09 Nisan 2010
Sayı: SİKB 2010/15

 Kızıl Bayrak'tan
1 Mayıs’a etkin hazırlık
Direnen işçilerin yolundan
1 Mayıs’a!
Saldırılar meşru/militan bir direnişle karşılanmalıdır!
Polis “yakaladı”
boyalı basın yargıladı...
Devrimci sınıf mücadeledesini yükseltelim!
BDSP’ye yönelik
tutuklama terörü protesto edildi
Sermaye devleti 5 sınıf devrimcisini tutukladı...
Devrimci 1 Mayıs Platformu’ndan açıklama..
Taksim 1 Mayısları’nda
4. yıla doğru.
18 Nisan’da
Kayseri İşçi Kurultayı’na!
İşçi ve emekçi hareketinden
1 Mayıs’tan 26 Mayıs’a greve, direnişe yürümek için! / EKİM
1 Nisan eylemi ve gösterdikleri
Bir bürokratın ağzından
dökülen inciler
İTO YK Üyesi Dr. Nazmi Algan’la konuştuk..
Sınav (sömürü) sistemi can alıyor
Avrupa’nın en zayıf halkası:
Yunanistan - Volkan Yaraşır
Venezüella-Rusya ilişkilerinde
yeni dönem
Amerikan demokrasisi ile
katledilen siviller..
Anayasa değişiklik paketi ve demokratikleşme… - M. Can Yüce
Rakamlarla polis devleti
uygulamaları
Azadiya Welat gazetesi çalışanı katledildi!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

İstanbul Tabip Odası (İTO) Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Nazmi Algan’la sağlık alanındaki saldırılar ve mücadele süreci üzerine konuştuk...

“Mücadeleyi birleşik hale getirmeliyiz!”

- Türkiye’de sağlık alanının piyasalaştırılması sürecinin uluslararası ölçekte bir program olarak yürütüldüğü görülüyor. SSGSS, aile hekimliği pilot uygulaması gibi programın ana bileşenlerinden olan dönüşümlerden sonra sıra Kamu Hastane Birlikleri’ne (KHB) gelmiş bulunuyor. Kamu Hastane Birlikleri yasa tasarısının emekçiler için anlamı nedir, bu tasarı neler getiriyor ya da götürüyor?

Türkiye’de sağlık alanında uzunca bir süredir gündemde olan ve AKP eliyle yürütülen Sağlıkta Dönüşüm Programı var. Bu programın kendisi Türkiye’de sağlığı piyasaya açmayı, özelleştirmeyi, kişilerin cepten ödeme miktarını arttırmayı, sağlığın bir hak olması düsturunu ortadan kaldırmayı amaçlıyor. Programın 7 yıllık bir program ama geçmişi var. Her şeyi AKP’ye de yüklemek doğru değil. Bu program aslında raflarda duruyordu. Yıldırım Aktuna hükümeti zamanından beri, 90’lardan beri gelen hükümetlere Dünya Bankası ve IMF direktifleri doğrultusunda bu programın hayata geçirilmesi için yönlendirme vardı. Halkın sağlık hakkına yönelik bir saldırı olduğu için kuvvetli hükümetler gerekiyordu. AKP’nin mutlak iktidar çoğunluğu olmasıyla bu program yürütülmeye başlandı. Yine de programda önemli gecikmeler sözkonusu. Çünkü AKP’nin iktidara geldiği zamanki 1 yıllık acil eylem programında Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın çok daha önce bitmiş olması gerekiyordu. Programa göre, 2006 yılında bütün ülkede aile hekimliğine geçilmesi gerekiyordu. Bunların hiçbirini henüz gerçekleştiremediler. Hala 40 ilde pilot uygulamayla gidiyor. Bunu, bizim ortak ve birleşik mücadelemiz biraz geciktirdi. Sonuç olarak da önemli bir mesafe katettiler. Kamu Hastane Birlikleri Yasa Tasarısı’na da bakıldığında tekellerin ve uluslararası sağlık sermayesinin zorlamasıyla biraz da aceleye getirdiler gibi görünüyor. Çünkü kendi programlarına göre bu kadar çabuk gelmeyecekti. Ötekiler iyice oturup hazmedildikten sonra bunu getireceklerdi. Biraz öne çekmiş oldular. Şimdi komisyondan geçti ve meclis gündemine tam olarak ne zaman gelir bilemiyoruz. Bu yasa hakikaten de sağlığın piyasalaştırılması yolunda atılmış önemli bir adımdır. Devlet hastanesi, kamusal sağlık hizmeti kavramları artık ortadan kalkıyor ve bu hastanelerde çalışanlar sözleşmeli elemanlar haline geliyor. İş güvencesi ve maaş güvencesi ortadan kalkıyor. Çünkü bugün bu hastanede çalışanlar 657 sayılı yasaya bağlı memurlardır. Bunlar belli bir ücret sistemi içerisinde çalışırlar. Bundan sonra yıllık sözleşmeler olacak. Bir anlamda herkesin 4/C’lileşmesi süreci önümüzde duruyor. Öte yandan bu hükümetin uygulamalarına karşı bir muhalefet geliştireceksek şunu bilmeliyiz. Devlet hastaneleri ve SSK hastaneleri birleştirilirken sağlık hizmetinin tek elden yönetilmesi argümanı kullanıldı. Şimdi ise birleşmiş olan hastaneler atomize ediliyor. Bütün Türkiye’de 400 tane ayrı birlik kuruluyor. Her hastanenin ayrı mütevelli heyeti, ayrı organizasyonu olacak. Hastaneler tek tek işletmelere dönecek. Aynı özel hastanelerde yaptıkları ve medyada yer aldığı gibi (A,B, C, D, E biçiminde sınıfladılar) kamu hastaneleri de sınıflandırılacak. A, B, C sınıfı hastaneler işletme haline dönüştürülüyor. “E sınıfı”na düşen hastaneye bir yıl süre veriliyor. Bu süre içerisinde performansını arttırırsa “C”ye geçebiliyor. Arttıramazsa “E”ye düşüyor. “E” işletme içinde değil. Sağlıkçılar arasında bilinir. Amerika’da ‘zenci hastaneleri’ olarak nitelendirilir. En yoksul insanların gittiği, hekimlerin tecrübesiz ve yeni mezun olduğu, altyapının çok iyi olmadığı hastanelerdir bunlar. “E sınıfı” hastaneler de öyle hastaneler olacak. Ek ödeme yapamayacak olanlar da oraya gidip hizmet almaya çalışacaklar. Öteki yerlerde de vergi veya SSK primi ödemek yetmiyor. Şu anda bile cepten harcamaların artması gerekiyor. TTB Sağlık Politikaları Komisyonu Başkanı Ata Soyer’in bir yazısı vardı. SGK ve TÜİK’in verilerine bakarak cepten harcamaların nasıl arttığı anlatılıyordu. Zaten sistem bunun üzerine kurulu. Devletin, vatandaşın sağlık hakkını korumaya, vatandaşın sağlığını iyileştirmek için para harcamaya niyeti yok. Önce herkes bir vergi verir, sağlık primi öder, o da yetmez ayrıca katkı payı verir.


- Anlaşılan o ki bu tasarı yasalaştığı koşullarda işçi ve emekçiler için bir kez daha yıkım anlamına gelecek bir dönemin kapısı açılacak. Bu tasarıyla beraber hastaneler nasıl şekillenecek ve sağlık çalışanları nasıl etkilenecek?

Hastanelerde artık profesyonel yöneticiler, genel sekreter ve hastane yöneticisi var. İdari-mali işler sorumlusu var. Sağlık bakım müdürü ve birtakım enteresan laflar geldi. Bütün bunların üzerinde bir de yönetim kurulu var. Yönetim kurulunda üç tane sağlık bakanlığının yetkilisi var. Sağlık bakanlığı üç kişi atıyor. Bunların ikisi hekim diğeri hekim olmayabilir. Vali ve il genel meclisinden iki kişi ve bir de Ticaret Odası’ndan bir kişi var. Aralarında doktor yok. TTB ve SES yok. Taslakta; “yönetim kurulundaki kişiler finans ve bankacılık alanında çalışmış, yatırım ve işletme deneyimi kişiler olmalı” deniyor. Bunun tamamen işletme olması isteniyor. Zaten Kamu Hastane Birlikleri ilk olarak “işletme” olarak geçiyordu. Tepkiler gelince işletmeyi kaldırdılar birlik dediler. İlk yasa taslağında işletme olarak anılıyordu. Bu işletme kar amacı güdecek. Çok para getiren dallar (cerrahi branşlar) var. Cildiye çok para getirmez. Cildiyeciye “çok para getirmiyor biz seni çıkartacağız” diyebilir misiniz. Şaka gibi geliyor ama bu kurulun hastanedeki cildiye polikliniğini kapatma yetkisi var. Peki cilt hastaları ne olacak. Böyle tuhaf bir durum var. Nasıl TEKEL’i sattılar, devlet hastanelerini satmak ve kiralama yetkisine sahipler. Tipik bir hizmeti dışardan alma ve taşeronlaştırma durumu. Bu hastanede radyoloji kliniğini A şirketine verdim, fizik tedaviyi B şirketine verdim. Bizim bildiğimiz devlet hastanelerinde, eğitim hastanelerinde kalıcı kadrolar olur, klinik şefi olur. Eğitim hastaneleri aynı zamanda tıpta uzmanlık eğitimi yapan, doktor yetiştiren müesseselerdir. Çok net olarak yönetim kurulunun görev ve yetkileri “sağlık hizmeti satın almak” olarak tanımlanıyor. Sağlık hizmetini satın aldığınız zaman demek ki sağlık hizmetini Sağlık Bakanlığı yönetmiyordu. Sağlık Bakanlığı hastaneleri de yönetmeyecek ve birtakım yerlerden alacak. Orada çalışanların artık iş ve ücret güvencesi diye bir şey kalmayacak. Ücretler yıldan yıla belirlenecek. En küçük performans düşüklüğünde işine son verilebilecek. O tip yerlerde hemen işten çıkarmalar gündeme gelebilir. Devlet ve eğitim hastaneleri bağlamında böyle bir kaos ortamı var.


- TEKEL işçilerinin güvencesiz çalışmaya karşı başlattıkları mücadele tüm toplum kesimlerinde büyük bir yankı uyandırdı. Sağlıkta özelleştirme süreci bu yanıyla nasıl bir farklılık taşıyor. Neden karayolları, enerji ve PTT gibi özelleştirmelere benzemiyor?

En büyük farkı insan sağlığının önemi. Gelişmiş kapitalist ülkelerde de bir sürü hizmet sunumu, bir sürü altyapı özelleşmiştir ama İngiltere ve Almanya gibi ileri kapitalist ülkelere baktığımızda kamusal sağlık hizmeti öyle ya da böyle vardır. Bizde ülkenin sosyo-ekonomik yapısını düşündüğünde hiç olmazsa belli bir düzeyde tutulması gereken sağlık, eğitim gibi kamusal sunumda sağlık bir hak olmaktan çıkıyor. Vatandaşa artık müşteri gözüyle bakılıyor. Dolayısıyla böyle bir paradigmada ülke sağlığı açısından çok kötü bir tablo çıkacağı gözüküyor. Bundan 10 sene önceye kadar Sosyal Sigortalar Kurumu hastaneleri vardı ve hizmeti kendi üretiyordu. Hizmeti üretenle, hizmeti sunan aynı olmaz diyerek böldüler. İlaç tüketim fiyatlarının nasıl arttığını biliyorsunuz. Sağlıkta reform yaptık dediler mesela. Reform nasıl bir reform? Reform iyileştirmek için yapılır ama bunların yaptığı reformda onların deyimiyle “kara delik” büyüdü. Bunlar devletin sağlık hizmetini subvanse etmesini, devletin genel bütçeden vatandaşın sağlığı için para ayırmasına “kara delik” diyorlar. Merkez tekelci burjuvazinin yayın organlarının hepsinde bu söylem var. Bu Türkiye’de hakim, egemen bir ideoloji. Sosyal demokratlar veya emekten yana olarak görülenler bile “kara delik” ifadesini kullanıyor. Devletin bütçesinden vatandaşın sağlığına para ayrılıyor. Tekellere veya işverenlere verilen faizlerin ve sağlanan yatırım imkanlarının yanında bu para devede kulak kalıyor. Yani vatandaşın sağlığı için devlet hiç para harcamasın. Ne toplanıyorsa o olsun, artı olarak vatandaş yine cebinden versin anlayışı getirilmek isteniyor. Bu maalesef toplum tarafından da sevildi. “Sağlık hizmetlerinde çok büyük harcamalar var” düşüncesi yerleşti. Asıl olarak “kara delik” dedikler şey nereye gidiyor.  İlaç tekellerine gidiyor. Uluslararası tıbbi malzeme üreten tekellere gidiyor. Emme basma tulumba gibi burada üretilen para, vatandaşın vergisi vs. oraya gidiyor. İlaç fiyatlarının artması, kullanılan altyapı ve teknolojinin çok çabuk değişmesi.. Sağlık piyasalaştığı ve hak olmaktan çıktığı zaman hem sağlık emekçileri hem de sağlık hizmeti alan vatandaşların mağduriyetinin artması kaçınılmazdır. Bu dünyanın her yerinde (Yunanistan, Fransa, Finlandiya) rastlanan bir şey. Dünya Bankası’ndan ayrılan Joseph Stiglitz diye bir adam var. DB’de yönetici olarak görev yapan ve sonradan “vicdan” yaparak ayrılan bu adamın söylediği bir şey var. Stiglitz, “Sağlık alanı dünyada kar alanı açısından çok bakir ve önemli mücadelelerin yapılacağı bir alan” tespitinde bulundu. TTB Başkanı Gençay Gürsoy da son TTB Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada “Bugün sağlık alanında verilecek mücadele kapitalizme karşı verilecek mücadelenin en kristalize olduğu alanlardan biri olacak” dedi.

Bakın, Medical Park Grubu Amerikalılara, Şafak Grubu Yunanlıların eline geçti. Dünya Göz Hastaneleri ve Acıbadem Grubu Körfez sermayesinin elinde. Hala birtakım şirketler de küçükleri yutmak için sırada bekliyorlar. Yani İstanbul’da açılan 300’ü aşkın özel hastanenin çoğu tasfiye olacak. Son aldığımız habere göre; Merter’deki Böbrek Vakfı’na ait hizmet hastanesi Baat Grubu’na geçmiş. Sürekli bir tekelleşme ve büyüklerin elinde toplanma durumu var. Bu tekelleşmenin sonucunda bunların büyük çoğunluğu yabancı sermayenin eline geçecek. Güney’de büyük tatil köyleri, sağlık siteleri kurmayı düşünüyorlar. Yurtdışından sigortalı hastaları getirecekler ve tedavi edecekler. Çünkü bazı gelişmiş ülkelerde de randevular geç veriliyor. Dolayısıyla orada vatandaşlar beklemesin diye uçaklar getirecekler ve Türkiye’de tedavisini yapıp geri gönderecekler. Sağlık, uluslararası sermaye tarafından alınır-satılır, kar edilen bir alan haline getiriliyor.


- Bu durum doğal olarak hekimleri ve sağlık çalışanlarını da etkileyecek...

Doktorluk artık bir sanat olmaktan çıkıp teknolojinin kullanılması için baskı kurulan bir alan haline geldi. Ben 26 yıllık doktorum. Eskiden bir steteskopla bir hastayı dinleyerek, muayene ederek teşhis koyduğumuz halde şimdi artık teknoloji; “aman yanılabilirsin, tetkik iste, BT (Bilgisayar tomografi) iste.” diyor. 30 sene evvel BT mi vardı. Ya da 30 yıl önce bütün teşhisler yanlış mıydı, bütün insanlar ölüyor muydu? Teknoloji kullanmaya karşı değilmiş ve elbette BT gerektiği zaman kullanılır. Ama artık para kazanma yolu haline geldi. Ne kadar çok BT çekilirse o kadar çok para kazanılıyor. Halbulki benim kişisel görüşüm, bu kadar BT çekilmesi gerekmeyebilir. Doktorların kafasında da böyle bir soru işareti uyandırıldı. Acaba hata yapar mıyım, eksik olur mu? Bir de bu yasalarla beraber doktorlara zorunlu sigorta getirildi. Yani ben tıbbi bir hata yaptığım zaman Amerika’daki gibi çok büyük bir ceza ödeyebilirim. Dolayısıyla doktorlar da bizim defansif tıp dediğimiz çekinik tıbba doğru gidiyor. Gerekmediği halde teknolojiyi daha fazla kullanıyor. Bunun tek sebebi ise kapitalist sistemde kamusal hizmetler de kar dürtüsüyle gündeme getiriliyor ve bu da işi kirletiyor. Bizim eleştirdiğimiz, beğenmediğimiz veya karşı çıktığımız reel sosyalizm deneyimine (Sovyetler Birliği, doğu ülkeleri, Küba) bile baktığımızda hepsinde kazanılmış bir haktı. Bunlar başarılmayacak şeyler değil ama bu dönem böyle bir dönem. 1980’den sonra 12 Eylül darbesinin yarattığı tahribat, 1989’da Sovyetler Birliği’nin yıkılması süreci, emekçi sınıfları ve onların sözcülerini ideolojik olarak da geriletti. Hattı geriden kurduğumuz için dünya böyle karanlık bir dönemden geçiyor. Ben ümitsiz değilim.


- Artık kuralsız ve kölece çalışma koşullarına karşı mücadele açısından işçi sınıfı ve emekçilerin önünde önemli bir olanak ve imkanlar sunan TEKEL direnişi var. Sağlıkta yaşanan saldırılarla TEKEL’deki mücadele arasında nasıl bir bağ kurulabilir. Buradaki mücadele sağlık alanını da içine alarak nasıl büyütülebilir? Sağlık örgütleri önümüzdeki dönemde nasıl bir mücadale hattı izleyecekler?

TTB ve İstanbul Tabip Odası açısından şöyle bir sıkıntı var. Son tahlilde biz bir meslek örgütüyüz. Yarı kamusal ve hekimlerin zorunlu olarak üye olduğu bir örgütüz. Bu örgütün yöneticileri olarak bizler hasbelkader sol düşüncede insanlarız ama bütün örgütümüz böyle değil. Örneğin bir Sağlık Emekçileri Sendikası’nı ele aldığında o alanda birkaç tane sendika var ve soldan, emekten yana insanlar SES’i seçmişler. Burada böyle bir şey yok. Burada zorunluluk var. Dolayısıyla bizim temennimizle örgüt arasında açı var. Biz o açıdan bazen süreci değerlendirip frene basma ihtiyacı hissederiz. Bize de çok sert eleştiriler gelmiyor değil. Özellikle Kürt meselesiyle ilgili tabanda eleştiriler oluyor. Ancak sağlık alanındaki bu son gelişmeler de bize bazı avantajlar sağladı. İTO yöneticisi olarak özel hekimlik toplantısında çıkıp “Arkadaşlar tehlike büyüyor. TEKEL işçilerinin mücadelesine niye destek veriyorsunuz. Niye doktorların hakkını savunmuyorsunuz. Niye üzerinize vazife olmayan işlerle uğraşıyorsunuz diyerek bizi eleştiriyorsunuz ama TEKEL işçisinin geldiği konum sizi de bekliyor.” dediğimde milletin kafasında soru işareti oluşmaya başladı. Genel olarak bakıldığında hakikaten umutlu olmak için sebep var. Kendi alanımızdan Dev Sağlık-İş örneği var. Örgütlenemez denilen taşeron ve güvencesiz işçileri birçok yerde örgütlediler. Biz son 1-1,5 yıldır üç örgüt (TTB, Dev Sağlık-İş ve SES) beraber çalışıyoruz. Birleşik mücadeleyi yöneticiler ve taban nezdinde örmüş olduk. TEKEL, Çemen, Marmaray, İSKİ, Esenyurt işçileriyle beraber tek tek mücadele kıvılcımları arttı. İnsanlar haklarını mücadele ederek alabileceklerini gördüler. Burada bize düşen görev bu mücadeleyi birleşik hale getirmek, toplumsallaştırmak ve TEKEL işçisinden banane değil hepimizin kazanımlarının ortak olduğunun altını çizmektir. Biz de özellikle İstanbul’da kurucularından biri olduğumuz Herkese Sağlık Güvenli Gelecek Platformu üzerinden elimizden geldiğince mücadeleye katkı yapıyoruz. Tabi hekimler küçük burjuva, üst veya orta sınıftır ve Türkiye ortalamasının üzerinde gelirleri var. Onlar da çoluğu, çocuğu, okul ve ev taksiti vs. belli bir gelir seviyesinden dolayı birtakım bağlantılarını kaybetme kaygısı var. Bunu iyi kötü 5-10 senedir kazanıyordu ama şimdi düşmeye başladı. Özel hastanelerde çalışan hekimlerin özlek hakları çok önemli. Bize özel hastanelerden gelen bir sürü dosya var. Adam maaşını alamıyor. Ama TEKEL işçisi gibi çadır kurup direnişe geçmiyor. Çünkü kendini işçi olarak görmüyor. Dolayısıyla hekimleri de bu mücadeleye daha çok katmak gerekiyor. Türkiye devrimci hareketinde mücadeleyi derleyecek toparlayacak bir odak veya merkez yok. İşler parça parça gidiyor.


- 26 Mayıs’ta konfederasyonların genel eylem kararı var. Hekim örgütlerinin 26 Mayıs’a ilişkin programı nedir? Kendi taleplerini 26 Mayıs’la nasıl birleştirecekler?

26 Mayıs çok gecikmiş bir tarihti. O dönem için sorumluluktan kaçmak, sorumluluğu ötelemek anlamına gelen bir karardı. Konfederasyonlar bu kararı çok önce aldı ve önünde 1 Mayıs vardı. Benim düşüncem 1 Mayıs’a daha çok önem verilmesi yönünde. 1 Mayıs’ı güvencesiz çalışmaya karşı ­örgütlemek gerekiyor. 26 Mayıs için ise Türk-İş’e bağlı stratejik sendikalar (Türk-İş Genel Başkanı’nın sendikası Tes-İş gibi, Yol-İş) var. Sendikalar iyi bir hazırlık yapıp bu greve katılırlarsa başarılı olabilir. Yoksa geçen sefer olduğu gibi ismi genel grev olur ama başarılı olunamayan bir sürece tekrar girebiliriz. Biz elbette 26 Mayıs’ı destekleyeceğiz ve arkasında durmaya çalışacağız. Sağlık alanlarında, hastanelerde Dev Sağlık-İş ve SES’le beraber elimizden gelen katkıyı yapmaya çalışacağız. 26 Mayıs’ta bu büyük konfederasyonlar sözünde durursa ve altını doldurursa bir şeyler olur. Bizim görevimiz 1 Mayıs’ı esaslı bir şekilde örgütlemek. Ortak, birleşik, geniş ve talepleri net bir 1 Mayıs hazırlığı yürütülmeli. Bu sene güvencesiz çalışmanın mutlaka vurgulanması gerekiyor. 1 Mayıs’ı iyi yaparsak 26 Mayıs için de güç kazanmış oluruz.

Kızıl Bayrak / İstanbul


 

Sağlık emekçilerinden referandum

Sağlık emekçileri kurdukları referandum sandıklarıyla, dağıttıkları bildilerle Kamu Hastane Birlikleri Yasa Tasarısı hakkında bilgilendirmede bulundular.

Örgütler, önümüzdeki bir hafta boyunca İstanbul’daki kamu hastanelerinde açtıkları referandum sandıklarıyla, halkın ve sağlık çalışanlarının yasa tasarısını oylaması çağrısında bulunacaklar.

Haydarpaşa Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Servisi önünde 6 Nisan günü bir araya gelen İstanbul Tabip Odası, İstanbul Eczacılar Odası, İstanbul Diş Hekimleri Odası, İstanbul Veteriner Hekimler Odası, Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) üyeleri ile çok sayıda hekim ve sağlık çalışanı, Kamu Hastane Birlikleri Yasa Tasarısı’na karşı başlattıkları çalışmayı duyurdular.

Yapılan basın açıklamasında, herkesin eşit ve ücretsiz bir şekilde ulaşabileceği nitelikli, kamusal sağlık sisteminin ve iş güvenceli, kadrolu istihdamın mümkün olduğu belirtildi.

SES Anadolu Yakası Şube yöneticisi Naciye Erdoğan ise tasarı ile sağlık hakkının gaspedilerek sermayaye yeni rant alanlarının açılacağını bildiklerini ifade etti. Referandum sandıkları Ankara’daki hastanelerde de kuruldu.