29 Haziran 2012
Sayı: SYKB 2012/26

 Kızıl Bayrak'tan

AKP iktidarı Suriye’yi “düşman” ilan etti

Emperyalizmin maşaları Suriye halkına savaş ilan ettiler
Irkçı-inkarcı devletin Kürt sorunundaki açmazı derinleşiyor

Faşist baskı ve teröre karşı mücadeleyi büyütelim

Kamu emekçilerine tutuklama terörü
KESK operasyonuna sokakta yanıt
Atılım ve ETHA’ya polis baskını
Sivas katliamının hesabını emekçiler soracak!
Katil devletten hesap sorma çağrısı
İzmir’de sınıf seminerleri başladı
DHL Lojistik işçileri direnişte!
MICHA işçileri direniyor!
MESS Grup Toplu Söleşme Süreci ve Görevlerimiz
Taleplerimiz ne olmalı?
Avrupa’da sınıf hareketi radikalleşiyor-Volkan Yaraşır
İspanya’da madenci grevi
Kazanılmış haklarımız ve geleceğimiz için greve-direnişe!
“Hapishanesiz bir toplum istiyoruz!”
BDSP: Kürtaj haktır, Roboski katliam!
‘Düşmanın’ hedefinde öğrenciler var
“İş cinayetlerine karşı mücadele ortaklaşmalı”
Yeni Roboski hikayeleri yazılırken
Sorunların kaynağı olduğu yerde durdukça yara kanamaya devam edecektir!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

AKP iktidarı Suriye’yi “düşman” ilan etti…

Saldırganlık ve savaş çığırtkanlığına karşı işçilerin birliği, halkların kardeşliği!

 

AKP iktidarının hem içeride hem dışarıda yürüttüğü saldırgan politikalar, bir F4 savaş uçağının Suriye ordusu tarafından düşürülmesine neden oldu. Türkiye’den Suriye’ye geçerek silahlı saldırılar düzenleyen çetelerin geçiş güzergahı olan Lazkiye kıyılarında düşürülen uçağın burada ne aradığına dair, hükümet veya ordu tarafından ciddiye alınır bir açıklama yapılmadı. Ancak AKP şeflerinin uzun süre sessiz kalmaları, “suçüstü” yakalandıklarını gösteriyordu.
Silahlı çetelerin Kilis’te sınıra yakın bölgede Suriye ordusu ile giriştikleri çatışmayı, NATO’nun 5. madde kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini savunan Tayyip Erdoğan’la müritlerinin, savaş uçağının düşürülmesine rağmen uzun süre sessiz kalmaları, savaş uçağı pilotlarının, Suriye hava sahasını ihlal etmek için emir aldıkları izlenimini güçlendiriyor. Nitekim Rus askeri uzmanlar, düşürülen uçağın Suriye’nin hava savunma sistemini test etmek amacıyla gönderildiğini savunuyor.
Gecikmeli açıklamayı yapan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, gerçeği çarpıtmak için çaba sarf etmesi de, ortada suçüstü bir durum olduğu kanısını güçlendirdi. Uçağın uluslararası hava sahasında vurulduğunu iddia eden Davutoğlu, azami menzili 2.5 km olan bir uçaksavarın savaş uçağını nasıl düşürebildiğine açıklık getiremedi.
Olayla ilgili açıklama yapan Suriye Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Cihad Makdisi ise, “Bize göre hava sahamızın içinde meçhul bir şey vardı ve hava savunmamız vurdu. Türk uçağı olduğunu daha sonra anladık” dedi. Makdisi, Suriye’nin egemenlik haklarını savunduğunu belirtti.
Bu açıklama, Ahmet Davutoğlu’nun sözlerinden çok daha inandırıcı. Zira iç savaşla boğuşan Baas yönetiminin durduk yerde bir Türk savaş uçağını düşürmesi sözkonusu bile olamaz. Sermaye iktidarının savaş aygıtı NATO’nun bu ülkeye saldırması için didinip durduğu dikkate alınırsa, Baas yönetiminin böyle bir eyleme girişmesi akıldışı bir tutum olurdu. Nitekim buna ihtimal veren pek kimse de bulunmuyor.
Sermaye iktidarının bu girişimi, Baas yönetimini yıkmak için, NATO’nun Suriye’ye saldırının yolunu açmaya yönelik bir girişimdir. Baas yönetimine karşı savaşan çetelere silah dağıtan, eğitim veren, Suudi Arabistan ve Katar tarafından parası ödenen silahların CIA eliyle paralı askerlere dağıtılmasını sağlayan bizzat AKP iktidarı ve taşeronlarıdır. Bu gerici zihniyet temsilcilerinin, Suriye’deki iç savaşı kışkırtmaları, dahası mezhep çatışmalarının yaygınlaştırılması için de, adeta çırpınıp durmaları, ne pahasına olursa olsun Beşar Esad yönetimini yıkmak istediklerini göstermektedir.
Hedefine ulaşmak için ilkel bir kinle saldırganlaşan AKP iktidarı, silahlı çetelere açıkça destek vermektedir. Nitekim emperyalist saldırganların hizmetindeki New York Times, The Guardian gibi gazeteler bile CIA ajanlarının Antakya’da cirit attıklarını, “Özgür Suriye Ordusu” diye adlandırılan silahlı çetelerin, bölgenin üç temel gerici gücü olan Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye ­tarafından desteklenip saldırı düzenlemek üzere Suriye’ye taşınıp geri getirildiklerini yazıyorlar.
Yani ortada uçak sorunu yokken, Ankara’daki Amerikancı takımı, Suriye’nin içişlerine doğrudan müdahale ediyordu. Baas yönetimini yıkıp dinci-gerici, neoliberal, Amerikancı bir yönetimin kurulabilmesi için silahlı çeteleri kullanan AKP iktidarı, tek başına Suriye’ye saldırma gücünden yolsun olduğu için NATO’ya ihtiyaç duyuyordu. F4 savaş uçağının düşürülmesini de NATO’nun gündemine taşıyan sermaye devleti, Brüksel’de toplanan aygıtın şeflerinden istediğini elde edemedi. Zira savaş aygıtının şefleri Suriye’ye saldırmaya, en azından şimdilik pek hevesli olmadıklarını gösterdiler.
NATO’dan umduğunu bulamayan AKP şefleri, Suriye’yi “düşman” ilan ederek, düşük yoğunluklu çatışmaların önünü açmış oldular. Açıktan saldırıyı göze alamasa da, doğrudan saldırı pozisyonu alabilecekler artık. Buna karşın Türk devletinin Suriye’ye doğrudan savaş ilan etmesi şimdilik mümkün görünmüyor. Yine de AKP’nin bu uğursuz politikası çatışmaların yaygınlaştırılıp iç savaşın süreklileştirilmesine hizmet ediyor. Ankara’daki Amerikancılar, içe dönük olduğu kadar dışa dönük politikada da saldırganlıktan medet umduklarını döne döne gösteriyorlar.   
Suriye’yi “düşman” ilan eden AKP iktidarı Kürt hareketini, ilerici-devrimci güçleri, örgütlü işçi ve emekçileri de aynı kategoride gördüğünü pek çok icraatıyla ispatlamaktadır. PKK’ye karşı savaşın tırmandırılması, Kürt hareketini hedef alan kapsamlı saldırılar, ilerici-devrimci güçlerin hedef tahtasına çakılması, grev yasakları ve son olarak KESK şahsında kamu emekçilerini hedef alan fütursuz saldırganlık, dışa dönük saldırganlığı tamamlar niteliktedir. Bu icraatlar, sermaye sınıfı ve onun vurucu gücü olan AKP iktidarının nasıl da pervasızlaştıklarını gözler önüne seriyor.
Vurgulamalıyız ki, bu kaba saldırganlık yeni değil. Buna karşın son olaylar, dinci-gerici saldırganlığın daha tehlikeli bir hal almaya başladığına işaret ediyor. Emperyalist/siyonist güçler adına bölge halklarına karşı bir savaş yürütebilmek için, işçilerin, emekçilerin, Kürt halkının ve ilerici-devrimci güçlerin sesinin boğulması gerekiyor. Amerikancı iktidarın sergilediği gözü dönmüşlük, tam da bu ihtiyacın da ürünü olarak gündeme geliyor. Bunlara dinci-gericiliğin yaygınlaştırılması, sömürünün yoğunlaştırılması, kadınların “evlere kapatılan çocuk doğurma makineleri” haline getirilmek istenmesi gibi saldırıları da eklemek mümkündür.
Gerici burjuvazi ve onun sınıf çıkarlarını savunan AKP iktidarının bu pervasızlığına karşı kitlesel, birleşik, meşru/militan bir direnişin örgütlenmesi kritik bir önem taşıyor. Zira bu topyekün saldırganlığın hem güncel planda hem gelecek açısından işçilere, emekçilere ve tüm ezilenlere ağır faturaları olacağından şüphe edilmemelidir.
Bölgesel çatışma ve savaşa, faşist baskı ve teröre, halkların birbirine boğazlatılması girişimlerine karşı işçilerin birliğini, halkların kardeşliğini meşru/militan mücadele içinde örmek, gerici saldırganlığa karşı etkili olabilecek yegane çıkış yoludur; güncel görev bunu başarmaya odaklanmaktır.