14 Ocak 2011
Sayı: SİKB 2011/02

 Kızıl Bayrak'tan
Torba yasa saldırısına karşı
mücadelenin durumu ve görevler…
AKP’nin Hizbullah hamlesi
ve hedefleri
Kürt halkı dinci gericilikle
kuşatılmaya çalışılıyor!
NATO ve Füze Kalkanı Karşıtı Birlik mücadeleyi büyütüyor.
“İşçiler torbada Türk-İş nerede?”
MESS dayatmalarına karşı eylemler..
BERICAP direnişi sürüyor
Ontex işçileri kararlı
İşyeri temsilcilerinden
Belediye-İş’e tepki.
Belediyelerde taşeronluk uygulamaları
ve örgütlenme
PTT taşeron işçileri
haklarını arıyor
Deneyimler ışığında kampanyalar süreci
Fabrika çalışmasında
mesafe almadan sınıfla birleşmeyi başaramayız!
İzmir’de öncü işçiler
‘kurultay’ı tartıştı!
İÜ’de soruşturma ve
ÖGB terörü protestosu..
Üniversitelerden
Neo-liberalizmin
enkaz ülkeleri: Tunus ve
Cezayir - Volkan Yaraşır.
Kuzey Afrika’da
anti-kapitalist direniş!
“Onbinler Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’i andı..
Ya kapitalist barbarlık içinde çöküş, ya sosyalizm!
Direnişte kadın işçi olmak
50’yi aşkın gazeteci tutuklu
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kuzey Afrika’da anti-kapitalist direniş!

Kapitalizmin küresel krizinin yıkıcı sonuçlarına karşı Avrupa’da başlayan militan kitle gösterileri, Akdeniz’in öte yakasına sıçradı. Kuzey Afrika bölgesinin etkili iki ülkesi olan Tunus ve Cezayir’de geçen yılın son günlerinde başlayan gösteriler, kısa sürede her iki ülkenin dört bir yanına yayıldı. Gerici/zorba rejimleri acze düşüren eylemler, suskunluk fesadını kısa sürede paramparça etti.

İşçi ve emekçi kesimlerin genç kuşaklarında sisteme karşı biriken öfkenin dışavurumu olan bu militan kitle gösterileri, kapitalizmin, insan soyu önünde acilen aşılması gereken bir engel olduğunu bir kez daha hatırlattı. 

Kapitalizmin geleceksiz bıraktığı gençliğin öfkesi

Sermaye ve onun organize işlerini yürüten burjuva devletler, krizin faturasını işçi sınıfına, emekçilere, gençliğe ödetebilmek için fütursuzca saldırıyorlar. Çalışanların kazanımlarını gasbeden sermaye sınıfı, iş yükünü ağırlaştırmakta, ücretleri düşürmekte, sağlık, eğitim gibi temel hizmetleri paralı hale getirmekte, barınma gibi yaşamsal bir ihtiyacın karşılanmasını giderek zorlaştırmaktadır. Genç kuşakların çalışabileceği istihdam alanları yaratmak bir yana, iş saatlerinin uzatılması, esnek üretim, güvencesiz çalışma vb. ile istihdam alanları daha da daralmaktadır. Nüfus artışı da bu olguya eklendiğinde, sorunun nasıl da vahim bir hal almaya başladığı kolayca anlaşılır.

İşsizlik dünya genelinde yayılırken, bu musibetten en çok etkilenen emekçi katmanların genç kuşakları olmaktadır. Gençler arasındaki işsizlik oranları yüzde 20-40 arasında seyretmektedir. Bu vahim sorun, artık dünyanın dört bir yanında hissedilmektedir. (Ekonomi uzmanı Mustafa Sönmez’in hesaplarına göre, ülkemizde de halen 4 milyon genç erkek ve kadın işsizliğe mahkum edilmiş durumda). Patlak veren militan kitle eylemlerinde gençliğin belirgin bir yer tutması, bu olgunun dolaysız sonucudur.

Gençliğe dayatılan işsizlik ve geleceksizlik, bağımlı kapitalist ülkelerde daha yaygın ve yıkıcı sonuçlar yaratıyor. Tunus ve Cezayir’deki toplumsal patlama, sorunun vardığı boyut hakkında fikir veriyor.

Tunus’ta sebze satan üniversite mezunu işsiz bir gencin, polis tarafından tezgahına el konulmasını, 17 Aralık’ta resmi bir devlet dairesinin önünde kendini yakarak protesto etmesi, (işsiz üniversiteli 4 Ocak’ta hayatını kaybetti) kapitalizmin genç kuşakları ne hallere düşürdüğünü ortaya koyan dramatik bir olaydır. Bu gencin protesto eyleminin kitlesel gösterileri tetiklemesi ise, işsiz gençlikle yoksulluğa itilen işçi ve emekçilerin hayatta kalma mücadelesinin nasıl da zorlaştığına işaret ediyor.

Hem Tunus hem Cezayir’de kitle eylemlerinin halihazırdaki sürükleyici gücü olan gençliğin devlete ve onun kolluk kuvvetlerine karşı sergilediği militanlık, yanısıra sermayenin sembollerini hedef alması, kapitalist sistemden artık pek bir beklentisinin kalmadığını ortaya koyuyor.

Bu ülkelerde egemen olan rejimlerin işkenceci/katliamcı sicili göz önüne alındığında, sergilenen kitlesel militanlık, gençliğin kaybedecek bir şeyinin kalmadığını gösteriyor. Tunus’ta 50’yi aşkın eylemcinin vahşice katledilmesine rağmen direnişin kırılamaması, bu ülkelerde yeni bir dönemin başladığına işaret ediyor.

Gençliğin patlamasına yol açan sorunlar hafiflemek bir yana, yakın gelecekte daha da ağırlaşacaktır. Kapitalizm, gençliğe artık geleceksizlik ve boşluk içinde tükenişten başka bir şey vaat etmiyor.

Kapitalizm, yeni patlamalara zemin döşüyor…

İşsizlik, yoksulluk, temel gıda maddelerinin fiyatlarında akıl almaz artışlar, eğitim, sağlık, barınma hakkını hedef alan saldırılar vb… Kapitalizmin küresel çapta yarattığı bu musibetler bağımlı ülkelerde daha yakıcı bir hal alıyor. Nitekim Tunus ve Cezayir’de yaşanan militan kitle eylemlerini bu sorunlar tetiklemiştir. 

Eğer kapitalist sistem bu sorunları çözebilecek durumda olsaydı, egemenler, giderek yayılan eylemlerden fazla tedirgin olmazdı. Oysa sömürü ve kölelik düzeni kapitalizm, söz konusu hayati sorunları çözmek bir yana, daha da derinleştiriyor. Zira hem servet-sefalet kutuplaşması derinleşiyor hem gıda üretim alanları daralıyor. Ayrıca biyo-yakıt üretmeye başlayan petrol tekelleri, şimdiden devasa büyüklükteki tarım alanlarını kapatmış bulunuyorlar. Petrol arzının azalma eğiliminde olduğu hesaba katıldığında, biyo-yakıt üretimi için kapatılan alanların genişleyeceği kendiliğinden anlaşılır.

Tarımsal üretim alanları, aynı anlama gelmek üzere temel gıda maddelerinin üretim alanlarını tahrip eden asıl tehlike ise, küresel ısınma ve ekolojik dengenin bozulmaya başlamasıdır. Şimdiden kuraklık veya aşırı yağış şeklinde yaşanan bu sorunun, yakın gelecekte dramatik boyutlar alacağı, neredeyse matematiksel bir kesinlik haline gelmiştir.

Bu gidişat, sözünü ettiğimiz musibetlerin neden hem yaygınlaşma hem derinleşme sürecinde olduğunu da açıklıyor. Nitekim Dünya Bankası, IMF gibi küresel sermaye örgütlerinin şefleri de, “toplumsal patlamalar/siyasal çalkantılar” dönemine girildiğini dile getiriyorlar.

Küresel sermaye sözcülerinin uyarıları, gelir dağılımının daha adil olması, iş saatlerinin azaltılması, yeni istihdam alanlarının açılması, insan, doğa ve iklimin korunmasını esas alan bir üretim için yapılmıyor. Onlar, tüm pervasızlıklarıyla, burjuva devletlerin yönetici elitine, “toplumsal patlamaları ezebilmek için şimdiden hazırlığa başlayın” talimatı veriyorlar.

Nitekim kitle eylemlerinin vahşi devlet terörüyle ezilmek istenmesi, bu amaçla onlarca insanın katledilmesi, burjuva devletlerin faşizan zihniyetle çalıştığını gözler önüne seriyor. Demek oluyor ki, rejimin efendileri, gidişatın hangi yönde olduğunu biliyorlar ve bundan dolayı fütursuzca saldırıyorlar. İşçi sınıfı ile geleceksizliğe mahkum edilen genç kuşakların, sermayenin dayatmalarına uzun süre tahammül etmeleri mümkün olmadığına göre, toplumsal patlamaların daha da yayılması kaçınılmazdır.  

Kitlesel direniş, dinci gericiliğin zeminini parçalıyor…

Olayları gözlemleyenler, Tunus ve Cezayir’deki militan direnişlerde siyasal İslamcıların rolünün olmadığını, hatta bazılarının eylemlere karşı çıktığını bildiriyorlar. Nitekim eylemlerden yansıyan görüntüler de bu gözlemi destekler niteliktedir.

Dinci gericiliğin hem toplumsal hem siyasal alanda etkin olduğu bu iki ülkeden yansıyanlar, önemli bir ilerlemeye işaret ediyor. Zira bu ülkelerde, özellikle de Cezayir’de dinci gericilik, toplumsal hareketi hedefinden saptıracak kadar etkindi. Kirli yöntemler kullanma konusunda devletle yarışan Cezayir’deki dinci akımlar, 90’lı yıllar boyunca vahşi bir iç savaşın tarafı oldular. 

Siyasal İslamcılardan bağımsız gelişen kitle hareketi, kapitalizmle, aynı anlama gelmek üzere emperyalizmle esasa dair bir sorunu olmayan dinci-gerici akımların, emekçiler, özellikle de genç kuşaklar üzerindeki etkisinin kırılması açısından da önemli olanaklar sunuyor.

Görünen o ki, 90’lı yıllarda siyasal İslamcıların güç devşirmesine zemin hazırlayan, bundan dolayı da hedefinden sapan toplumsal hareketler, yeni dönemde dinci-gericiliğin emekçiler ve genç kuşaklar üzerindeki etkisinin kırılmasında önemli bir rol oynayacak. Bu iklim, devrimci/sosyalist akım veya akımlara yönelişi de güçlendirecektir.

Kalıcı kazanımlar için kapitalizmle köklü hesaplaşma…

Militan kitle mücadelesi, estirilen devlet terörü ile ezilemeyince, gerici rejimler taviz vermek zorunda kaldılar. Temel gıda maddelerinde geçici fiyat indirimlerine gideceğini ilan ederek, direnen gençlerle görüşmeye hazır oldukları, halkın mesajının alındığı yönlü açıklamalar yapmaya başladılar. 

“Olağan” koşullarda halkı dikkate almadan işlerini gören zorba rejimlerin, militan kitle direnişi sayesinde “halktan gelen mesajları aldık” yönlü açıklamaları taktik bir manevradır. Katliam eşliğinde yapılan bu açıklamaların esas amacı, direnişi pasifize etmektir. Zira küresel kapitalizmin “zayıf halkaları” durumunda olan bu rejimler saldırılara devam etmek zorundadırlar.

Bu olgu, toplumların daha insanca çalışma ve yaşam koşullarına kavuşabilmeleri için, özel mülkiyeti, buna bağlı olarak sömürü ve köleliği ortadan kaldıran sosyalist işçi emekçi iktidarının kurulmasının şart olduğuna işaret ediyor.

Kapitalist sistem ise, bu ideale ulaşmanın önündeki temel engeldir. Buna karşın, insan soyunun barbarlık içinde çöküşü önlemek için bu engeli yıkıp yoluna devam etmek dışında bir çıkış yolu bulunmamaktadır.

Hareket devrimci öncünün çıkışına da zemin hazırlayacaktır

Yönetme deneyimi olan, ekonomik, bürokratik, askeri, siyasal vb. alanlarda örgütlü, dahası acımasız ve gaddar olan gerici rejimlerle başedebilmek için, devrimci bir sınıf partisi şarttır.

Ayaklanma boyutuna yaklaşan militan kitle eylemlerinin zayıf noktası, hareketi doğru hedeflere yönlendirip, kalıcı kazanımlar elde etmesini sağlayacak devrimci öncüden yoksunluktur.

Ancak militan toplumsal hareketler, devrimci bir önderliğin oluşmasını da koşullayacak, ülkedeki devrimci/sosyalist birikimin içerisinden yaratılmasına zemin hazırlayacaktır.

 

 

 

 

Parçalanma sırası Sudan’da

Kapitalist emperyalist sistemin efendileri, kontrol altına alamadıkları ülkeleri parçalama siyaseti izliyorlar. Bunun için etnik, dinsel, mezhepsel farklılıkları körükleyen emperyalistler, “yerli” suç ortaklarının katkılarıyla, harcı ezilen halkların kanıyla karılan paravan devletçikler inşa ediyorlar. Yugoslavya’dan başlayarak birçok ülkede uygulanan bu politikada sıra şimdi de Sudan’da.

20 yıl süren iç savaşı kışkırtan emperyalistlerle taşeronları, 2 milyon insan katledildikten sonra, Sudan’ı parçalamaya giden yolu açmayı başardılar.

Sudan’da demokratik bir yönetimin kurulmasını engelleyen tüm girişimleri destekleyen emperyalistler, çatışmaları Güney’de yaşayan Hristiyanlar’ın Sudan’dan ayrılmasının gerekçesi yaptılar. Kuşkusuz ki, 2 milyon insanın hayatına mal bu olan kanlı planın başarıya ulaşmasında, gerici Sudan rejiminin de önemli katkıları olmuştur.

İnkarcı politikalar emperyalist müdahaleye davetiye çıkartıyor

Türk devletinin Kürt halkına, Alevilere ve diğer azınlıklara reva gördüğü türden baskıları, pek çok gerici rejim, egemenlik altına aldığı halklara karşı uyguluyor. Sudan’daki İslamcı/gerici rejim de, Güney’de yaşayan Hristiyanlara karşı ayrımcı/baskıcı bir politika izliyordu. İç savaşa yol açan ayrımcı politikalar, aynı zamanda emperyalist güçlerin bu ülkeye müdahalesi için de zemin hazırladı.

Güney Sudanlılar’ın Hristiyan asıllı olmaları, merkezi yönetime karşı yükselen mücadeleye önderlik eden örgütlerin devrimci çizgiden uzak durmaları gibi etkenler, emperyalistlerin işini kolaylaştırdı.

Dinci gerici yönü belirgin olan Sudan rejiminin uzun yıllar baskıcı politikalar izlemesi, Güney bölgesini yoksulluk ve sefilliğe mahkum etmesi, rejim karşıtı direnişi güçlendirmekten başka bir işe yaramadı. Petrol zengini Güney’i emperyalist/siyonist güçlere kaptırmak üzere olan Sudan rejiminin elinde kalan tek teselli, ülkenin geri kalan bölgelerinde şeriat yönetimine geçişin kolaylaşacak olmasıdır. Zira 2005 yılında imzalanan BM barış anlaşması, İslami kuralların sadece Kuzey Sudan’la sınırlı kalmasını şart koşuyor. Sicili kanlı devlet başkanı Ömer el Beşir, Güney’in ayrılması durumunda ilk iş olarak şeriatı benimseyeceklerini ilan etmişti.

BM parçalanmada etkin rol aldı

Sudan’ın parçalanmasına giden yolun açılmasında, ABD’nin paravan örgütü gibi çalışan Birleşmiş Milletler (BM) uğrusuz bir rol oynadı. 2005’teki barış anlaşmasında, Güney’de yaşayan Hıristiyan halka kendi geleceğini belirleme hakkı (Self Determinasyon) tanıyan BM, bugünlerde yapılan referandumu şart koşmuştu.

Referandumdan ayrılık kararının çıkmasına kesin gözüyle bakılıyor.

Filistin, Kürdistan, Tamil halklarının kendi geleceğini belirleme hakkıyla ilgilenmeyen BM’nin, Güney Sudan’daki Hristiyanlara bu hakkı tanıması, ABD-İsrail ikilisinin Afrika’daki kirli çıkarlarıyla doğrudan bağlantılıdır. Burada amaç, ezilen bir halkın özürlüğünü desteklemek değil, zengin petrol yatakları bulunan bu bölgenin emperyalist/siyonist güçler tarafından denetim altına alınmasıdır.

Nitekim siyonist İsrail şimdiden Güney Sudan’daki güçlerle ilişkiler kurarken, ABD başkanı Obama ise, ancak ayrılma gerçekleşirse, ambargo uygulanan Sudan’la ilişkilerin düzelebileceğini, referandumdan hemen önce ilan etti.

Ülkenin bölünmesine karşı çıkmayacağını belirten dinci gerici rejimin diktatörü El Beşir ise, emperyalist/siyonist güçler karşısında yelkenleri çoktan suya indirmiş görünüyor.

Emperyalist güçler çarpıtıyor

Emperyalist/siyonist güçler adına taşeronluk yapan BM aracılığıyla, Güney’de yaşayan Hristiyan halka kendi geleceğini belirleme hakkı (Self Determinasyon) tanınmasını sağlayan ABD ile suç ortakları, ezilen bir halkın sorunlarını çözmek için uğraştıklarını iddia ediyorlar.

Oysa olayın boyutu bambaşkadır.

2005’te başlayan sürecin, Güney’in Sudan’dan ayrılmasına varacağı belliydi. Fakat ayrılmanın bu halkın kendi kaderini belirleme hakkıyla hiçbir ilgisi yoktur. Zira daha ilk adımda, Güney’de etkili olan çevreler emperyalist/siyonist güçlerin koyu gölgesi altına girdiler. Kaldı ki, bu kopuşun kesin çözüm olacağının hiçbir garantisi de yoktur. ABD ile suç ortaklarının tek derdi, petrol zengini bölgeye hakim olmaktır. Bunun dışındaki tüm söylemler safsatadan ibarettir.

Emperyalist/siyonist güçler, Sudan’ın güneyi de dahil olmak üzere, ezilen halklardan yana olamazlar. Ancak halkların ezilmesini istismar edebildikleri sürece bu sorunlara ilgi duyarlar.

Güney Sudan’a gösterilen “ilgi” ile baskı altındaki Filistin, Kürdistan, Tamil halklarına gösterilen “ilgi” arasındaki fark, emperyalistlerin kirli niyetlerini gözler önüne sermeye yeter.

Güney Sudan’daki halka “hamilik” yaptıklarını iddia edenler, diğer üç halka karşı baskı ve katliamlar gerçekleştiren zorba rejimlere tam destek veriyor. 60 yıldır Filistin halkını katleden siyonist rejimi silahlandırıp finanse eden ABD, Türk devletinin Kürt halkına karşı yürüttüğü kirli savaşa da tam destek vermiştir. Halen de Kürt hareketinin tasfiyesi için Türk devletiyle işbirliği yapmaktadır. Geçen yıl Sri Lanka rejiminin, uzun yıllardan beri bağımsızlık uğruna mücadele eden Tamil Kaplanları Örgütü ile Tamil halkına karşı tam bir imha savaşına girişmesi, başta ABD başta olmak üzere emperyalist güçlerin yeşil ışık yakması sayesinde mümkün olmuştur. 

Görünen o ki, ezilen halklar karşısında çifte standarda dayalı politikalar izleyen emperyalistler, Sudan’ı parçalamayı başaracaklar. Ancak Güneydekiler dahil, bu ülkede baskıya maruz kalan halkların esareti sürecektir. Çünkü ezilen halklar, ancak emperyalizme ve gericiliğe karşı direnerek ulusal özgürlüklerine kavuşabilirler. Aksi halde, en iyi ihtimalle efendi değişir, düzen oluduğu gibi sürer.