İçindekiler:

1 Ağustos 2024
Sayı: KB 2024/12

Kim, neyin tasarrufunu yapacak
Sarayın vergi düzenlemesi hedefi
Saldırılar işçi sınıfının mücadelesi ile püskürtülebilir
Elektrik şirketlerine kâr, emekçiye ölüm
Suriye ile "normalleşme" mi
Rejimin dayattığı acı reçetelerin panzehri
Yerel yönetimlere saldırı hazırlığı ve gerçekler!
DİSK'ten sınıf mücadelesine dilek ve temennileri.
MİB'den "Vergi soygununa son" eylemleri
Her 100 işçiden 85'i sendikasız
İşçi-emekçiler dört bir yanda direnişte
"İkinci Keman"dan da öte!..
İsrail'in soykırım savaşı 10. ayında
NATO'nun Washington zirvesi ve savaş stratejileri
NATO yeni saldırılara hazırlanıyor
ABD'de "seçmeli aday" krizi!
Emperyalist savaş bulutları kümeleniyor
Fransa'nın seçimi: Sermayenin çözümsüz krizi!
Olimpiyat Oyunları'ndan yansıyanlar
Filistinli grupların Pekin zirvesi
"Özgürlüğümüz ve geleceğimiz için buluşuyoruz"
Tehdit sopası ÖMK'ya karşı mücadeleye!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Rejimin dayattığı acı reçetelerin panzehri:

Birleşik, kitlesel, örgütlü mücadele!

 

“Ekende yok biçende yok, yiyende ortak Osmanlı!”. Osmanlı döneminden kalma bu halk deyişinde halkın yoksulluğuna, dönemin sosyo-ekonomisine ve Osmanlı’nın emekçileri sefalete mahkum eden ağır vergi politikalarına gönderme yapılmıştır. Osmanlı döneminde özellikle yoksul köylülerden alınan %10’luk “öşür vergisi” devletin en büyük gelir kalemlerinden birisidir. Bu vergi oranının Osmanlı’nın sonlarına doğru kimi zaman %50 düzeyine kadar çıktığı da görülmüştür. Osmanlı tarihi boyunca yoksul halk ve köylülerden haksız yere toplanan vergi ve haraçlara karşı gösterilen tepki ve isyanlar, bunun gibi pek çok deyiş ve nefesle anlatılagelmiştir.

Günümüzün AKP-MHP iktidarı ve bilumum sermaye politikacıları için de oldukça manidar olan bu deyiş, Osmanlı’dan günümüze egemen sınıfların sömürü politikasındaki vahşiliklerin benzerliğine işaret etmektedir. Bugün işçi-emekçiler ve yoksul kitleleri yok sayarak, sömürücü kapitalist sınıf için her türlü imtiyazı sağlayan kapitalist devlet mekanizması, kriz dönemlerinde ise “hepimiz aynı gemideyiz” yalanına yaslanarak “ortaklaşmadan ve fedakarlıktan” dem vurur. İşte bugün de benzer bir yöntemle, Orta Vadeli Program (OVP) adı altında yeni bir saldırı ve soygun politikası uyguluyor, krizin faturasını milyonlarca işçi ve emekçinin sırtına yıkmak istiyorlar. Sermaye devletinin Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ve temsil ettiği kapitalistler için kurtuluş, işçi-emekçi ve yoksullar için ise “acı reçete” olan Orta Vadeli Programın içinden “vergiyi tabana yayma”, “kemer sıkma” ve kamuda tasarruf paketi çıktı. Bu saldırı programına, ilk elden vergi zamları ve kamuda tasarrufla başlandı. Milli gelirin yaklaşık %70’ine tekabül eden ve geniş yığınlardan toplanan dolaylı vergilere zam yapıldı. Öte yandan, kamudan toplanan vergilerin kamuya harcanmasına kısıtlama getirildi.

Orta Vadeli Program milyonların üzerine “kemer sıkma” politikaları ve “tasarruf planları” ile karabasan gibi çökerken, kapitalistleri teğet geçerek vergi afları ve teşviklerle yeni rant alanları açtı. İstanbul Sanayi Odası (İSO) geçtiğimiz günlerde 500 büyük sanayi kuruluşunu açıkladı. Yayımlanan belgelerdeki verilere bakıldığında bu şirketlerin faaliyet kârı yaklaşık 1 trilyon liraya ulaşmış durumda. Öyle ki bu şirketler her bir işçi üzerinden yıllık ortalama 1 Milyon 166 bin lira kazanç sağlamışlar.

AFAD dahil pek çok kurumun bütçesinde kesintiye gidilirken, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi kurumlarda herhangi bir tasarrufa gidilmemesi, saatte yaklaşık 81 asgari ücrete tekabül eden sarayın harcamalarında herhangi bir kısıtlama yapılmaması, danışmanların, müdürlerin, müdür yardımcılarının ve kendilerine bağlı pek çok kişinin çift ya da daha fazla maaş alması tasarruf planlarına dahil edilmiyor. Bu gerçekler bile tek başına, kendi şatafatları ve büyük şirketlerin olağan üstü kâr rekorları kırmasını hasır altı ederek “OVP programı ve vergiyi tabana yayma” politikasının tamamen işçi-emekçiler ile geniş yığınların sırtına yüklendiğinin kanıtıdır.

Milyonlarca kişi asgari ücret ile geçinmeye çalışırken “defalarca söyledik, zam olmayacak” diyecek kadar küstahlaşanlar kendilerine ve yandaşlarına zam yaparken tasarrufu akıllarına bile getirmiyorlar. Sermaye devletinin Hazine ve Maliye bakanı Mehmet Şimşek geçtiğimiz günlerde maaşına 49 bin lira, Çalışma Bakanı Vedat Işıkhan ise 29 bin lira zam aldı. Asgari ücret açlık sınırının dahi altında iken “Türkiye’de asgari ücret düşük değildir” diyerek işçilerle küstahça dalga geçen ekonomi bakanı Mehmet Şimşek, emekli maaşı ile birlikte 1 ayda toplam 17 asgari ücretlinin maaşını tek başına alacak.

“İtibardan tasarruf olmaz” diyerek sırça köşklerde yaşayıp milyonluk lüks arabalarla poz veren, fakat öte taraftan krizin faturasını milyonların sırtına yıkmak için kırk takla atan yozlaşmış bürokratlar takımının, bu denli pervasız bir şekilde saldırıları hayata geçirebilmelerinin esas sebeplerden biri, işçi sınıfı ve geniş emekçi yığınların örgütsüzlüğüdür. Orta Vadeli Program ve azgınca sömürünün karşısına sınıf cephesinden henüz ciddi bir karşı koyuşun olmaması ise gelinen aşamada saldırıların daha da pervasız devam etmesine yol açacaktır. Sermaye devletinin acı reçetelerine karşı tek etkili panzehir, işçi sınıfının ve emekçilerin örgütlü mücadeleyi yükseltmesidir.

K. Torlak

 

Düzen partilerinin normali: Omurgasızlık

 

“Normalleşme” sözü 31 Mart yerel seçimleri sonrası düzen siyasetinde sıklıkla kullanılır bir hal aldı. “Normalleşmeyle” birlikte düzen partilerindeki omurgasızlık daha dikkat çekici bir şekilde görünür oldu. Omurgasızlıklarını artık gizleyemiyorlar. Öte yanda gizlemeye de gerek duymuyorlar. Kıbrıs’ta birbirine hal hatır soran ve oldukça samimi pozlar veren Özel, Erdoğan ve Bahçeli, ola ki o an çay içseler ve oradan ayrılsalar, çay bardağı bile soğumadan neredeyse birbirlerine küfreder gibi ithamlarda bulunurlar. Buna benzer örnekler o kadar çoğaldı ki, artık bu omurgasızlık görüntüleri mide bulandırıcı düzeye ulaştı.

Tabloya sınıfsal perspektifle bakılmadığında, durum sadece omurgasızlıkla tanımlanacaktır. Ama sınıfsal perspektifle baktığımızda, hepsi de burjuvazinin temsilcileri olarak sistemin çıkarlarını korumakta oldukça tutarlılar. Kimi bunda daha başarılı, kimi başarısız. Aralarındaki tek fark aslında bu.

AKP alternatifsiz denecek kadar “başarılı”. Bu “başarısını” sınıf perspektifiyle bakıldığında gözle görülebilen ahlaksızlığına borçlu. AKP’ye oy veren halk değil ama AKP’nin başında olanlar ve adı AKP’li olmasa da (vali gibi) tipik AKP’liler para kazanmanın sınırlarını alabildiğine zorluyorlar. Tabi bunu yaparken yandaş olsun, olmasın sermayenin çıkarlarını gözeterek yapıyorlar.

İhaleler, rüşvetler AKP’lilere yetmediği için çete işleri yapıyorlar. Süleyman Soylu bu yanıyla çete elebaşısı denecek bir AKP’li. Ayhan Bora Kaplan’ın yakalanma şovu ve sonrasında onu yakalayan polislerin tutuklanması vb. polisin içerisinde süren çete savaşının sadece görünen yüzü.

Öte yandan, iktidarın küçük ama etkin ortağı MHP’nin devlet bürokrasisinde tuttuğu yerin, AKP’yi rahatsız ettiğinin ipuçları fazlasıyla var. “Normalleşme” adımları da bu süreçte atıldı. MHP’ye vazgeçilmez değilsin mesajı verilmek istendi, ki aynı yoğunlukta olmasa bile bu devam ediyor. Özgür Özel’in Sabah Gazetesi’nden Yavuz Donat’la yaptığı röportaj da, burjuva medya tarafından “normalleşme” kategorisi içinde işlendi. “Bıçaklar çekilmiş” görüntüsü verilirken AKP’nin yayın organından farksız yandaş medyada böyle bir röportaj (Özel’in neler söylediğinden bağımsız, Özel’le röportaj yapılması) “normalleşme” oyununun bir parçasıdır.

Tuğrul Türkeş’in Osman Kavala başta olmak üzere 4 Gezi davası tutuklusuyla görüşme talebi, talebin gecikmeli de olsa Adalet Bakanlığı tarafından kabulü de “normalleşme” oyununun parçasıdır. Mesaj ise net olarak MHP’ye yöneliktir. Erdoğan bu konuda hala tek söz etmedi. MHP birkaç karşı söylemin ötesine geçmezse gereken ayarı almış demek olur AKP için. Yeni ayarla ortaklık devam eder.

Düzen partileri tepişirken, ya da “normalleşirken” ezilen ve sömürülen bir kez daha işçiler ve emekçiler oluyor ve örgütlenip karşı koymazsa olacak da. İşçi emekçiler için alternatif, düzen partilerinin peşine takılmak değildir. İşçi, emekçilerin tek bir alternatifi var. O da kendi örgütlü mücadelesini güçlendirmek ve ileriye taşımaktır.

H. Ortakçı