7 Ağustos 2020
Sayı: KB 2020/Özel-8

Krizin faturasına ve faşist zorbalığa karşı!
Derinleşen kriz ve gerici manevralar
Kadın cinayetlerine karşı eylemli mücadeleyi büyütelim
“İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmeyeceğiz!”
Pandemi fırsatçıları servetlerini katladı
Ebru ve Aytaç için eylemler
“Geleceğimiz için birlik olmalıyız!”
Tutsak devrimci Elif Alçınkaya’dan…
Petkim toplu iş sözleşmesi üzerine
“Mücadele etmezsek kıdem tazminatımızı kaybederiz”
Engels: Anısı ve eseri sonsuza dek yaşayacak! - A. Eren
Alman ekonomisinin “motoru” tekliyor
ABD-Çin gerilimi aynasında hegemonya mücadelesi
Siyonist rejim zor durumda!
Beyrut Limanı’nda patlama
Kontrolsüz plastik üretimi gezegeni tehdit ediyor
Zeliha yoldaş bir yıl önce aramızdan ayrıldı
Dinci-gerici iktidarın üniversite parolası “Yaptım, oldu!”
Parasız eğitim haktır!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

ABD-Çin gerilimi aynasında
hegemonya mücadelesi

A. Engin Yılmaz

 

ABD ile Çin arasında uzun süredir tırmanan gerilim günden güne kızışıyor, nüfuz ve pazar alanları mücadelesi sertleşiyor. Emperyalist hegemonya kavgası, insanlığı toplu bir yıkım savaşıyla yüz yüze bırakacak denli tehlikeli bir düzeyde seyrediyor.

ABD ile Çin arasında sürekli büyüyen gerilim bu gelişmenin ifadesi. ABD’nin karşısında yükselen bir güç olan Çin, emperyalist hegemonya mücadelesinde ABD’nin dizginlenmesi gereken en büyük rakibi konumunda. Bu nedenle ABD ile Çin arasındaki gerilim yeni adımlarla tırmanıyor. Ticaret ve teknoloji savaşları, koronavirüs salgınını Çin’in başlattığına ilişkin Washington’un iddiaları, Güney Çin Denizi ve Hong Kong’taki gelişmeler, Sincan’ın Çin kısmı da dahil olmak üzere insan hakları üzerinde sergilenen ikiyüzlülükler ve karşılıklı konsolosluk kapatma girişimleri, bunların başlıcalarıdır.

Hegemonya bunalımının etkisiyle emperyalist nüfuz mücadeleleri kızışıyor ve yeni bloklaşmalar güç kazanıyor. Rusya ve Çin, hegemonyası sarsılan ABD’nin karşısında ön planda bulunan iki önemli küresel güç olarak duruyor. Rusya, ABD emperyalizmi liderliğindeki batı blokunun kendisini kuşatmaya yönelik girişimler karşısında etkin bir inisiyatif ve direniş göstererek, Suriye ve Ukrayna üzerinden önemli başarılar sağlayarak, bunu göstermiş oldu. Benzer bir inisiyatif ve başarıyı Uzak Doğu’da kendisini çevrelemeye yönelen ABD kuşatmasına karşı Çin sergilemektedir.

ABD’nin etkili siyasi ve askeri temsilcilerinin bir kesiminin Çin’i değil Rusya’yı esas düşmanları olarak gördükleri biliniyor. Zira Doğu Ukrayna, Balkanlar, Suriye, siber uzay ve nükleer silahlarda Rusya Washington’un çıkarlarına yönelik bir dizi tehditi temsil ediyor. Fakat buna rağmen, ABD’nin egemen dünya gücü statüsüne meydan okuyabilecek bir güce sahip değildir. Aynı durum Çin için de geçerlidir. Zira sarsılan hegemonyasına rağmen ABD hala da dünyanın tartışmasız en büyük ekonomik ve askeri gücüdür.

Böyle olmakla birlikte ABD’nin Çin’nin yükselişi karşısındaki korkusu, Pentagon’un “Küresel Tehdit Değerlendirmesi 2019” raporunda gerekçelendirilmektedir.

Neden Çin?

Emperyalist nüfuz ve pazar alanları mücadelesinde Çin’in farklı bir gücü ve potansiyeli var. Nüfusu, muazzam ekonomisi, büyüyen teknolojisi, “İpek yolu” olarak bilinen (dünya nüfusunun yüzde 65’i, küresel GSYİH’nın yüzde 40’ı dahil olmak üzere 68’den fazla ülkeyi kapsayan) kıtalar arası “Bir Yol Bir Kuşak” projesi ve hızla modernleşen askeri gücüyle yükselen Çin, ABD’nin hareket alanını daraltan güçlerin başında gelmektedir. Dünyanın ikinci büyük ekonomik gücü olan ve bu sayede siyaset, ekonomi, savunma, yatırım, eğitim ve kültür alanlarında ABD’nin kurduğu küresel düzenin altını adım adım oyan Çin, ABD için her ne pahasına olursa olsun dizginlenmesi gereken bir güçtür.

ABD daha Trump başkan olmadan önce, “Asya-Pasifiğe dönüş” stratejisi çerçevesinde, her alanda Çin üzerinde baskısını artırma, Çin’in çevresini askeri olarak kuşatma girişimlerini güçlendirme çabasındaydı. Bu girişimler Trump yönetimi altında yeni bir düzeye taşındı. Trump, ekonomik, teknolojik, siyasi ve askeri alanlarda Çin’in yükselişini önlemeye ve rakip güç olarak sivrilmesini engellemeye dönük her tür kışkırtıcı adımı atmada fütursuzca davrandı. Askeri önlemlerin yanı sıra ticaret savaşıyla bu ülkenin ekonomisini hedef aldı.

Çin’e karşı savaş cepheleri

En önemlilerinden biri ticaret alanında yaşanmaktadır. Seçim kampanyasında Çin mallarına vergi koymayı vadeden Trump, başkanlık koltuğuna oturduktan sonra bu doğrultuda adımlar attı. Ucuza mal edilen ürünlerin fikir ve tasarımı konusunda Çin’i hırsızlıkla suçlayan Trump, 2018 yılı başlarında “çok aptalca olan ticaret anlaşmaları ve politikalarına son vereceği”ni söylemiş ve gerekli adımları atmıştı. Geçtiğimiz Mayıs ayında ise Çin’in büyüme potansiyelini zayıflatmayı hedefleyen birtakım talepler Çin’in önüne konulmuştu.

Sızdırılan belgelere göre, Çin hükümetinin, uçak üretimi, elektrikli otomobiller, bilgisayar mikroçipleri ve yapay zeka dahil olmak üzere on kilit sektörü birleştiren ve “Made in China 2025” programında ifadesini bulan sübvansiyonları ve yatırım programlarını dondurması isteniyor. Çin’in ABD’deki hassas teknolojilere yatırımına ilişkin kısıtlamaları kabul etmesi talep ediliyor. Cornell Üniversitesi’nde ekonomi profesörü Eswar Prasad,“Liste, müzakere temelinden ziyade teslim olma koşullarına benziyor” derken, temel bir gerçeğe işaret ediyor.

Daha düne kadar sermaye ve meta akışı önündeki engellerin kaldırılmasını savunan ve tüm dünyaya serbest ticareti dayatan ABD, şimdi Çin’in ekonomisine darbe vurmak amacıyla ulusal gümrük duvarlarını yükselterek, sert bir ticaret savaşı yürütüyor. 

Siber alanda da mücadele sürüyor. ABD’li yetkililer Çin’i askeri sırlar elde etmek için siber casusluk yapmakla ve ABD’ye karşı geniş tabanlı bir siber saldırının parçası olarak yaygın politik müdahalelerde bulunmakla suçluyor. ABD’nin siber alanda Çin’le mücadele etmek için ne yaptığı bilinmese de, “2017 Ulusal Güvenlik Stratejisi”, “yabancı hükümetlere, suçlulara ve önemli kötü amaçlı siber faaliyetler yürüten diğer aktörlere karşı hızlı ve sert bir izleme eylemi gerçekleştirecek” sözleriyle ABD’li “siber savaşçılar”ın aktif olduklarını ilan etmiş oluyor.

ABD teknolojik alanda da Çin’in gelişmesini önlemeyi ve lider konumdaki teknoloji şirketlerinin ticaretini kısıtlamayı hedefliyor. Çin liderliği uzun zamandır, ekonomik ve askeri olarak ABD’ye yetişebilmek için, 21. yüzyılın ekonomisini belirleyecek teknolojilere hakim olmak gerektiği bilinciyle davranıyor. Yapay zeka, beşinci nesil telekomünikasyon (5G), elektrikli araçlar, nanoteknoloji vb. alanlarda büyük yatırımlar yapmış bulunuyor.

ABD’nin bu alana dönük adımlarının sonuncusu, 5G kablosuz bağlantının küresel uygulamasına liderlik eden Çin’in telekomünikasyon şirketlerinden Huawei’nin çabalarını sabote etme girişimi oldu. Şirketin iş yapmasını önlemek için Asyalı ve Avrupalı müttefiklere baskı yapıyor. İşi Huawei’nin baş finans memurunu Kanada’da tutuklamaya kadar vardırdı. Huawei ürünlerinin ABD’de satışına yönelik yasak dahil olmak üzere saldırının devam etmesi olasıdır. “Teknolojik soğuk savaş” olarak bilinen bu önlemler, Çin hükümetinin Huawei’nin telekomünikasyon ağını askeri sırları çalmak için kullanmasını önlemek, ABD ve müttefiklerinin güvenliğini sağlamak biçiminde gerekçelendiriliyor.   

Diplomatik ve askeri alanlarda da mücadele tırmanıyor. Devasa “İpek yolu” projesiyle Çin, Avrasya, Ortadoğu ve Afrika’da geniş bir yol, tren, liman ve boru hattı ağı oluşturmak, ülkelerin altyapılarını inşa ederek, borç vererek onların ekonomilerini kendine bağlı kılmak, bu yolla çok yönlü etkisini yayıp güçlendirmek istiyor. Washington her yol ve yöntemle bu projeyi baltalamaya çalışıyor.

ABD hükümeti Çin’i askeri olarak da izole etmek ve stratejik seçeneklerini sınırlamak için bir dizi girişimde bulunuyor. Güney Asya’da Hindistan ve Pakistan’ı Çin’den uzak tutma çabalarını yoğunlaştırıyor. Batı Pasifik’te ABD devriye gemilerinin sayısını artırıyor, yerel güçlerle yeni anlaşmalar yapıyor.

Yanı sıra ABD ile Çin arasında, Çin’in Güney Çin Denizi’ndeki tartışmalı egemenlik iddiaları nedeniyle artarak devam eden bir gerilim yaşanıyor. ABD, Çin’in Güney Çin Denizi’ndeki doğal kaynaklar üzerinde hak iddia etmesinin ve bölgedeki ülkeleri sindirme politikasının “yasa dışı” olduğunu dile getiriyor. Çin hükümeti ise “tarihi gerçekleri görmezden gelen ABD’nin, Güney Çin Denizi’nde huzursuzluk yaratmaktan vazgeçmesi” gerektiğini ileri sürüyor. Çin söz konusu deniz sahasının binlerce yıldır Çin’in etki alanı içinde bulunduğunu savunuyor. Bunlara son haftalarda ABD ile Çin arasında yaşanan konsolosluk kapatma gerilimi eklendi.

Şiddetlenen kriz coğrafyası olarak Asya-Pasifik

21. yüzyılı Asya-Pasifik yüzyılı ilan eden ABD emperyalizmi, Çin’in bölgedeki ekonomik etkisini kırmak, onu askeri olarak kuşatmak ve böylece kendi sınırlarına hapsederek ABD’nin taleplerini kabul ettirmeyi hedefliyor ve Asya-Pasifik hesaplaşmasına hazırlanıyor. Nüfusu ve üretim hacmiyle küresel düzeyde etkin bir güç haline gelen Çin, geleceğin hegemonik gücü olarak görülüyor. Bu gelişmeyi “ulusal güvenlik” sorunu olarak gören ABD, her alanda bunu önlemeye dönük adımlar atıyor. Çin ile gelecekte yaşanabilecek olası bir savaşın hazırlıklarını yapıyor.

Çin ise, ABD’yi doğrudan karşısına almadan ve hegemonya iddiasında bulunmadan onu zayıflatmaya, buna uygun ittifaklar geliştirmeye çalışıyor. Askeri aygıtını modernleştirmeyi, “İpek yolu” projesi gibi girişimlerin yanı sıra uluslararası kuruluşlar üzerindeki etkisini güçlendirmeyi vb. tercih ediyor. Zira bugünkü koşullarda Çin ABD hegemonyasının yerine geçebilecek kapasite ve güce sahip değil. Bu nedenle, ABD’nin kurduğu küresel düzenin alanını daraltmadan, siyaset, ekonomi, savunma, yatırım, eğitim, kültür gibi alanlar üzerinden “barışçı” bir çizgi izlemeyi tercih ediyor.

Kızışan emperyalist hegemonya ve paylaşım mücadelesi

Emperyalist-kapitalist sistem çok yönlü bunalımlarla sarsılıyor. Ekonomik bunalım, bunun sonucu olarak emperyalist hegemonya ve paylaşım mücadeleleri, bölgesel savaşlar ve gerici iç savaşlar pek çok bölgeyi girdabına almış bulunuyor. Emperyalist savaş cephesi olarak öne çıkan Ortadoğu bir tükenişin batağına çekiliyor. Asya-Pasifik ise kızışan hegemonya mücadelesinin giderek öne çıkan ve gelecekte paylaşım savaşının potansiyel tehlikesini barındıran bir diğer coğrafya haline gelmiş bulunuyor. ABD emperyalizmi çözülüşünü durdurmak ve hegemonyasını kalıcı kılmak için bölgede saldırgan bir politika izliyor.

Bu gelişmeler, zaten baş döndürücü düzeyde olan askeri harcamaların artmaya devam edeceği ve fonların eğitim, sağlık, altyapı ve çevre gibi temel ihtiyaçlardan daha da çekileceği anlamına gelmektedir. Dolayısıyla emperyalist rekabet ve nüfuz mücadelelerinin emekçilere faturası daha da büyüyecektir. Toplumsal bir devrimle durdurulmadığı sürece gezegenimiz tüm canlılarla birlikte büyük bir tehdit altında bulunmaktadır.

 

 

 

 

 

Avrupa’da yeni bir militarist mihver mi?

 

ABD savunma bakanı Mark Esper, Almanya’daki yaklaşık 34.500 ABD askerinin 11.900’ünün “mümkün olan en kısa sürede” hareket edeceğini açıkladı ve geçtiğimiz hafta Almanya savunma bakanı Annegret Kramp-Karrenbauer (CDU) ile bu konuda “iyi bir görüşme” yaptıklarını söyledi.

Esper’in yaptığı açıklamaya göre, İtalya ve Belçika’nın yanı sıra NATO üyesi Polonya ve Baltık devletleriyle de uygun anlaşmalar yapılması koşuluyla 5.600 asker bu ülkelere aktarılacak. 6.400 askerin ise ABD’ye geri dönmesi planlanıyor.

ABD askeri güçlerinin Stuttgart’da bulunan Avrupa merkezi ise Belçika’nın Mons kentine taşınacak. Trump’ın, ABD’nin askeri varlığını üçte bir oranında azaltılması yönündeki kararının gerekçesi, Almanya’nın silahlanmaya GSYİH’sının yüzde 2’sini harcamaması olduğu söylense de, İtalya ve Belçika’nında askeri harcamaları da yüzde 2’nin altında. Buna rağmen ABD askerlerinin bu ülkelere kaydırılmasının asıl amacını, Esper’in, bu çekilme ile ABD silahlı kuvvetlerinin “stratejik esneklikleri” artacaktır sözleri açıklıyor.

Çekilme nasıl değerlendirildi?

ABD askerlerinin küçük bir bölümünün Almanya’dan çekilecek olması Almanya’da değişik tepki ve değerlendirmelere konu oldu.

SPD’nin Federal Meclis Savunma Komitesi Başkanı Wolfgang Hellmich, kısmi çekilmenin Almanya ve Avrupa’nın güvenliği için önemli bir sonuç doğuramayacağını söylerken, Federal Dışişleri’nden SPD’li Michael Roth ise bunu “Avrupa egemenliğini güçlendirme fırsatı” olarak gördüğünü açıkladı ve “Avrupa’nın dünyadaki rolünü güçlendirip kendi ayakları üzerinde durma” zamanının geldiğini söyledi.

CDU’da başkan adaylarından Friedrich Merz, alınan kararı “Avrupa için yenilenmiş bir uyanma çağrısı” olarak yorumladı ve “kıta artık kendi güvenliği için daha fazlasını yapmalı” dedi. CDU’nun bir diğer başkan adayı Norbert Röttgen de, Avrupa’da sadece ortak dış politika üzerinden bir “gönüllü devletler grubu” oluşturulmasını önerdi.

Liberal parti FDP ise, ABD’nin çekilmesini Rusya’ya verilen bir taviz olarak yorumladı ve hayal kırıklığını dile getirdi. Liberallerin bu miyoplığuna karşın, 30 Temmuz tarihli Neue Zürcher Zeitung’da yapılan bir yorumda, bunun “büyük bir stratejik yeniden konumlanma” ile ilgili olduğu belirtilerek , bu “zaten Trump’dan önce ortaya çıkan bir  durumdur ve bunun Avrupa ile çok az ilgisi vardır, daha çok Çin’i Pasifik’te kuşatmayı içeren hedef ile ilgisi var”dır sözleriyle gerçeğe yakın en yorumu yaptı.

Anti-amerikancı açıklamalarla hedef şaşırtma

Die Linke’nin (Sol Parti) eş başkanı Bernd Riexinger, Trump’ın birliklerini Almanya’dan çekmesinden mutluluk duyduğunu ancak ABD silahlı kuvvetlerinin sorunlu kısımlarının ülkede kaldığını, örneğin uluslararası drone cinayetlerinin yöneltildiği yer olan Ramstein askeri üssünün yerli yerinde durduğunu söyledi. Riexinger’e göre, nükleer silahların durumunda da bir değişiklik olmadı.

Anti-amerikancı açıklamalarda bulunan Riexinger, aynı günlerde, ABD askerlerinin çekilmesini Avrupa’da yeni bir militarist mihver için bir olanağa dönüştürme planlarını ortaya koyan büyük tekellerin sözcülerinin açıklamalarına karşı tutum almaktan ise itinayla kaçındı. Oysa Alman emperyalizminin öne fırlamak için uzun bir süredir fırsat kolladığını herkesten çok bu reformistler biliyorlar.

Militarist mihver için kolkola!

AB Komisyonu başkanı Ursula von der Leyen ise, Avrupa’nın dünyada iddia sahibi olabilmek için askeri yetkinliğini güçlendirmesi gerektiğine işaret ederek, “gücün dilini de kullanmayı öğrenmek zorundayız” dedi ve “güvenlik politikaları alanında Avrupa’nın kendi kaslarını geliştirmek zorunda olduğu“nun altını çizdi.

Yapılan açıklamalar, Alman emperyalist devletinin bu durumu, Almanya’nın ve Avrupa’nın güvenlik zaafiyeti yaftasıyla başlattığı militaristleşme politikalarının bir manivelası yapacağını gösteriyor.

Avrupa’da “gönüllü devletler grubu” adı altında yeni bir mihver mi, başka bir biçim altında bir militarist merkez mi ortaya çıkacak? Bu bugünden kestirilemese de, Avrupa’nın “gücün dilini öğrenerek”, “kendi kaslarını geliştirme”ye daha çok yöneleceğini söyleyebiliriz. Bu çekilme ABD silahlı kuvvetlerinin “stratejik esneklikleri”nin artmasına mı yarayacak, yoksa Avrupa’da yeni bir emperyalist güç merkezinin doğumuna mı ebelik yapacak? Her iki durum da evrenimizin büyük emperyalist çatışmaların girdabına sürüklenmesine yol açacaktır. Emekçi halkların örgütlenerek kendi kaderlerini kendi ellerine almalarının dışında hiçbir güç bu çılgın gidişe karşı koyamaz.