30 Kasım 2012
Sayı: SİKB 2012/14 (47)

 Kızıl Bayrak'tan
NATO sorunu devrimin geleceği sorunudur!
Gazze katliamı, AKP’nin tutumu
ve gerçekler
“Fişleme politikası” doksan yıllık
devlet geleneğidir!
Evren ve Şahinkaya darbeyi sahiplendi
Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu raporundan yansıyan karanlık tarih
RedHack davasında tahliye!
Asgari ücretin belirlenme sürecini örgütlenme seferberliğine dönüştürelim!
“Taleplerimiz karşılanana kadar
mücadelemize devam edeceğiz!”
Kapitalizm öldürüyor
İş cinayetleri yasa dinlemiyor
Çukurova’da 25. yıl coşkusu
Parti Okulu Alaattin Karadağ Devresi...
25. Yıl: Geçmişten geleceğe parti
Komünist hareketin 25. yılı kutlandı!
25. yıl etkinlikleri üzerine
Bangladeş’te katliam ve protestolar
2012 6 Kasımı’ndan yansıyanlar
Yeni YÖK Yasa Tasarısı Aralık ayında meclise sunulacak
Kadına yönelik şiddete karşı mücadeleye!
Zaman’ın kanlı elleri ‘kardeşliğe’ uzanırken tebessümle gelen zehir
Alevilere ellerini uzatanlar ayrımcılığı körüklemeye devam ediyor!
Cumartesi Anneleri katillerin
peşinde!
Göztepe Parkı’na cami yapım tartışmaları ve artan cami projeleri
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Cumartesi Anneleri katillerin peşinde

 

Analar, onlar ayakta./Buğday içindeler, onlar./Yücelerden yüce dururlar:/Dünyayı doruktan seyreden,/Bir öğle güneşi gibi./Bir çan darbeleri gibi/, Onlar; Ölmüş gövdeler arasında,/Zaferi çekiçleyen bir ses gibi,/Onlar; Kara bir ses gibi./Ey canevinden vurulmuş,/Toz duman olmuş bacılar!/İnanın oğullarınıza./Kök oldu onlar,/Sade kök:/Kan suratlı,/ Taşlar altında./Karışmadı toprağa,/Dağılmış kemikçikleri./Ağızları ısırır hala,/Kuru barutu;/Ve demir bir okyanus gibi,/Titreşirler hala./Ben ölmedim der,/Yumrukları;/Yukarı kalkık yumrukları”

(Pablo Neruda)

Kalabalıklar arasından ıssız bir sokağa çıkıldığında aniden beyaz bir Renault’nun kapıları açılır. Yahut da sivil bir minibüsün… Amed’de kapıları bir canavar ağzı gibi açılan beyaz bir Toros’tur. Takipçiler hızla yakaladıklarını arabaya atarlar, güçlükle bir slogan duyulur; “Kaçırılıyorum, adım…, insanlık onuru işkenceyi yenecek!” Defalarca tekrarlanan bu an, kaçırılıp bir daha haber alınamayanların öyküsünün başlangıcıdır.

Bu öykü aynı zamanda Cumartesi annelerininde öyküsüdür. Geçtiğimiz günlerde 400.kez, yine Galatasaray Meydanı’nda yine bir Cumartesi günü bir araya gelen Cumartesi Anneleri, sermaye devletinin kaybetme ve katletme politikalarını anlatmaya, gerçeğin peşinde koşmaya devam edeceklerini gösterdiler.

Cumartesi Anneleri, mücadelelerinin mirasını Arjantin’in kayıp annelerinden ve bu ülkede devrimci kadınlar ve tutsak annelerinden almaktaydı. 12 Eylül’den önce İlerici Kadınlar Derneği, faşistlerin saçtığı dehşet karşısında “Analar doğurur, faşistler öldürür” kampanyası başlatıp Ankara’ya yürümüştü. 12 Eylül’den sonra da tutsak yakınları hapishane önlerinde yaktılar direniş ateşini. Bir tutsak annesi olarak Didar Şensoy, 1987’de Dünya Barış Günü olan 1 Eylül’de TBMM önünde yapılan, ‘devrimci mahkumlara destek eylemi’ sırasında polis darbeleriyle ölmüş ve tutsak yakınlarının, aile örgütlenmelerinin sembolü olmuştu.

Cumartesi Anneleri, 1. Uluslararası Gözaltında Kayıplar Kurultayı’nı 17-19 Mayıs 1996’da İstanbul’da topladı. Bu kurultay Uluslararası Kayıplar Komitesi’nin (ICAD) kurulmasıyla sonuçlandı. Annelerin seslerini tüm dünyaya duyurdukları andan itibaren, çocuklarına uygulanan devlet terörü kendilerini de hedef almaya başladı. Coplandılar, dövüldüler, saçlarından sürüklendiler, tutuklandılar. HABİTAT Toplantısı’nın yapıldığı 8 Haziran 1996’da 600 kişi gözaltına alınmıştı. Bu oturma eylemleri başka kentlere de sıçradı, kayıpların hesabı soruldu, direnen tutsaklarla dayanışma yükseltildi.

Artık her buluşma polis dayağı, gözaltı demekti. Polis, Galatasaray Meydanı’nı ablukaya alıyor, tutsak ve kayıp yakınları daha meydana varmadan ya gözaltına alınıyor ya da vahşice dövülüyordu. Anneler bu mücadele serüveninin 200. haftası olan 13 Mart 1999’da eylemlerini bitirdiler. Bu tarih aynı zamanda sendikacı Süleyman Yeter’in, İstanbul Emniyeti’nde işkenceyle katledildiği tarihti.

170 haftadan sonra 30 hafta boyunca meydana oturmaları yasaklanmıştı. Her hafta sürekli şiddet gördüler, gözaltına alındılar; tıpkı akıbetini sordukları yakınları gibi… 200. haftadan sonra eyleme ara verdiler. Ama acıları da arayışları da devam etti. Ve 31 Ocak 2009′da yeniden Galatasaray alanında oturmaya başladılar. Bu sürede Ergenekon davası başlamış bazı asit kuyularından cesetler çıkmış, itirafçıların açıklamaları kamuoyuna yansımıştı. Ancak katliam ve kayıp politikalarının sahipleri insanları nasıl kaybettiklerini itiraf edenler hakkında, bu suçtan dolayı soruşturma açıp, yargılama yapmıyordu.

Bütün bu süreç içinde gözboyama amaçlı girişimler de olmadı değil. 12 Eylül’de kaybedilen Cemil Kırbayır için TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu bir araştırma yürüttü. Dünyaca ünlü İrlandalı rock müzik grubu U2 albümlerinden birinin kapağında bu kayıplardan biri olan Fehmi Tosun’u andı ve ona adadı. Grubun solisti Bono da İstanbul’a geldiğinde Cumartesi Anneleri’nden Tosun’un eşi Hanım Tosun ile görüştü. Hatta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da Cumartesi Anneleri ile görüştü.

Elbette devlet nezdinde yapılan bu gibi girişimler sonuçsuz kalacaktı. Çünkü yapılanların faili bizzat sermaye devletinin ta kendisiydi. Gözaltında kayıplar, infazlar, katliamlar 90’lı yılların devrimci yükselişinin önünü kesmek içindi. Aynı şekilde Kürt halkının mücadelesi de boğulmak isteniyordu. Cumartesi Anneleri’nin akıbetini sordukları kayıp çocuklarının, kardeşlerinin sayısı binlerle telafuz edilmektedir. Analar, babalar, kardeşler ömürlerini yakınlarını aramakla geçirmiş, ancak karşılarında devlet gerçeğini bulmuşlardır.

Emine Ocak’ın oğlu Hasan Ocak’ı araması, 21 Mart 1995’te Hasan Ocak’ın gözaltına alınması ile başladı. 55 gün sonra oğlunun işkenceyle öldürülmüş bedeninin kimsesizler mezarlığında bulunmasının ardından, Emine ana mücadelesini diğer kayıp yakınlarıyla birlikte sürdürdü. 12 Eylül’den sonra İstanbul’da kaybedilen Nurettin Yedigöl’ün babasının ömrü, oğlunun kayıp cesedini bulmaya yetmedi. Keza 1994’te kaybedilen üniversiteli İsmail Bahçeci’nin babasının da...

12 Eylül kayıpları Cemil Kırbayır, Hüseyin Morsümbül, Hayrettin Eren, Mahmut Kaya, Nurettin Yedigöl, Nurettin Öztürk, Zeki Altunbaş, Veysel Güney ve Maksut Tepeli…

18 yıl önce Batman’da kaybedilen İbrahim Çelik ve oğlu Edip Çelik… 1993 yılında Hüseyin Taşkaya, 1995’te gözaltına alınan ve bir daha da kendisinden haber alınmayan Abdurrahim Demir… 20 Temmuz 1992 tarihinde evinden çıkan ve bir daha kendisinden haber alınmayan Hasan Gülünay…1995’te gözaltında kaybedilen Murat Yıldız… 1994’te Ankara’da gözaltına alınan Kenan Bilgin’i ve Diyarbakır’da evinden iş yerine gitmek için yola çıkan ve daha sonra kendisinden haber alınamayan Recai Aydın… 18 yıl önce Diyarbakır’da kaybedilen Salih Çalık ve Sinan Fidan…

Edirne’den İstanbul’a dönerken ailesine telofonla izlendiğini söyleyen ve bir daha kendisinden haber alınamayan Talat Türkoğlu… 1997’de JİTEM mensubu Kasım Açık, Türkoğlu’nun Murat Demir ve Murat İpek tarafından öldürüldüğünü ve Meriç Nehri’ne attıklarını itiraf etmiştir.

14 Mart 1991’de, saat 08:20’de Belgradkapı civarında İstanbul Terörle Mücadele polislerince gözaltına alınan Yusuf’u Gayrettepe’de sorguda görenler, Yusuf’un “size hiçbir şey söyleyemeyeceğim” diye bağırdığına tanık olmuşlardır. Bir görgü tanığı, “Yusuf’a yoğun işkence yapıldı. Onu en son 17 Mart’ta komaya girmiş halde hücresine götürülürken gördüm” demektedir.

Mardin Dargeçit’te, Davut Altunkaynak (13), Seyhan Doğan (14), Nedim Akyön (16), Mehmet Emin Aslan (19), Abdurrahman Olcay (20), Abdurrahman Coşkun (21), Hikmet Kaya’nın (24) gözaltında kaybedildiği; Süleyman Seyhan’ın (57) işkence ile öldürülüp bedeninin yakılarak bir kuyuya atıldığı devlet belgelerine girmiştir. Dargeçit’teki insanlık dışı uygulamalara katılan ve kayıp yakınlarına bilgi veren Dargeçit İlçe Jandarma Komutanlığı’nda görevli Uzman Çavuş Bilal Batırır, bu insanların komutanlarının emriyle askeriyenin kazanında yakılarak kaybedildiğini belirten ifadeleri de belgelerde yer almıştır.

1994 yılında Şırnak’ın Kırkağaç Köyü’nde askerlerin “korucu ol’’ baskısına maruz kalan ve köyleri yakılan, ardından Fındıklı Bölge Jandarma Komutanlığı’na bağlı askerlerce helikoptere bindirilip bilinmeyen bir yere götürülen, İlhan İlbak (49), Ahmet Özdemir (31), Fikri Şen (27), Ahmet Özer (31), Bahri Esenboğa ve Mehmet Dayan isimli köylülerin bu zulmü yaşadıkları yer bir Latin Amerika ülkesi değildir.

Sayısı binlerle ifade edilen kayıpların akıbeti hala bilinmemektedir. Fırat’ın batısında ölüm üçgenlerinden bahsedilmekte, ötesindeyse asit kuyularından, garnizon bahçelerinden. Katiller kimi zaman katlettikleri insanların ölü bedenlerini yok etmek için çok fazla uğraşmaya bile gerek duymamıştır. Hemen oracıkta askeri alanda toplu olarak çukurlara atmışlardır.

Kürdistan’da 1990’lı yıllarda işlenen faili meçhul cinayetlere ilişkin son 3 yılda yapılan kazılarda 941 kemik bulundu. Adli Tıp Kurumu, bunların 530’unun hayvanlara ait olduğunu açıkladı, diğer kemiklerle ilgili DNA araştırması sürüyor. 1994 yılında gözaltına alındıktan sonra kaybolan 6 kişinin kemikleri, yakınlarından alınan DNA ile uyuştu. Mehmet Selim Örhan, Hasan Örhan, Ali Bulut, Ekrem Bulut, Ramazan Bulut ve Hasan Ergül’ün kemikleri 16 yıl sonra akrabalarına teslim edildi.

Yakınları, insan hakları kurumları, kaybedilen devrimcilerin, Kürtlerin akıbetini araştırdığında karşılarına farklı isimlerle hep aynı gerçek çıkmaktadır. Adları JİTEM, Özel Harp Dairesi, Korucular, MİT, Özel Harekat, TEM de olsa gerçek katliamcı sermaye devleti gerçeğidir.

Sarı Levent (Levent Ersöz), Zekeriya Öztürk, Albay Arif Doğan, Veli Küçük, Binbaşı Cem Ersever, Albay Aytekin Özen, Binbaşı Cahit Aydın, Albay Nurettin Ata, Binbaşı Abdülkerim Kırca, Yüzbaşı Ali Yıldız, Yüzbaşı Cemal Temizöz, Abdullah Üsteğmen, Uzman Çavuş Özcan, Mutkili Ali, Bekir Üsteğmen, Ali Binbaşı ve daha pek çok isim… 30 yıl boyunca sıkıyönetim ve olağanüstü hallerin uygulayıcıları Hayri Kozakçıoğlu, Ünal Erkan, Hasan Kundakçı, Mehmet Ağar… JİTEM’in itirafçıları Abdulkadir Aygan, Abdülhakim Güven, ‘Bedran’ kod adlı Adem Yakın, Hıdır Altuğ, Berces Ergin, Hüseyin Bülbül, Sefer Bildik, Yeşil, Çatlı, Kırca vb vb… Tüm bu isimler, düzenin iyi çocukları, hepsi birer kanla beslenen emirerinden ibaret. Emir verenler, emir verenleri denetleyenler, suç aletlerini temin eden ve gizleyenler, kontrgerillayı koruyanlar, ellerinde bulundurdukları imkanlarla katliamları örtbas edenler, tüm bunların hepsi aynı gerici odağa, sermaye devletine hizmet etmektedirler.

Ayhan Çarkın devlet, devlet Ayhan Çarkın’dır!

Öldürdükleri insanların birçoğunun slogan attığını, geri adım atmadıklarını, bu yüzden de bu insanlara hayranlık duyduğunu söyleyen kontrgerilla tetikçisi Ayhan Çarkın, Hüsamettin Yaman ve Soner Gül olayını şöyle itiraf etmektedir; “Yere çömeldiler. Tam tetiği düşüreceğimizde ‘İnsanlık onuru işkenceyi yenecek!’ diye slogan attılar.”

Çarkın, işkencede öldürülen Ayhan Efeoğlu’nun katlini de şöyle anlatıyor: “O dönem çok patlayıcı imha ederdik öyle bir paket sandım. Bir açtık içinden insan çıktı sonra Cumartesi Anneleri’nin elinde fotoğrafını görünce gömdüğümüz kişinin o olduğunu anladım, mahvoldum. Öldürdüğümüz insanların fotoğraflarını taşıyorlardı. Yaman ve Gül ile Efeoğlu’nu öldürdüğümüzü bu fotoğrafları görünce anladım.” Cumartesi Anneleri’nin eylemlerini uzaktan izleyen Çarkın, Cumartesi Annneleri’nin rüyalarına girdiğini de söylemektedir ve itiraflarına şöyle devam etmektedir;

Trafik kontrolü diye çalışıyorduk, alıyorduk götürüyorduk, öldürüyorduk. Her şey yasal zeminde, pişmanlığım var. Biz suçlu olduk. En az 150 kişi... İtirafçılar ve sivil görevlilerin de olduğu özel harekat birimi... Şimdi infazlar yapılmıyor ama göreve devam ediyorlar. Yasadışı işlerde yer alan gruplar faaliyetlerine devam ediyorlar...”

Binlerce devrimci, Kürt yurtsever benzeri kaçırıp kaybetmelerde devlet arşivlerine “meçhul” olarak girdi. Faillerse; artık faili meçhullerin olmadığıyla böbürlenerek, Ergenekon operasyonlarını kanıt göstererek yalan söylemeye devam etmekteler. Oysa resmi-sivil silahlı güçlerine sağladıkları yetkilerle apaçık katliamlar, infazlar yapmaya devam ediyorlar. Artık faiili meçhul infazların değil, faili açık aleni infazların yaşandığı bir süreçteyiz. Kürt coğrafyasından Türkiye’nin metropollerine sokaklar devrimcilerin ve Kürtlerin kanıyla sulanmaya devam ediyor. Roboski’nin faili meçhul değildir, Alaattin Karadağ’ın faili meçhul değildir, 12 yaşında 13 kurşunla babasıyla birlikte katledilen Uğur Kaymaz’ın faili meçhul değildir. Artık katiller açıktır ve devlet koruması altındadır. Katiller, bu katilleri yaratan, besleyen düzenleriyle birlikte yok olmaya, yıkılmaya mahkumdurlar. Hesabı sorulmayan hiçbir insanlık suçu kalmayacaktır!

 

 

 

 

Asla vazgeçmeyeceğiz, asla affetmeyeceğiz!”

 

Kayıp aileleri, insan hakları savunucuları, aydınlar, sanatçılar, ilerici ve devrimci güçler Galatasaray önünde kayıplar için 400. kez buluştu. Eyleme BDP Milletvekilleri Pervin Buldan, Sırrı Sakık, Sırrı Süreyya Önder, Levent Tüzel’in yanısıra Pınar Aydınlar gibi birçok sanatçı da destek verdi.

Galatasaray Meydanı’na siyah bez üzerine kayıp yakınlarının fotoğrafları ve 400 hafta yazısı konulduktan sonra kitle, ellerinde kızıl karanfillerle oturma eylemine başladı. Yüzlerce kişi hep bir ağızdan “asla bağışlamayacağız, asla affetmeyeceğiz!” şiarını haykırdı.

Eylemde birçok kayıp yakını sırayla söz aldı. İlk olarak Cemil Kırbayır’ın kardeşi Mikhail Kırbayır söz aldı ve Hasan Ocak’la başlayan adalet mücadelesine değinerek kayıplar için yapılan eylemleri anlattı. 

Kırbayır’ın ardından Ferhat Tepe’nin annesi Zübeyde Tepe konuştu. Oğlunun kaybedilmesinin üzerinden 19 yıl geçtiğini ifade ederek “Çocuklarımızın katillerini istiyoruz” dedi.

Murat Yıldız’ın annesi Hanefi Yıldız “Hiç merak etmesinler biz buradayız” diyerek oğlu için yazdığı şiiri okudu. Kasım Aksoy’un eşi Leyla Erdoğan Aksoy, “Feryat ediyorum ancak sesimi duymadılar” diyerek sonuna kadar mücadelede kararlı olduklarını beyan etti.

Fehmi Tosun’un eşi Hanım Tosun “onların yakasındadır ellerimiz” diyerek kaybedenlerin peşinde olacaklarını ifade etti.

Dargeçit kayıplarından Seyhan Doğan’la birlikte gözaltına alınan ve işkence gören Hazni Doğan ve Kenan Bilgin’in kardeşi İrfan Bilgin de eylemde söz aldılar.

Nurettin Yedigöl’ün kardeşi Muzaffer Yedigöl eğer vicdanları varsa kayıplarımızın mezarlarını açıklasınlar derken Rıdvan Karakoç’un kardeşi Hasan Karakoç eylemlerine yönelen saldırıları hatırlattı.

Vecdin Avcıl’ın kardeşi Behçet Avcıl toplu mezarda çıkardıkları kemiklerin arasında kardeşine ait olanların bulunduğunu fakat hala cenazeyi alamadıklarını ifade etti.

Cumartesi Anneleri eylemlerinin başlamasında önemli bir sembol olan Hasan Ocak’ın annesi Emine Ocak da yaptığı konuşmada mezarlarının bu toprakların dört bir yanında olduğunu söyledi ve “Kayıplarımız için burada olmaya devam edeceğiz” dedi.

Hayrettin Eren’in kardeşi Faruk Eren yaptığı konuşmada kardeşinin savaşsız, sömürüsüz, sınırsız bir dünya için mücadele ettiğini vurguladı.

Maside Ocak tarafından okunan basın açıklamasındaysa “400 haftadır devletin güvenlik güçlerince gözaltına alınarak kaybedilen sevdiklerimiz unutulmasın diye buradayız” denilerek 32 yıl önce 21 Kasım 1980’de gözaltına alındığına 8 kişinin tanık olduğu Hayrettin Eren’in yaşamı anlatıldı.

Açıklama “Buradan bir kez daha sesleniyoruz; kayıplarımız bulunmadan ve failler yargılanmadan asla vazgeçmeyeceğiz, asla affetmeyeceğiz. Kaybedenlerin, işbirlikçilerin peşinde olacağız” sözleriyle son buldu.

Kızıl Bayrak / İstanbul