaşamı kaldığı mekanın yüzölçümüyle sınırlı değil, yalnızca yaşadığı coğrafyayla değil, dünyanın tamamıyla ilişkilidir.

Ölüm Orucu eylemi, ölmeyi istemekle aynılaştırılıyor. Daha doğrusu çarpıtılıyor. Hiçbirimiz, ölümsüzleşenler de dahil hiçbirimiz ölmeyi istemiyorduk. Ama kazanmak için ölümü göze almıştık. ‘82 Ölüm Orucu Direnişi’nde ölümsüzleşen M. Hayri Durmuş’un dediği gibi, hepimiz “yaşamı, uğrunda ölecek kadar çok” seviyorduk. Uğrunda ölecek kadar çok sevdiğimiz yaşam ise, onurlu ve devrimci değerlerimizle birlikte var ettiğimiz yaşamdı. Böyle bir yaşam, uğrunda ölünebilecek meşruluktaydı.

19 Aralık 2000’de saat 05.00’te, 20 zindana birden saldırırlarken, ölümü tereddütsüzce göze alanlarla karşılaşacağını biliyordu faşist sermaye devleti. En son Ulucanlar zindanında olduğu gibi, devrimci meşruiyetle örülmüş bir kaleye çarpacaklarını biliyorlardı ama, kabullenemiyorlardı. Ümraniye, Çanakkale ve Bayrampaşa zindanlarında 2-3 gün süren bir direnişle karşıladık saldırganları. 19 Aralık’ta, yoldaşları ve devrim için tereddüt etmeden feda eyleminde bulunan Hasan Güngörmez’i gördüm... Yoğun gaz altında, insanın refleks olarak ağzına kapatacağı bezi Ölüm Orucu direnişçisinin ağzına kapatan Eyüp Baş’ı gördüm... Ölüm Orucu direnişçilerini korumak için bedenini çatıdan yağan kiremitlere siper ederken “kusura bakmayın sizi yeterince koruyamadık” diyen siper yoldaşlarını gördüm... Yalnız ben değil, dost-düşman herkes gördü bunları.

19 Aralık’ta biz tutsaklar olarak içerde yaşanacak saldırıya hazırlıklıydık. Ne var ki dışarısı hazırlıklı değildi. 19 Aralık öncesinde binler, sabah, öğlen, akşam eylemler yaparken, 19 Aralık sonrasında Cengiz Soydaş 21 Mart’ta şehit düşene kadar dışarıda yok denecek kadar az eylem oldu. Yani o dönem için karamsar bir tablo çizilebilirdi. Karamsar tablo içinde yer yer Tekel direnişi gibi ışık hüzmeleri oldu ama, devrimin kıvılcımı asıl olarak Haziran Direnişi’nde çakıldı. Zindanlarda hücreleri parçalamıştık, Haziran’da dışarıda hücreler parçalandı. Dışardaki hücrelerin çimentosu korkuydu. Korku aşıldı, hücreler yıkıldı...

Haziran Direnişi’ne devrimciler öncülük etmediyse, bütün bu gelişmeler nasıl yaşandı? 19 Aralık da dahil 70’lerden bu yana yaratılan devrimci direniş geleneğinin işçi emekçiler başta olmak üzere toplumdaki izdüşümüydü yaşananlar. Haziran Direnişi öncesinde bu izdüşüm çıplak gözle görülemiyordu. Direnişte ise reformist değil ama kör gözlerin dahi görebileceği belirginlikteydi. 19 Aralık’ta devrimci meşruiyetle kazandık. Çok ağır bir bedel ödedik, ama, Haziran gösterdi ki, bedel ödeteceğimiz günler çok uzakta değil.

Faşist sermaye devletinin, keyfiyete varan saldırılarıyla, yeniden inşa etmeye çalıştığı korku duvarlarını, hücrelerini, yasalara hapsolarak değil, devrimci meşruiyetimizle yıkacağız.

Biz kazanacağız! Devrim kazanacak!

M. Kurşun

 
§