İçindekiler:

29 Ocak 2021
Sayı: KB 2021/Özel-05

Türkiye’nin mazlum amele ve rençberlerine!
Gerici-faşist iktidarın reform sahtekarlığı
Türkiye’nin AB serüveni ve AB’nin hesapları
Yoksulluk ve eşitsizlik tırmanıyor
“Hukuk reformu” aldatmacadır!
CHP-AKP kavgasında yeni gündem
Fabrika merkezli çalışmaları güçlendirmeliyiz!
HT Solar’da yaşananlara dair...
“Biz umutluyuz işçi sınıfı kazanacak!”
Onbeşlerin katledilmesinin 100. Yılı...
Biden yönetimi ve şişirilen “umut” balonları
Kuzey Akımı 2 projesi ve emperyalist gerilimler
Tunus’ta emekçiler bir kez daha meydanlarda
Kapitalizmin aşıdaki yüzü
Üniversitelerde direniş sürüyor
Yandaşa değil, eğitime bütçe!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Yandaşa değil, eğitime bütçe!

 

AKP iktidarının 2014 yılında tamamlanacağını söylediği, ancak milyarlarca liralık harcamaya karşın geçen yılın sonu itibariyle yüzde 68,7 oranında gerçekleşen “Fatih Projesi”ne 2021 yılında ayrılacak bütçe belirlendi.

10 yıldır “hedefine ulaşmayan” proje için 2021’de 500 milyon TL’si dış kredi olmak üzere 1 milyar TL kaynak ayrıldı. Bu proje için 2011 yılından bugüne harcanan para ise 5 milyara yaklaştı. 2014 yılında bitirileceği söylenen Fatih Projesi’nin bitiş yılı 2023 olarak açıklanırken, proje için harcanacak toplam tutarın 8 milyar olacağı belirtildi. Fatih Projesi için yalnızca 2020 yılında 3,8 milyar TL harcanırken, 2020 yılı harcamasının 40 milyon TL’si ise dış kredi yoluyla karşılandı.

“Tüm öğrencilere tablet dağıtılacak” iddiasıyla başlatılan Fatih Projesi’nde 10 senedir herhangi bir ilerleme kaydedilmezken, özellikle pandemi koşullarında öğrencilerin teknik ekipman eksikliği (bilgisayar, internet, ses donanımı vb.) sorunu daha da arttı. Bu proje için yandaşlarına milyarlarca para akıtan AKP iktidarı, gelinen yerde eğitimde yaşanan kaosa çözüm üretmek yerine yandaşlarını ve kendilerini zengin etmekten başka bir şey yapmadı. 

Her yeni gün, teknik ekipman ve alt yapı eksikliğinden dolayı uzaktan eğitime ulaşamayan, böylelikle eğitim hakkı gasp edilen öğrencilerin haberini görüyoruz. Pandemiyle birlikte eğitime uzaktan devam edilirken, hemen hemen hiçbir devlet okulunun uzaktan eğitim için gerekli alt yapıya sahip olmadığını da görmüş olduk. Türkiye’nin önde gelen üniversiteleri olan ODTÜ, Boğaziçi Üniversitesi, İTÜ, Yıldız Teknik Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi’nde dahi alt yapı eksikliğinden dolayı uzaktan eğitim süresi boyunca sorunlar yaşandı, yaşanmaya devam ediyor. 

8 milyon öğrencinin gerekli teknik ekipmanı olmadığı için uzaktan eğitime erişemiyor olması, eğitimde yaşanan kaosu gözler önüne sermektedir. Pandeminin olmadığı zamanlarda da köylerde, dağlık alanlarda yaşayan çocuklar eğitime ulaşamazken, salgın koşullarında bu durum daha da vahim boyutlara ulaştı. Sermaye devleti bu süreçte sağlığa, eğitime dev bütçeler ayırmak yerine ranta, talana, savaşa, Diyanet İşleri Başkanlığı’na, Fatih Projesi gibi “dev projelere” bütçeler ayırdı, ayırmaya devam ediyor.

Öğrencilerin teknik ekipman eksikliğini gidermek yerine dinci gerici vakıf ve tarikatlara bütçeler ayrıldı, “dindar-kindar” bir nesil yaratma hedefleri doğrultusunda hareket edildi. Fatih Projesi gibi projelere dev bütçeler ayrılarak, sözde öğrencilerin teknik ekipman eksikliğine dair çözüm üretileceği iddia edilirken, gerçekler ise bunun böyle olmadığını bizlere gösterdi. Eğitim eşit, parasız, nitelikli ve ulaşılabilir bir hak olması gerekirken, özellikle pandemi koşullarında daha çok gasp edildi. Eğitim hakkının gasp edilmesine karşı, AKP iktidarının eğitim yerine kendi yandaşlarına para akıtmasına karşı yapılması gereken bellidir: Mücadele etmek! Eşit, parasız, nitelikli, ulaşılabilir eğitim hakkı için okullarda, sokaklarda mücadeleyi büyütmektir.

P. Sevra

 

 

 

 

 

Yarınlarımız için bugünden özneleşmeye!

 

Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşanan gelişmeler, saray rejiminin pervasızlığını ve buna karşı gençliğin biriken öfkesini bir kez daha gözler önüne serdi. 2021’in ilk günlerinde Tayyip Erdoğan’ın Boğaziçi Üniversitesi dahil olmak üzere bazı üniversiteye yaptığı rektör atamaları öğrenci gençliğin tepkisini büyüttü. Özellikle, eski AKP milletvekili aday adayı Melih Bulu’nun Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atanması, başta Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri olmak üzere tüm üniversiteliler tarafından tepkiyle karşılandı.

Üniversitelere dönük saldırılar

Gençlik dünden bugüne toplumsal muhalefetin önemli bir bileşeni oldu/olmaya devam ediyor. 12 Eylül askeri faşist darbesi öncesinde yükselen mücadele içerisinde gençlik hareketi önemli devrimci önderler çıkarmış, gençlik hareketi dinamizmi ile sürükleyici bir rol oynamıştı. Devrimci mücadeleyi ezmek için ABD emperyalizminin yönlendirmesi ile tezgahlanan ve uygulanan darbe sonucu karanlığı bugünlere uzanan kararlar hayata geçirildi. Üniversiteleri denetim altına almak için kurulan Yükseköğrenim Kurulu da (YÖK) bunlardan biriydi. YÖK o günden bugüne sermaye devletinin üniversitelerdeki ayağı oldu. Üniversitelerde yaşanan nitelik kaybının, gericileşmenin, ticarileşmenin yürütücü gücü olarak hareket etti. Rektörlük seçimleri göstermelik hale geldi. 12 Eylül’ün çocuğu olan AKP de, darbe girişimini fırsata çevirerek 15 Temmuz sonrası süreçte üniversiteler alanına el atmış ve rektörlük seçimlerini ortadan kaldırarak cumhurbaşkanına dilediği kişiyi rektör olarak atama fırsatı vermişti. Başta öğrenci hareketinin merkezi olan üniversiteler olmak üzere tüm üniversitelere AKP’li isimler atandı, akademisyen ihraçlarıyla ilerici birikim tasfiye edilirken gerici kadrolar üniversitelere dolduruldu.

Bugün Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin ortaya koyduğu eylemli tepkiler yıllardır üniversitelere dönük sürdürülen ve AKP ile iyice pervasızlaşan müdahale ve saldırılara verilmiş anlamlı bir yanıt oldu. Boğaziçi Üniversitesi’ndeki bu anti-demokratik icraata verilen tepkiler üniversitelileri aşarak saray rejiminden rahatsız olan tüm kesimleri arkasında topladı.

Sorunlarımıza karşı örgütlenmeye, özneleşmeye!

Üniversite eğitimi bizlere geleceğimiz adına önemli bir dönüm noktası, ya da tek kurtuluş kapısı olarak sunuluyor. Bu uğurda maddi-manevi emek harcıyoruz. Fakat bizlere “kurtuluş kapısı” diye sunulan üniversiteler sermayenin çiftliklerine dönüştürülüyor, dinci-faşist iktidarın arka bahçeleri haline getiriliyor, dindar-kindar bir gelecek yaratma hedefiyle hareket eden kurumlara çevriliyor. Akademisyeninden öğrencisine ve diğer üniversite personeline kadar hiçbir üniversite bileşeni karar süreçlerine dahil edilmiyor.

Dün olduğu gibi bugün de sermaye adına devleti yönetenler; bizler adına kararlar alıyor, bizler adına uyguluyor. Geride bıraktığımız pandemi dönemi boyunca eğitim sisteminin nasıl işletileceğini bize sormadıkları gibi, üniversitelerin rektör seçimlerinde de üniversite bileşenlerini dikkate almıyorlar.

Şimdi geleceğimize sahip çıkmak istiyorsak lisede, üniversitede, yaşamın her alanında özneleşmeli ve tek adamın geleceğimizi karartan icraatlarına karşı mücadele etmeliyiz. Geleceği kazanmanın yolu söz, yetki ve karar hakkımıza sahip çıkmaktan geçiyor. Bunun için bugünden lise meclislerinde buluşalım, geleceğimizi tek adamın iki dudağı arasına bırakmayalım!

(Liselilerin Sesi dergisinin Ocak 2021 tarihli sayısından alınmıştır)