İçindekiler:

08 Ocak 2021
Sayı: KB 2021/Özel-02

Yaklaşan baharın ayak sesleri
“Kayyım rektör istemiyoruz”
Bahçeli’nin Boğaziçi korkusu
Rejim pervasızlığını aşıda da sürdürüyor
Pandemi sürecinde komplo teorileri
“Acı reçete” yılını mücadele yılına çevirelim!
Koronayı fırsatçılığının yeni adımı asgari ücret
Direnişçiler buluştu
Şükretmek mi, mücadele mi?
“Cumhuriyet’in kazanımları” çizgisi / 1 H. Fırat
Ortadoğu’da son gelişmeler
ABD ve İsrail’in İran sendromu
Trump destekçileri Kongre’yi bastı
Arjantin’de kadın hareketinin zaferi
Pandemi yılında kadınlar
Bir devrimci işçinin ardından
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Pandemi sürecinde komplo teorileri

 

Toplumsal yaşamı çok yönlü etkileyen küresel pandemi döneminde, sınıfsal refleksleri ile hareket eden kapitalistlerin karşısına bir sınıf olarak çıkamayan işçi ve emekçiler ağır bedeller ödüyorlar. Sağlık, eğitim, beslenme, barınma, ulaşım, temiz çevre gibi temel hakların salgınla birlikte daha da yakıcı sorun alanlarına dönüşmüş olması bu sürecin bir yanıdır. Diğer bir yanı ise geniş kitlelerin gerçekleri bilme veya anlama hakkından yoksun olmalarıdır.

Pandemiyle ilgili bilimsel verilerin çarpıtılmadan, şeffaf ve anlaşılır bir şekilde aktarılması, anlaşılır kılınması toplumlar için zorunlu bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyaç karşılanmadığında, eş dost meclislerinde yapılan sohbetlerde komplo teorileri, anti-bilimsel yorumlar ve bunlarla da bağlantılı olarak istenmeyen davranış örnekleri sergilenmesi kaçınılmaz olabilmektedir. Ancak konu, AKP-MHP faşist iktidarının “önlemlere uyulmuyor” diyerek toplumu suçlamasının gerekçesi kapsamında değil, bilinen bir gerçeği ifade etme gereksinimi bağlamında düşünülmelidir.

Sermaye devleti elindeki medya gücünü yalan haberler ve manipülatif açıklamalar yapmak için kullanıyor. Halen de gerçek vaka ve ölüm sayılarının güvenilir olmadığı ortadadır. İktidar için mesele salgını değil, toplum algısını yönetmek olduğundan, başka türlüsü zaten beklenemez. Bir nebze doğru bilgilerin verilmesi bile ancak toplumsal muhalefetin basıncıyla sağlanabilir. Dolayısıyla bilgi edinme ve anlama hakkının kullanımı açısından ilerici basın ve onurlu bilim insanları başlıca seçenek haline geliyor. Fakat kapitalizm işçi ve emekçilerin azımsanmayacak bir bölümünü tam da bilim kültüründen yoksun bırakmaktadır. İşçi ve emekçiler genelde zaten okuma ve yazma alışkanlığı edinmeyi alabildiğine zorlaştıran koşullarla çevriler. Dahası mevcut düzen onlara insanlığın bugüne kadarki birikimini, bunun asgari düzeydeki temel eğitimi ve eleştirel düşünme yetisini bilinçli olarak vermiyor. Elbette kapitalist düzenden, en azından geniş yığınlar için böylesi bir misyon beklenemez. Ara sıra sermaye sınıfının sözcülerinin de pervasızca dile getirdikleri gibi, burjuvazinin ihtiyacı, okumamış insanlardır. Bir kısmı işsiz kalsın, bir kısmı emeğini ucuza satsın, bir de ‘güçlü lider’ imajına da aldanarak oy versin yeter. Bugünün kaba gerçekliği budur.

Son zamanlarda yaygınlaşan aşı karşıtlığının, komplo teorilerinin gerisinde de toplumlara dayatılan niteliksiz eğitim veya eğitimsizlik vardır. Eğitim hakkının gaspı, fırsat eşitsizliği, sınıfsal ayrımlar pandemi ile birlikte daha da derinleşmiştir. Üstüne bir de eğitim hakkına erişim konusunda kuşaklar arası farklılıklar söz konusudur. Türkiye’de geçmişte daha yoğun olmak üzere kız çocuklarının okutulmaması, yoksulluktan ya da okul olmamasından kaynaklı çocukların okula gönderilmemesi gibi sorunlar hep yaşanageldi. Bugün ise internet erişimi sıkıntısı daha çok öne çıkmaktadır. Sonuç olarak toplumda önemli bir kesim nitelikli, bilimsel eğitimden mahrum kalmıştır. Bu nedenle de televizyonda önünde uzman yazan her insan sorgulanmadan haklı bulunmakta, oy verilen partilerin açıklamaları yeterli görülmekte veya internette yalan ve gerçek bilgi ayırt edilememektedir.

Aşı karşıtlığının nedenleri çeşitli kesimlerde farklı gerekçelendirmeler eşliğinde savunuluyor. Bu yüzden aşı karşıtlığına değil, komplo teorilerine bakmak daha isabetli olacaktır. “Virüs laboratuvar çıktısı”, “Dünya nüfusu çok arttı, yoksulları ve yaşlıları öldürmek istiyorlar”, “Bill Gates planladı”, “Çin aşısı vurulunca gözümüz çekik olacak”, “Çin Türkiye’yi bitirmek istiyor”, “Aşılarda çip var”, “Salgın diye bir şey yok, Türkiye’nin ekonomisini hedeflediler” gibi onlarca safsata dönüyor sanal alemde. Bu teorileri ciddi bir şekilde savunanlar var.

Komplo teorilerinin tartışılması bilimsel gerçeklerin tartışılmasından daha rahatlatıcıdır. Ne de olsa basitçe açıklanabilmekte, hemen alıcı bulabilmekte ve böylece savunanlar arasında bir aidiyetlik hissi oluşabilmektedir. Gerçekler ise rahatsız edicidir. Bu nedenle gerçeği kabullenmek daha zor olabilmektedir. Bilmeme hali ve belirsizlik korku yaratır. Endişe ve kaygı durumu sürdürülebilir olmadığı için basit teorilere inanmayı tercih etmek kolay gelir. Bu psikolojik arka plana bilimin bir kültür haline gelmemiş olması olgusu da eklenince iş çığırından çıkabiliyor. Oysa bilimin kültür haline gelmiş olması halinde, temel bilgiler eşliğinde, yapılan sohbetlerde birlikte akıl yürütülebilmesi mümkün olabilecektir.

Örneğin İngiltere’de virüsün mutasyona uğradığı haberi yapılıyor. Bu varyant tehlikeli olarak sınıflandırılıyor, 20 yaş altında hızla yayıldığı belirtiliyor. Bu bilgi bu hali ile medyada yer bulup da Sağlık Bakanlığı doğru düzgün açıklama yapmayınca, haber ister istemez halk içinde bir endişeye sebep olabiliyor. Oysa virüslerin doğaları gereği mutasyona uğradıkları, yayılma durdurulmadığı sürece de daha tehlikeli, daha ölümcül mutasyonların da çıkabileceği, temel düzeyde bir bilgidir. Bunu bilmek, öyle ya da böyle oluşan endişenin yanı sıra salgın yönetimine yönelik izlenecek yolları tartışmayı da doğurur. Hastalık yayılımını önlemek için tam kapanma, gerçek karantina önlemleri, bu süreçte temel ihtiyaçların karşılanması gibi talepleri savunmayı, mücadele etmeyi gerektirdiğini gösterir. Geniş yığınlarda böyle bir kültür oturmuş olsa idi salgın bugünkü gibi ilerlemez, bu kadar insan ölmez ve devamında yaşanan acılar olmazdı. İşte kapitalistlerin titizlikle izledikleri politikalar sonucu geniş işçi ve emekçilerin mahrum bırakıldığı insani hak olan bilme ve anlama hakkının önemi burada bir kez daha karışımıza çıkmaktadır.

Komplo teorilerini benimsemenin bir diğer zarar verici yanı ise tüm bu yaşananların arkasındaki emperyalist kapitalist düzen gerçekliğini gölgeliyor oluşudur. Bu sistemde biyolojik, kimyasal, nükleer gibi her türlü silah üretiliyor ve kullanılıyor. Emperyalistlerin suçları saymakla bitmez elbette, insanlığa ödetilen bedellerin faturası çok kabarıktır. İşte bu düzenin akıldışılığı, artık aşılmasının gerektiği konusunda taraf olmanın vakti gelmiş iken, rahatlatıcı etkisi ile komplo teorileri meseleyi bulandırmaktadır. Böylece egemenlerin de algı yönetimine destek sağlamaktadırlar.

Bu sene salgının politik arka planının çokça tartışılacağı açıktır. ABD, Çin, Rusya veya AB emperyalistleri kitlelerin gündemlerini bu konular üzerinden belirleyip, kendi iç ve dış siyaset malzemeleri haline getireceklerdir. Ancak işçi ve emekçilerin izlemesi gereken yol bilimin ışığında ilerlemek ve elbette kendi sınıfsal çıkarları gereği davranarak örgütlenmektir. Yoksun bırakıldığımız haklarımız ve geleceğimiz için iktidar bilinci ile bir araya gelebilmeli, bilimi de insanlığın çıkarlarına göre kullanabileceğimiz sosyalist düzeni kurmalıyız. Isaac Asimov’un da dediği gibi, “Tam anlamıyla söylemek gerekirse bilim bir isim değil fiildir, bir şey değil yöntemdir, varılan sonuçlar dizisi değil evrene bir bakış biçimidir.” Gerek sosyalizmin bilimselliğini gerekse de bugün yaşanan akıldışı olayları kavrayabilmek için bilimi anlamak ve kültür haline getirmek temel bir sorumluluktur.

H. Armoni