İçindekiler:

29 Ocak 2021
Sayı: KB 2021/Özel-05

Türkiye’nin mazlum amele ve rençberlerine!
Gerici-faşist iktidarın reform sahtekarlığı
Türkiye’nin AB serüveni ve AB’nin hesapları
Yoksulluk ve eşitsizlik tırmanıyor
“Hukuk reformu” aldatmacadır!
CHP-AKP kavgasında yeni gündem
Fabrika merkezli çalışmaları güçlendirmeliyiz!
HT Solar’da yaşananlara dair...
“Biz umutluyuz işçi sınıfı kazanacak!”
Onbeşlerin katledilmesinin 100. Yılı...
Biden yönetimi ve şişirilen “umut” balonları
Kuzey Akımı 2 projesi ve emperyalist gerilimler
Tunus’ta emekçiler bir kez daha meydanlarda
Kapitalizmin aşıdaki yüzü
Üniversitelerde direniş sürüyor
Yandaşa değil, eğitime bütçe!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Pandeminin faturası emekçilere kesiliyor...

Yoksulluk ve eşitsizlik tırmanıyor

 

Dünyada ve Türkiye’de 2020 yılına damgasını koronavirüs pandemisi vurdu. Kapitalizmin çevreyi acımasızca talanı, doğal dengelerin alt üst edilmesi sonucu ortaya çıkan ve yine kapitalizm koşullarında bir insani krize yol açan küresel salgın ekonomik ve sosyal sonuçları açısından da emekçiler için tam bir yıkım oldu.

Yoksulluk derinleşti, gelir eşitsizliği arttı

Bir yıldır devam eden salgın; ilk birkaç ayından sonra sağlık açısından yarattığı sorunlardan çok ekonomik faturasıyla tartışılmaya başlandı. Sermayedarlar süreci fırsata çevirip çalışma yaşamında köleliği dayatırken, işçi sınıfı da açlık ya da hastalık ikilemine sıkıştırıldı. Milyonlarca emekçi salgına rağmen çalışmak zorunda kaldı. İşçi ve emekçilerin çalışma koşulları ağırlaşırken pandeminin derinleştirdiği krizin faturası da yine emekçilere ödetilmek istendi.

DİSK’e bağlı Genel-İş Sendikası’nın hazırladığı “Covid-19 Sürecinde Türkiye’de Gelir Eşitsizliği ve Yoksulluk Raporu”na göre, pandemi sürecinde dünya genelinde 100 milyon insan yoksulluğa sürüklendi.

Türkiye ise gelir eşitsizliği ve yoksullaşmada Avrupa’da başı çekiyor. Zira Türkiye, Avrupa ülkeleri içinde en zengin yüzde 20 ile en yoksul yüzde 20 arasındaki farkın en fazla olduğu ülke. Yine Türkiye’de en zengin kesim, en yoksul kesimden 8,3 kat fazla kazanıyor.

Pandemi ilanının hemen ardından sermayeye milyarlarca TL’lik destek paketlerinin açıklandığı Türkiye’de 2019 başında 9 bin 150 dolar olan kişi başına düşen milli gelir 2020’de 7 bin 715 dolara gerileyerek yaklaşık 1500 dolar eksildi. Gelişen ve gelişmekte olan Avrupa ülkeleri arasında bu rakam ise ortalama 26 bin 25 dolar. Sermayenin demir yumruğu “ekonomimiz şahlanıyor” dese de Çalışma Bakanı “Türkiye’de yoksulluk sorun olmaktan çıktı” diye masal anlatsa da istatistik bilimi tam aksini söylüyor. Rapora göre Türkiye’de son iki yılda yoksul sayısı 8,4 kat arttı. 2017 yılında 15 milyon 864 bin kişi olan yoksul sayısı, 2019 yılında 1 milyon 343 kişi daha artarak 17 milyon 207 bin kişiye çıktı. Yoksulluk oranıysa yüzde 21,3’ü buldu.

Emekçiler çalıştıkça yoksullaştı

Bir işte çalıştığı halde insanca yaşayacak gelire sahip olamayanların yoksulluğu, yani “çalışan yoksulluğu” da arttı. Dünyada İstihdam ve Sosyal Görünüm 2020 Raporu’na göre; günümüzde 630 milyonu aşkın çalışan, diğer bir deyişle, dünyada çalışan nüfusun beşte biri çalıştığı halde yoksul. TÜİK’in verilerine göre Türkiye’de çalışan yoksulluğu son iki yılda yüzde 15 arttı. Gerçek yaşamda ise bu oranların çok daha yüksek olduğunu biliyoruz. Pandemi döneminde ücretsiz izne çıkarılan işçi sayısı 2 milyona, kısa çalışma ödeneğine geçirilerek ciddi bir gelir kaybı yaşayan işçi sayısı ise 4 milyona dayandı. Diğer taraftan zam yağmuru altında ücretler eridikçe eridi.

Bu yoksullaşma borçlanmayı da arttırdı. Araştırmaya göre Türkiye’de yaşayanların yüzde 71’i borçlu. Üstelik bu verilerde baz alınan borçlanmaya konut ve konut masrafları borçlanması dahil değil.

2019 TÜİK verilerine göre nüfusun yüzde 33,6’sı iki günde bir et, tavuk veya balık içeren yemek ihtiyacını karşılayamadı. Yine nüfusun yüzde 29,7’si beklenmedik harcamalarını karşılayamazken yüzde 19,2’si de 2019 yılında ev içinde ısınma ihtiyaçlarını karşılayamadı. Pandeminin vurduğu 2020 yılında bu oranların katlandığını tahmin etmek güç değil.

Kadın yoksulluğu artıyor

Erkek egemen kapitalist sistem kadınlar üzerindeki çifte sömürüyü pandemi koşullarında derinleştirdi. Kadının ezilmişliğini farklı görünümler altında sürdüren, kadını ikincil cins olarak gören ve toplumsal cinsiyet rollerini besleyen kapitalizm, geride bıraktığımız yılda da sorumlusu olduğu krizin bedelini ilk olarak kadınlara ödetmek istedi. Türkiye’de son 1 yılda kadın işgücü yüzde 7 azaldı, 1 milyonu aşkın kadın bu süreçte işsiz kaldı. Yükseköğrenim mezunu kadın işsizliği yüzde 18,8’e ulaştı

Genel-İş’in raporuna göre Türkiye’de kadınların yoksulluk riski yüzde 41. Kadınların yanı sıra gençler ve çocuklar da çarpıcı bir yoksulluk riski ile karşı karşıya. Ülkede çocukların yoksulluk riski yüzde 48, yani her iki çocuktan biri yoksulluk riski altında. Yine genç yoksulluğu da Türkiye’de, Avrupa ülkelerinin ortalamasından iki kat fazla. Türkiye’de 18-24 yaş arası gençlerin yüzde 43’ü yoksulluk riski ile yaşıyor.

***

Kapitalist sistem, pandemiye kendi adına işlerin pek de yolunda gitmediği bir dönemde yakalandı. Pandemiyle boyutlanan krizin faturası ise her yerde emekçilere kesiliyor. Dünya genelinde tırmanan yoksulluk da bunun en somut göstergesi olarak karşımıza çıkıyor. Üretilen değerden emekçilerin aldığı pay her geçen gün küçülürken tekellerin elindeki zenginlik daha da büyüyor. Türkiye ise gelir eşitsizliği ve yoksulluk grafiklerinde “zirvede oturuyor.”

Sermayenin demir yumruğu AKP-MHP bloku, bir bir hayata geçirdikleri saldırı yasaları ve sosyal yıkım programları ile işçi ve emekçileri açlığa-yoksulluğa sürüklüyor. Pandemi fırsat bilinerek uygulanan ücretsiz izin ve kısa çalışma ödeneği saldırıları, yine açlık sınırının altında bırakılan asgari ücret; bunların üzerine iğneden ipliğe gelen zamlar ve artan vergi yükü bugün milyonlarca emekçi ailesini açlık sınırının altında bir yaşama mahkûm ediyor. “Ekonomi ve hukuk reformu” adını verdikleri yeni saldırı paketleri ise yolda.

İşçi ve emekçiler önümüzdeki süreçte saldırıların yoğunlaşacağının bilincinde olarak sert bir sınıf kavgasına hazırlanmalıdır.

Dinci-faşist ittifakın her adımı sosyal saldırıların artacağını, buna karşı çıkarılmak istenen her sesin de devlet terörüyle boğulmak istendiğini gösteriyor. Bu nedenle işçi ve emekçilerin “sınıfa karşı sınıf” bakışını kuşanması, hakları ve geleceği için mücadeleyi yükseltmesi yaşamsal bir sorumluluk olarak öne çıkıyor.