14 Ocak 2011
Sayı: SİKB 2011/02

 Kızıl Bayrak'tan
Torba yasa saldırısına karşı
mücadelenin durumu ve görevler…
AKP’nin Hizbullah hamlesi
ve hedefleri
Kürt halkı dinci gericilikle
kuşatılmaya çalışılıyor!
NATO ve Füze Kalkanı Karşıtı Birlik mücadeleyi büyütüyor.
“İşçiler torbada Türk-İş nerede?”
MESS dayatmalarına karşı eylemler..
BERICAP direnişi sürüyor
Ontex işçileri kararlı
İşyeri temsilcilerinden
Belediye-İş’e tepki.
Belediyelerde taşeronluk uygulamaları
ve örgütlenme
PTT taşeron işçileri
haklarını arıyor
Deneyimler ışığında kampanyalar süreci
Fabrika çalışmasında
mesafe almadan sınıfla birleşmeyi başaramayız!
İzmir’de öncü işçiler
‘kurultay’ı tartıştı!
İÜ’de soruşturma ve
ÖGB terörü protestosu..
Üniversitelerden
Neo-liberalizmin
enkaz ülkeleri: Tunus ve
Cezayir - Volkan Yaraşır.
Kuzey Afrika’da
anti-kapitalist direniş!
“Onbinler Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’i andı..
Ya kapitalist barbarlık içinde çöküş, ya sosyalizm!
Direnişte kadın işçi olmak
50’yi aşkın gazeteci tutuklu
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Neo-liberalizmin enkaz ülkeleri: Tunus ve Cezayir

Volkan Yaraşır

Tunus’ta başlayan işsizlik isyanı Cezayir’e de yayıldı. Her iki ülkede kitleler başta gençlik olmak üzere, devleti, otoriteyi, gücü ve zenginliği simgeleyen herşeye karşı öfke ve kinle ayaklandı. Resmi binalar, karakollar yakıldı, zengin semtlerde restoranlar taşlandı, lüks eşya satan mağazalar yağmalandı ve sömürgeciliği simgeleyen şirketlere saldırıldı. Şiddetli sokak çatışmaları haftalarca sürdü. Her iki ülkede de devlet terörü sonucu ölenler oldu, ayrıca yüzlerce kişi yaralandı.

Bugün öfke dalgası geri çekilmiş gibi gözükse de, daha güçlü ve daha sarsıcı olarak geri dönme olasılığı çok yüksek bir ihtimal. Hatta dalganın Kuzey Afrika’yı sarsma olasılıkları üzerinde duruluyor. Özellikle Fas ilk akla gelen ülkelerden biri. Kasım ayında yaşanan işsizlik protestoları aynı mahiyetteki gelişmelerin dışavurumu oldu. Kronik yoksulluk, işsizlik ve geleceksizlik coğrafyanın her alanında öfkenin birikmesine yol açıyor.

Kuzey Afrika neo-liberal katastroftan şiddetle etkilendi. Kapitalist kriz, katastrofun etkilerini daha da derinleştirdi. Kriz sonrasında Kuzey Afrika’nın birçok ülkesinde önemli gelişmeler oldu. Mısır’da 2007’de Mahalla’yı saran tekstil grevi etkilerini 2008’de de gösterdi. 2008’de Cezayir’de ekmek ayaklanmaları yaşandı. Batı basınında öne çıkarılmasa da lokal düzeyde işsizlik sorununa karşı ve konut hakkı için yaygın eylemler yapıldı. Tunus’ta ise bir kıvılcım bekleniyordu. 17 Aralık’ta üniversite mezunu, işportacılık yapan bir gencin mallarına el koyulması üzerine kendini yakma eylemi, beklenen kıvılcım oldu. Tunus’ta öfke ayaklandı.

Cezayir ve Tunus’ta işsiz gençlik (ağırlıkta üniversite mezunu), yani yeni proleter kesimler ya da proletaryanın en dinamik kesimi harekete geçti. Gelişme Tunus ve özellikle Cezayir’de paralizasyon etkisi yapan siyasal İslam’ın hegemonyasını kırıcı içerik taşıyor. Cezayir’de siyasal İslam’ın ayaklanmalar içinde yer almaması ve hatta eylemleri kınaması bunun göstergelerinden biridir.

Tunus

1934’te Yeni Düstur Partisi’nin kurulması Fransız sömürgeciliğine karşı mücadelede önemli bir adım oldu. Habip Burgiba parti içinde hızla yükseldi. Bu arada yakalanan Burgiba 11 yıl hapis yattı. 1952-1954 yılları arasında “bağımsızlık” mücadelesi gelişti. Fransa yeni jeo-politiğe uygun olarak sömürgecilik politikalarında bir dizi restorasyona girişti. Bu paralelde 1956 yılında Tunus’un “bağımsızlığını” tanıdı. 1957 yılında krallık kaldırıldı, Cumhuriyet ilan edildi. Habip Burgiba devlet başkanlığına getirildi. Tunus’ta otoriter bir rejim inşa edildi. Bonapartist karakterdeki rejim, Habip Burgiba kimliğinde Arap sosyalizmi vurgularıyla küçük burjuva milliyetçi bir ideolojiyle hareket etti. Burjuvazinin ve işçi sınıfının gelişkin olmadığı ülkede Bonapartist rejim devlet kapitalizminin inşası yönünde faaliyetlerde bulundu. Korporatist yapılanmalarla sınıfın her düzeydeki örgütlülüğü kırılmaya ve kontrol edilmeye çalışıldı. Tek adama ve asker-sivil bürokrasiye dayanan otokratik ve despotik rejim Fransa’nın ve ABD’nin yeni sömürgecilik politikalarının Kuzey Afrika’daki uzantısı oldu.

1987’de Burgiba sivil bir darbeyle iktidardan uzaklaştırıldı. Zeynel Abidin Bin Ali iktidarı ele geçirdi. Bin Ali Tunus’u 23 yıldır sivil diktatörlükle yönetiyor.

Bin Ali döneminde yeni sömürgecilik ilişkileri derinleşti. Plütokratik bir rejim inşa edildi. Tunus özellikle Avrupa’nın eğlence ve turizm merkezine dönüştü. Burgiba döneminde başlayan neo-liberal politikalar, Bin Ali döneminde daha radikal biçimde hayata geçirildi. Petrol ve doğal gaz gibi enerji kaynaklarına sahip olmayan Tunus’un kuzeyi, Akdeniz sahil şeridi, uluslararası sermayeye açıldı. Birçok tesis özelleştirmeler sonucu Suudi Arabistan ve Güney Kore kökenli sermaye güçlerine devredildi. Ayrıca uluslararası piyasaya yönelik son derece sınırlı bir tarım faaliyeti organize edildi. Ülkenin orta ve güney kesimleri yoğun bir yoksulluk içine sürüklendi.

Tunus, Bin Ali döneminde tipik bir “Muz Cumhuriyeti”ne dönüştü. Bugün Tunus Bin Ali’nin ve karısının ailesi tarafından yönetiliyor. Plütokratik yapı aynı zamanda büyük yolsuzluklar ve rüşvet çarkıyla dönüyor. Artık ifrata varmış bu durum kendini Tunus’un First Lady’si Leyla Bin Ali’de simgeliyor.

Tunus uzun dönem mucize bir ülke olarak sunuldu. Neo-liberal politikaların periferideki başarı örneği olarak gösterildi. Özellikle ülkenin kuzeyi turizm yatırımları ve yaygın tüketim merkezleriyle göz dolduruyordu. Tunus uluslararası mali sermayenin gözdesiydi. Öyle ki hizmet sektörü GSMH’ın yüzde 65’ini oluşturacak noktaya ulaştı. Toplumsal muhalefetin şiddetle bastırılması ve sınıfın korporatif örgütlenmelerle boyunduruk altına alınmasıyla Tunus, uluslararası mali sermayeye güvenli ve ekonomik istikrara sahip bir ülke olarak sunuldu. Tunus finans kapitalin spekülatif varyasyonlarına bütünüyle açıldı. Rejim, IMF ve Dünya Bankası’nın belirlediği politikaları bütünüyle yerine getirdi. Devlet, ekonomik alanın dışına çıkartıldı. Eğitim, sağlık, ulaştırma ve temel gıda maddelerinde devlet sübvansiyonları kaldırıldı. 2009 yılında ekonomik büyüme yüzde 3, enflasyon yine yüzde 3 noktasındaydı. Tunus bu politikalarla bir tarafta şatafat ve zenginlik, diğer tarafta kronik ve çıplak yoksulluk ve sefalet ülkesine dönüştü.

Neo-liberal politikalar küresel düzeyde (metropoller dahil) her ülkeyi kuzey ve güney olarak ayırdı. Bugün her ülke içinde kuzey ve güney yaşanmaktadır. Kuzey zenginliği simgelerken, güney yoksulluğu ve sefaleti simgeledi. Tunus bunun tipik örneklerinden biri oldu.

Bin Ali’nin otoriter rejimi altında her şeyin iyi gittiği sanılırken, Tunus turizminin temel kaynağını oluşturan Avrupa’nın mali kriz anaforuna girmesi, ülkedeki bütün dengeleri sarstı. Buna 2008 sonrası ihracat gelirlerinde yaşanan hızlı azalma eklendi.

Kısaca kapitalizmin yapısal krizinin ikinci evresi olan borç/mali kriz senkronizasyonu Avrupa merkezli yaşanmaktaydı. AB’nin özellikle periferisini saran mali kriz Akdeniz havzasını etkilemekteydi. Yeni gelinen aşama daha önceki yazılarımızda belirttiğimiz gibi, kriz senkronizasyonunun ne oranda inceldiğini ortaya koymaktadır. Artık AB’nin ekonomik yörüngesinde bulunan ve bir düzeyde AB’ye entegrasyon içinde yer alan ülkeler de kriz senkronizasyonu içine girmiştir. Bugün Tunus’ta somut olarak  yaşanan budur. Benzer gelişmelerin Tunus gibi AB’nin ekonomik yörüngesinde hareket eden (ağırlıkta mono ekonomilere dayalı) Fas Cezayir gibi bir dizi ülkede yaşanması olasıdır. Süreç AB ülkeleri dahil, ikinci kuşak periferiyi (Tunus, Fas, Cezayir gibi) saracak şekilde derinleşiyor. Bu durum son derece çarpıcı gelişmelere yol açabilir. Tunus’taki gelişmeleri bu eksende okumak gerekir.

Neo-liberal politikalar Tunus’un toplumsal dokusunu parçaladı ve alt-üst etti. İşsizlik, yoksulluk ve geleceksizlik kronikleşti. Resmi rakamalara göre işsizlik oranı yüzde 14 olan Tunus’ta, üniversite mezunları arasında bu oran yüzde 25’lere ulaşıyor. Gerçek rakamlar ise bunun çok üzerinde seyrediyor. Tunus nüfusunun büyük bir çoğunluğunun (yüzde 65’i 30 yaşın altında) gençlerden oluşması daha çarpıcı bir tablo meydana getiriyor. İşsizler isyanı şeklinde biçimlenen ve yayılan son ayaklanma dalgasının temelini üniversite gençliği oluşturuyor.

İşsiz ve geleceksiz gençlik prolateryanın en dinamik kesimi olarak toplumsal muhalefeti şekillendiriyor. 23 yıllık totolitarizmin altında ezilen yığınlar, bu dinamik unsurlarla birlikt­­­e işsizliğe, açlığa ve geleceksizliğe karşı harekete geçiyor. Gençlik aldıkları formal eğitimlerin katkısıyla alternatif iletişim ağlarını son derece iyi kullanıp, hatta bu yönde “gerilla taktikleri” geliştirip, örgütleniyor ve sokağa çıkıyor. Devlet güçlerinin internet ağlarını bloke etmesi, hatta bilgisayar taşıyan gençleri gözaltına alması organizasyonları engelleyemiyor. Gençlik sanal dünyadaki savaşlarıyla da devleti sıkıştırıyor. Wikileaksçi Ananymous grubundan destek isteyen gençlik, Tunus devletinin borsa, devlet başkanlığı, başbakanlık, sanayi bakanlığı gibi önemli kurumlarının bilgisayar sistemini çökertti.

Her ne kadar rejim bazı valileri ve bakanları görevden alarak, tansiyonu düşürmeye çalışsa da bu manevralar etkili olmadı.

Avukatlar devlet terörüne ve polisin vahşi saldırılarını protesto etmek için 1 günlük greve çıktı. Polis avukatlara da saldırdı. Yaralanmalar ve gözaltına alınmalar oldu. Ayrıca Tunus’un korporatif nitelikteki tek resmi sendikası olan Tunus Sendikalar Federasyonu bir gösteri yaparak gelişmeleri protesto etti.

Tunus’ta yaşanan kendiliğinden patlama, aslında on yılları kapsayan diktatörlüğe ve neo-liberal katastrofa karşı biriken öfkenin dışavurumu oldu. Gençlik bu dinamiti ateşleyen güç olarak dikkat çekiyor.

Cezayir

Uzun süre Fransa’nın sömürgesinde kalan Cezayir, FLN önderliğinde 1962 yılında bağımsızlığını kazandı(1). FLN, milliyetçi, küçük burjuva bir liderlikti. FLN her ne kadar ulusal bir cephe örgütlenmesi olsa da, kliklerin bir araya geldiği bir koalisyon özelliği taşıyordu. Bağımsızlık sonrası Ben Bella devlet başkanlığına seçildi. Bu süreçten sonra Cezayir’in siyasal gündemini FLN içindeki klik çatışmaları belirledi.

FLN ve Ben Bella her ne kadar müphem bir şekilde Cezayir sosyalizmi gibi argümantasyonlar ileri sürse de, sosyalizmi bir kalkınma projesinden başka bir anlam taşımadı. Özellikle iki kutuplu dünyada var olan makro dengelere bağlı bir konum içine giren Cezayir, özünde birçok Arap ülkesinde görülen Bonapartist bir diktatörlüktü. FLN yönetimi, asker-sivil ve aydınlardan oluşmaktaydı.

Cezayir Devrimi’nin gelişim sürecinde ortaya çıkan özyönetim pratikleri bu oligarşik klik tarafından tehlike olarak görülüp, hemen lağvedildi. Korporatist oluşumlara çevrildi. İşçi sınıfı mücadelesi ve örgütlenmeleri fiilen engellendi. Devrimin hemen sonrasında demiryolu işçilerinin gerçekleştirdiği greve FLN birliklerinin saldırması bunun açık göstergesiydi. Her işçi grevi ve direnişi engellendi. Gerici bir tutumla sınıfa korporatist ilişkiler ve örgütlenmeler dayatıldı. Ben Bella her ne kadar “Cezayir sosyalizmi” gibi vurgular yapmasına rağmen “dinim İslam, dilim Arapça, yurdum Cezayir” gibi gerici ve milliyetçi söylemler geliştirdi.

Cezayir’de devlet kapitalizmi politikaları Bella sonrasında da sürdü. Bürokratik kastlaşma, patronaj ilişkileri, soygun ve vurgun düzeni FLN’nin her kliği tarafından derinleştirildi.

Bu süreçte rejimin meşrulaşma aracı ve Cezayir devletinin kurucu unsurlarından olan İslam giderek bağımsız bir siyasal karakter taşımaya başladı. Özellikle İran devrimi ve Arap milliyetçiliğinin geri çekilmesi, Baas rejimlerinin krizi siyasal İslam’ın hızla gelişmesine yol açtı. Rejimin kontrol etme ve meşruluk sağlama aracı olan İslam, bu sefer kokuşmuş, çürümüş rejime yöneldi.

1980’li yıllar Avrupa’yla ve özellikle Fransa’yla temasların arttığı dönem oldu. Devlet kapitalizmi uygulamaları giderek terkedildi. İzlenen neo-liberal politikalar şiddetli yıkımlar yarattı. Yoksullaşma önemli oranda arttı. Yoksulluk, devlet yönetiminde yaşanan yolsuzluklarla, bürokratizmle ve rüşvet skandallarıyla birleşti. Halkın en temel gereksinmeleri çözülemez hale geldi. Yiyecek ve konut sorunu şiddetlendi. Bu durum özellikle gençliği yönetim karşıtı bir pozisyona soktu. 1980’lerde devletle halk arasındaki gerginlik artmaya başladı. İslamcı güçler mevcut sistemin bir alternatifi olarak algılandı. Devlete olan güven azaldıkça sistemin kurucu öğeleri arasında yer alan İslamiyet sistem karşıtı bir yapıya büründü. Böylece kitlesel bağlamda ülkenin en etkili gücü olarak İslamcı örgütler öne çıktı.

Bu dönemde Cezayir ve bazı Arap ülkelerinde yaşanan ekmek isyanları sistemi sarstı. Kitleler sokakları işgal etti, bu muazzam birikimden İslamcılar yararlandı. Sınıfsal öfke paralize edildi. Kitleler kolektif halüsünasyon içinde tepkilerini dışavurdu.

1991’de FIS’nin seçimleri kazanması aslında yaşanmakta olan gelişmelerin sonucuydu. FIS’nin seçim zaferi uluslararası kamuoyunda tam bir şaşkınlık yarattı. Rejim 1992’de ABD ve Fransa desteğiyle FIS’ye ve İslamcı güçlere karşı darbe yaptı.

Cezayir’de bir sürek avı başlatıldı. Ülke kan gölüne çevrildi. İç savaş 5 yıl sürdü. 150 bin kişi yaşamını yitirdi. Diktatörlüğün kontr-gerilla faaliyetleri gündelik hayatın parçasına dönüştü. Siyasal İslam bu süreçte büyük darbeler aldı, örgütsel gücü dağıtıldı ve parçalandı. 1997’de FIS’yle imzalanan ateşkesle diktatörlük gücünü restore etti. Cezayir’de savaş hali uzun dönem sürdü. Bu koşullar kitlelerin muhalefetinin bastırılmasına yol açtı.

Yine aynı dönemde neo-liberal politikalar derinleştirildi. Radikal özelleştirmeler yapıldı. Ülke hızla neo-liberal katastrofun enkazı haline dönüştü. İşsizlik sistematik olarak arttı. Ülkede yoksulluk yaygınlaştı. En temel ihtiyaç maddelerinin karşılanmasında sorunlar yaşandı. Tek parti diktatörlüğü şeklindeki rejimde yolsuzluk ve rüşvet skandalları vaka-i adliye oldu. Rejim bütün yozluğuna ve çürümüşlüğüne rağmen zor ve şiddet politikalarıyla ayakta kaldı. İşçi sınıfının ve halkın örgütsüzlüğü ve ülkede süren savaş hali kitlesel mücadelenin önünü kesti.

2003 yılında Cezayir’de yaşanan şiddetli deprem sadece yaşandığı dönemi değil, bugünü de etkiliyor. Binlerce Cezayirli’nin yaşamını yitirdiği, onbinlerce evin yıkıldığı ya da hasar gördüğü bu deprem, Cezayir halkının sefaletini bütünüyle açığa çıkardı.

Zaten var olan konut sorunu, deprem sonrasında son derece yakıcı biçimde hissedilmeye başlandı. Yoksulluk ve sefalet yaygınlaştı.

Bugün iktidarda bulunan Abdülaziz Buteflika, radikal neo-liberal politikalar izlemekte ısrarcı oldu. Deprem sonrasında kısa zamanda 1 milyon konutun inşa edileceği sözünü verse de, bugüne kadar ancak 10 bin konut yapıldı. Bu durum halkın büyük tepkilerine yol açtı ve açıyor. Ayrıca deprem sonrasında kurulan derme çatma yapıların, barakaların rejim tarafından yıkılması da tepkilerin öfkeye dönüşmesine yol açtı. Bu yıkımlar esnasında halkla devlet güçleri arasında yer yer sert çatışmalar yaşandı. Rejimin pervasızlığı halkın öfke ve kinini açığa çıkardı.

2008’de yaşanan ekmek isyanı Cezayir’de kitlelerin mobilizasyonunu sağladı. Ocak 2011 başında Cezayir’i saran ayaklanmaları tetikleyen şeker, un ve yağ fiyatlarındaki artış oldu. Yani 2008’deki gıda fiyatlarının artışına karşı başlayan ayaklanma gibi. Ayaklanma önce ülkenin kuzey ve batı kesimlerinde başladı. Daha sonra doğu bölgesine yansıdı. Başkent dahil, ülkenin bütün büyük kentlerinde ayaklanmalar yaşandı.

Ayaklanmanın taşıyıcı gücünü yine gençler oluşturdu. Cezayir nüfusunun yüzde 75’i gençlerden meydana geliyor ve resmi rakamlara göre gençler arasındaki işsizlik oranı yüzde 20’lere ulaşmış durumda.

Cezayir’de Tunus’a benzer öfke patlamaları oldu. Kitleler gücü, otoriteyi, zenginliği simgeleyen lüks arabalara, mağazalara saldırdı. Gıda depoları yağmalandı. Hükümet binaları taşlandı ve molotoflandı. Cezayir gençliği sokaklarda barikatlar kurarak polisle saatlerce çatıştı. Bu gelişmeler karşısında Cezayir hükümeti zamları geri almak zorunda kaldı. Böylece kitlelerin tepkilerini yatıştırmaya çalıştı. Ne var ki zamlara yönelik ayaklanmaların kökleri neo-liberal yıkım politikalarına dayanıyor. Kronik işsizlik, yoksulluk ve geleceksizlik ayaklanmanın mayalanmasını sağlamıştı. Deprem sonrasında yaşanan konut sorunu bu mayalanmayı hızlandırdı.

Bugün açısından rejim, yaptığı manevralarla kitlelerin reaksiyonunu bloke etmeye çalışsa da neo-liberal karşı devrim Cezayir topraklarında öfkenin ve kinin birikmesine yol açıyor.

Dün sınıfsal antagonizma (siyasal İslam’ın hegemonyası, manipülasyonları ve rejimin savaş hali politikalarıyla) perdeleniyor, paralize edilebiliyordu. Bugün kapitalist krizin yıkıcı sonuçları tarih sahnesine gerçek aktörlerin çıkmasını sağlıyor.

Cezayir gençliğinin başını çektiği isyan, işsizlerin isyanıdır. Yani kendi özgünlüğünde bir sınıf hareketidir. Ve sınıfın diğer kesimlerini harekete geçmesini tetikleyecek içeriktedir. Ayrıca bu hareketin tüm toplumu sarsacak bir mahiyete bürünmesi de zor değildir. Çünkü Cezayirliler’e kapitalizmin katastroftan ya da işsizlik, geleceksizlik, açlık ve sefaletten başka sunacağı hiçbir şey yoktur.

Sonuç olarak

Kapitalizmin yapısal krizi küresel düzeyde sarsıcı sonuçlar yaratıyor. Büyük bunalımların en temel özelliklerinden biri krizin bir senkronizasyon şeklinde gelişmesidir. Yani yapısal kriz kendini yalnızca ekonomik boyutta değil, farklı senkronlarda da dışavurur. Gıda krizi, emperyalist özneler arasında hegemonya krizi, ekolojik kriz ve uygarlık krizi gibi...

Kapitalist kriz bir boyutuyla da kendini gıda kriziyle göstermeye başladı. 2008’de gıda fiyatlarındaki hızlı artış Cezayir, Mısır, Haiti gibi birçok yoksul ülkede “ekmek” ayaklanmalarına yol açmıştı. 2008 ayaklanmaları olası bir gıda krizinin nasıl yaşanacağının bir göstergesiydi. Bugün Cezayir’de yaşanan isyan, önümüzdeki dönem gıda krizi/şokunun nasıl sonuçlar yaratacağını ortaya koymaktadır.

Gıda maddelerinin jeo-politik bir unsur olması bir yandan emperyalist öznelere hegemonya savaşlarında hamle gücü verirken, öte yandan finans kapitalin yeni spekülatif hareket alanlarını işaretlemektedir.

Bugün bir dizi ülkenin Afrika’da tarım kompleksleri kurmak için toprak satın almaları bu gelişmelerin ürünüdür. Hatta bu yeni yatırım alanları ülke içi iç dengeleri sarsıcı mahiyete bürünebilmektedir. Ayrıca gıda tekellerinin yeni muz cumhuriyetleri yaratma çabaları gözlemlenmektedir.

İçine girdiğimiz süreç kapitalizmin bütün yıkıcılığının ve yokediciliğinin verileriyle yüklüdür.

Halkların geleneksel tarımını tahrip eden, toprağı öldüren, küresel ısınmayla en verimli arazileri çölleştiren, milyonlarca insanı kuraklık sonucu açlığa mahkum eden, yine aşırı yağışlardan dolayı (Pakistan gibi) halkları sel cehennemi içinde boğan, yeni enerji kaynağı olarak bio-yakıt elde etmek için milyonlarca insanı sefalete sürükleyen, insanları en temel ihtiyacı olan sudan mahrum bırakan kapitalizmdir. Kapitalizm katastrofik bir sarmaldır ve insanlık için ölümdür.

Yaşanan süreç, yani kapitalizmin yapısal krizi bize bu sistemi bütünüyle teşhir etme şansı vermektedir. Yine aynı süreç sınıfsal antagonizmayı bütün şiddetiyle ortaya çıkarmaktadır. Bugün Cezayir’de ve Tunus’taki patlamalar bunun en aktüel ifadesidir.

Kapitalist krizin yarattığı imkanı değerlendirmek, bu imkanı sosyalizmin imkanına dönüştürmek zorundayız. İşçi sınıfına her alanda şunu göstermeliyiz: “Bütün değerleri biz yaratıyoruz, o halde sosyalizm!”.

(1)Cezayir Devrimi, Cezayir’deki özyönetim deneyimleri, Cezayir’deki siyasal İslam’ın gelişim dinamikleri hakkında daha fazla bilgi için bkz., Volkan Yaraşır, Sokakta Politika, Gendaş Yay., 2001; Volkan Yaraşır, Siyasal İslam ve AKP, Tümzamanlar Yay., 2002