08 Ekim 2010
Sayı: SİKB 2010/39

 Kızıl Bayrak'tan
Eşitlik ve özgürlük için
devrimci sınıf kavgasına!.
Kürt halkının tek seçeneği mücadeleyi büyütmektir!
MGSB dinci partinin inisiyatifinde
yeniden şekillendiriliyor!
TÜSİAD’dan hükümete:
Hizmete devam!
Metal İşçileri Birliği Merkezi Yürütme Kurulu Ekim Ayı Toplantısı Sonuçları
Metal işçileri MESS önündeydi.
ÇEL-MER işçileri:
Verilen sözler tutulsun!
Anakonda işçileri direniyor! 
Herkese eşit, nitelikli ve parasız sağlık hizmeti!.
İşçi ve emekçi hareketinden
Tayyip’in tersane şovu için polis terörü!
“Kazanacağız başka yolu yok!”.
Yeni dönem ve
genç komünistlerin görevleri
Soruşturma-ceza terörüne karşı üniversitelerde direniş var!
YÖK gençliği teslim almak istiyor!
Ağaoğlu'nun HERKES için tek gerçeği
Kamu emekçileri hareketi üzerine
Avrupa'da büyüyen mücadele dalgası üzerine...
Dünyadan.
Ekvador’da darbe girişimi
püskürtüldü
Mücadeleci Kadınlar Konferansı
yapıldı
Kilisede fetih namazı
- Mahmut Alınak
“Bir şey çıkar mı?”
- M. Can Yüce
“Habip ve Ümit’in göz bebeklerindeki dünyayı kuracağız!”
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Eşitlik ve özgürlük için
devrimci sınıf kavgasına!

Kürt sorunu gündemdeki yerini korurken, siyasal atmosfer oldukça kararsız ve gelgitli bir görüntü sunuyor. Öyle ki, Kürt sorunu çözülüyor havası bir anda tersine dönüyor, atmosfere kapsamlı bir operasyon gerilimi hakim oluyor. Hayallerle dayalı beklentilerin yerini tedirginlik ve imha beklentisi alıyor.

Bunun böyle olmasının nedeni devletin açılım stratejisinde yatıyor. Bu strateji PKK’yi alabildiğine baskı altına alarak en az kırıntıyla tasfiyeye razı etmek hedefine bağlı olarak oluşturulmuştur. Bu strateji doğrultusunda PKK çok yönlü bir kuşatma altına alınmaya çalışılmaktadır. Günlerdir yoğunlaşan diplomasi trafiği ile birlikte yaratılan sınır ötesi operasyon havası bunun içindir. Böylece PKK’ye, “ABD ve AB ile birlikte bölge devletleri de benim yanımda, eğer benim şartlarımı kabul etmezsen tüm gücümle üzerine gelirim” denilmektedir.

Kuşkusuz kapsamlı bir operasyon ihtimali vardır. Çünkü sermaye devletinin Kürt sorununda stratejisi hala daha “ez ve çözdür”. Bu nedenle devlet Kürt hareketini ezmek için bulduğu her olanağı sonuna kadar kullanmak isteyecektir. Eğer yürütülen yoğun diplomasi trafiği böyle bir olanağı ortaya çıkarırsa, bugün sadece bir olasılık gibi görünen kapsamlı imha saldırısı gerçekleşebilecektir.

Bugünlerde burjuva medyada da sıklıkla işaret edildiği üzere, geçmişte nice “çözüme az kaldı” denilen süreçleri kirli savaşın tırmanması izlemiştir. Dolayısıyla bugün de bu olasılığı akıldan çıkarmamak gerekiyor. Elbette bu türden bir zorbalık da “çözüm”ü dışlamamaktadır. Ezdikten sonra devletin istediği koşullarda bir “çözüm” zemini yaratılmış olacaktır.

Yıldönümü bugünlere denk gelen Öcalan’ın Suriye’den çıkışı hatırlanırsa, bu sürecin başlangıcında da, devletin uyguladığı abluka yine Kürt hareketi cephesinden güçlü bir “siyasal çözüm” beklentisiyle bir aradadır. Bu ablukanın boşa olmadığı sonrasında yaşananlarla doğrulanmıştır. Elbette bunlar da “önce ez sonra çöz” stratejisi çerçevesinde gerçekleştirilmişti. Öcalan’ın yakalanmasıyla sonuçlanan operasyonun sorumluluğunu taşıyan ABD emperyalizmi de bu “kıyağını” bu politikanın uygulanması şartına bağlamıştır. Öcalan yakalandıktan, savunmasında çizgi değişimini nihayete erdirdikten ve silahlı güçlerin tasfiyesi yönünde adımlar atmaya hazır olduğunu gösterdikten sonra, devlet açısından sorunu kendi istediği türden bir “çözüme” ulaştırmak için uygun koşullar oluşmuştur. Ancak bilindiği üzere sermaye devleti bu uygun imkanları kullanamadı. Kürt hareketi de bir süre sonra, bölgesel gelişmelerin ve Kürt halkının mücadele dinamizminin gücüyle çözümü yeniden dayatmaya başladı.

İşte bu noktadan sonra Kürt sorununda inkar ve imha çizgisinin iflasının tescillenmesi ve dış koşulların basıncıyla, daha çok da ABD emperyalizminin işgalci ordusunu Irak’tan çekmesinin bölgede yaratacağı otorite boşluğunu Türk devletiyle doldurmak istemesi nedeniyle, Kürt sorununda düzen içi çözüm planı yeniden gündeme geldi. Düzen cephesi bugün bunun sancılarını çekmekte, manevra üstüne manevra yaparak sonuca ulaşmaya çalışmaktadır.

Bu gelişmeleri isabetli değerlendirebilmek ve doğru bir tutum alabilmek açısından sürecin sınıfsal arka planını görebilmek önemlidir. Zira Kürt sorununa çözüm adı altında ortaya konulanlar sadece ABD’nin Ortadoğu politikalarının bir gereği değildir. Aynı zamanda Türk tekelci burjuvazisinin sınıf çıkarları da Kürt sorununda düzen içi bir çözümü zorunlu hale getirmektedir.

 Bugünkü “açılım politikası” bir bütün olarak tekelci burjuvazinin çözüm platformudur. Öyle ki, düzen içi çatışmaya rağmen TÜSİAD kendi cephesinden bu süreçte etkin bir rol oynamaya çalışmaktadır. TÜSİAD başkanının geçtiğimiz günlerde açıkladığı gibi, bugün uygulamaya çalışılan bu plan, gerçekte kendilerinin uzun zaman önce oluşturdukları plandan özü itibariyle farklı değildir. TÜSİAD özü aynı olan bir raporu yıllar önce, kirli savaşın yoğun olduğu bir dönemde ortaya koymuş, ancak koşullar uygun olmadığından tozlu raflarda çürümeye terk etmişti.

Tekelci burjuvazinin bu süreçte bu denli ısrarlı davranmasının gerisinde kuşkusuz onun sınıfsal çıkarları yatmaktadır. Çünkü tekelci burjuvazinin TÜSİAD’da temsil edilen kesimi ile onunla keskin bir rekabet halinde olan “Anadolu sermayesi” bir bütün olarak, elde ettikleri büyük sermaye birikimi nedeniyle artık ülke dışında da ucuz hammadde kaynakları ve pazar arayışı içerisindedir. Bu çerçevede Güney Kürdistan özel olanaklar sunmaktadır. Nitekim bugün tekelci burjuvazi Güney Kürdistan’da çok büyük yatırımlar yapmış, büyük ölçekli ihaleler kapmıştır. Hatta Güney Kürdistan’ın ekonomik olarak Türkiye ile bütünleşme eğiliminde olduğu yönünde bir dizi iddia ortaya atılmaktadır. Ancak Türkiye’de kangrenleşmiş bir Kürt sorunu ve güçlü bir Kürt hareketi bu yönelimin önünde en temel engeldir. Bunun için ne yapıp edip bu engeli ortadan kaldırmak, Kürt sorunu gibi bir büyük ayak bağından kurtulmak istemektedirler.

Türkiye’deki Kürt büyük burjuvazisi de Türk burjuvazisiyle aynı çözüm platformunun arkasındadır. Çünkü bugün Güney Kürdistan onlar için de bir kazanç kapısıdır. Yatırım ve ihalelerden onlar da bir biçimde paylarını almaktadır. Güney Kürdistan burjuvazisi ise zaten Türk tekelci burjuvazisiyle kapsamlı ilişkiler kurmuş bulunmaktadır. Bu koşullarda Kürt sorununun düzen içi çözümünü Kürt büyük burjuvazisi bir bütün olarak desteklemekte, referandum sürecinde olduğu gibi Kürt hareketinin düzeni zorlayan tutumları karşısında açık bir kimlikle boy gösterme gücünü bulabilmektedir.

Bilindiği üzere PKK ilk çıktığı dönemde Kürt küçük-burjuvazisinin önderliğinde, emperyalizm ve Türk devletiyle birlikte Kürt burjuva-feodal sınıfını bir arada hedefleyen devrimci bir programa sahipti. Mücadelenin yükünü büyük ölçüde Kürt alt sınıfları çekiyordu. Gelişen hareket giderek Kürt sorununda çözümü dayatacak bir güce ulaştı. Ancak bu noktada aynı zamanda gücünün sınırlarına da varmıştı, çünkü bu denli kapsamlı bir sorunda “parçadan” giderek sonuca ulaşması mümkün değildi. İşte bu aşamada ya mücadele sosyal temelde derinleştirilerek Türkiye işçi sınıfı ve emekçileriyle birleşmenin yolları aranacak ya da “parçada” ulusal temelde yeni güçlerle ittifak arayışına girilecekti. Sonuçta bu ikinci yol tercih edildi ve Kürt burjuvazisinin siyasal özlemlerine yanıt verecek açılımlar yapıldı. Bu açılımların doğal sonucu, devrimci programın yerine rafine bir ulusal çizginin alması ve giderek emperyalistler ve Türk devletiyle uzlaşma arayışına varılması oldu. Ancak yine de Kürt yoksulları mücadelenin yükünü taşımaya devam ettiler.

Gelinen noktada ise Kürt burjuvazisi belirgin biçimde bağımsız bir inisiyatif almaya çalışmaktadır. Kürt büyük burjuvazisi büyük ölçüde AKP içerisinde örgütlü durumdadır. Referandum sürecinde bir takım ara kesimleri de arkasına alarak bağımsız bir siyasal inisiyatif göstermeye ve Kürt hareketi içerisinde çatlakları büyütmeye çalışmıştır. Yine de Kürt burjuvazisi Kürt halkını henüz arkasından sürükleyebilecek bir etkinliğe sahip değildir. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, bugün PKK’nin siyasal platformu ve ufku özünde Kürt burjuvazisinin sınıfsal damgasını taşımaktadır. Bunun için Kürt burjuvazisinin siyasal etkinliği Kürt halkı içerisindeki örgütlü gücünün çok ötesindedir.

Dolayısıyla sözkonusu olan, Türk büyük burjuvazisiyle kader birliği yapmış olan Kürt burjuvazisinin de “çözümü”dür. Böyle bir çözüm ise Kürt emekçlerini asla tatmin etmeyecek, sınıfsal özlemlerine yanıt vermeyecektir. Bu nedenle “açılım süreci” tek boyutlu, devlet ile Kürt hareketi arasında safları net bir mücadele değildir, aynı zamanda Kürt hareketi içerisinde temel sınıflar arasındaki bir mücadele olarak da devam etmektedir ve edecektir. Bu mücadelede Kürt emekçilerinin Türkiye işçi sınıfı ve emekçileriyle birleşik bir mücadelede buluşması Kürt burjuvazisinin siyasal inisiyatifinin sonunu getirmekle kalmayacak, böylece Kürt sorununun köklü ve kalıcı çözümünün de önünü açacaktır.