15 Kasım 2019
Sayı: KB 2019/42

AKP şefi bir kez daha Trump’ın huzuruna çıktı
AKP ile artan sefalet
“Yaşadığımız depresyon değil, kapitalizm”
Savaşa endeksli beka bütçesi
Örgütlü bir sınıfı hiçbir kuvvet yenemez!
Metal Grup TİS süreci ve ücret mücadelesi üzerine
2019- 2021 toplu sözleşme süreci başladı
Metalde toplu sözleşme süreci ve birleşik mücadele
Kapitalizmin krizi ve işçi sınıfı
Devrimci taktiğin sorunları / 2 - H. Fırat
Kitle hareketlerine emperyalist müdahale girişimleri
Bolivya’da Amerikancı askeri darbe
İspanya’da dört yılda dördüncü genel seçimler
İsyanların gölgesinde seçimler ve soldan yalanlar
Almanya’da faşist partinin yükselişi sürüyor
Avrupa Birliği emperyalizminin savaş çığırtkanlığı
Kapitalizm şiddet, tek adam diktatörlüğü yasak üretir
Sermaye devletinin kontrgerilla artıkları ve DTCF’de yaşananlar
Ertelenen birlik
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kapitalizm şiddet, tek adam diktatörlüğü yasak üretir…

Yaşamak için sosyalizm!

 

Mirabel Kardeşler’in yaşadığı Dominik Cumhuriyeti, şimdiki tek adam Türkiye’si gibi, baskı, yasak ve gericilik ülkesiydi. Tarih 1960’lara ilerlerken, Dominik Cumhuriyeti, Trujillo diktatörlüğü tarafından yönetiliyordu. Clandestina Hareketi, diktatörlüğe karşı mücadele ediyordu ve Mirabel Kardeşler bu mücadelede yerlerini almışlardı.

Kelebekler diye anılan üç kız kardeş, diktatörlüğün hedefindeydiler. 25 Kasım 1960 yılında üç kız kardeş diktatörlük tarafından katledildiler. Olaya trafik kazası süsü verilmeye çalışıldı. Ama kayalıklarda bulunan cesetleri, tecavüze uğradıklarını ve vahşice katledildiklerini ortaya koydu. Tecavüz edilerek katledildikleri 25 Kasım tarihi, Latin Amerika’da gerçekleşen Kadın Kurultayı tarafından Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü olarak belirlendi.

Mirabel Kardeşler’in yaşamı mücadele manifestosudur! Mirabel Kardeşler, diktatörlüğe karşı mücadelede birer simge; kapitalizme, sömürüye, şiddete, baskıya karşı isyan çağrısıdır!

Mirabeller’in yolundan mücadeleye, örgütlenmeye!

Tüm dünyada 25 Kasım kadına yönelik şiddete, tecavüze, tacize, kadın cinayetlerine, baskıya, diktatörlüğe karşı öfkenin, tepkinin sokağa taştığı, taleplerin yükseldiği günlerden biridir. Kadına yönelik şiddet dünyanın genelinde öne çıkan bir soruna dönüşmüştür. Türkiye ise bu sorunun yüksek düzeylerde yaşandığı bir coğrafyaya... Aile, düzen, devlet, okul, işyeri, sokak vs. -her biri kadına şiddet alanı.

Tek adam Türkiye’sinin bekası için gericilik ve sömürü palazlandırılıyor ve çağdışı uygulamalar kadınlar üzerinden normalleştirilmeye çalışılıyor. Gericiliğin karanlığına sürüklenen kadınlar şiddetin birçok boyutuna maruz kalıyorlar. Her boyutta yaşanan yüzlerce örnek var. Katledilme ve tecavüzleri kitleselleştiren savaş, kadınların şiddeti en yoğun yaşadığı durumlardan biri.

Sürekli erkeğe bağımlı olarak yaşanması istenen kadınlar, nafaka uygulamasındaki değişiklik ile aslında yine bağımlı kılma, boşanmasını engelleme zihniyeti ile karşılaşıyorlar. Kadınlar yedek işgücü olarak konumlandırılarak, düşük ücret ve yeri geldi mi işten çıkartılma kanıksatılmaya çalışılıyor. Kadının öncelikli görevlerinin ev eksenli olduğu sürekli hatırlatılıyor. Kriz koşullarında işsizlik ve artan yoksullukla beslenen ekonomik şiddet, kadınların omuzlarındaki yükü daha da ağırlaştırıyor.

Türkiye, İstanbul Sözleşmesi ile genelde kadına yönelik şiddete, ILO’nun 190 sayılı sözleşmesi ile kadınların işyerlerinde yaşadıkları şiddete karşı yaptırımların uygulanmasını içeren sözleşmelerin ilk imzacılarından. Ama kadınlara yönelik şiddetin ve baskının katmerlenmesi, çoğu durumda işlenen suçlara karşı herhangi bir yaptırım olmaması da gösteriyor ki bu imzalar kağıtlarda birer çizik olmanın ötesinde bir şey ifade etmiyor. Dahası gerici-faşist iktidar cenahında İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmesi için sürekli bir çaba sarf ediliyor.

Toplumu bölerek yöneten, erkek egemen anlayış ile yaşamı şekillendiren iktidar için kadın ile erkek arasındaki eşitsizliği süreklileştirmek ve derinleştirmek bir ihtiyaçtır. O yüzden, eşit koşulların sağlanması bir yana kadınların kazanılmış haklarına dönük saldırgan bir süreç yaşanıyor. Kadına yönelik şiddetin her yıl katlanarak arttığı, kadın cinayetlerinin ayda 50’ye yakın sayılarla ifade edildiği bir dönemdeyiz. Haklarının bilinci ile sesini yükselten kadın işçi ve emekçilere ise devletin gücü ile saldırılıyor.

Kadınlar susturma, sindirme, yok sayma politikalarının karşısına talepleri ve mücadele kararlılığı ile dikiliyorlar. Dünyanın birçok ülkesinde kadınların sorunları ve talepleri ekseninde kitlesel eylemler gerçekleşiyor. Mirabel Kardeşler’in yaşamı ve mücadelesinden güç alarak, köhnemiş düzene karşı erkek işçi kardeşlerimizle birlikte örgütlü mücadeleyi büyütelim!

Yaşadım diyebilmek için sosyalizm!

Kapitalist toplum, insanca yaşama koşullarını işçi ve emekçiler için sıfırlamış durumda. Kadınlar için nefes almak bile zor. Nefes alma hakkı bile yok edilmeye çalışılıyor diyebiliriz. Yaşam hakkını savunmak, yaşamak için haykırmak bugün öncelikli hale gelmiş bulunuyor.

Kapitalizm kadın işçi ve emekçiler için krizi ve şiddeti ile, baskı ve yasakları ile koyu bir karanlıktır. Bu karanlık dipsiz kuyunun suyu çoktan tükenmiştir. Sermaye düzeni denilen bu kör kuyu kendi karanlığına çekiyor ve karanlıkta bazen gerçekliği görmenin zorlaşmasından güç alıyor. Kadınların yaşadıkları sorunları kapitalizm içinde çözme çabası susuz kuyuya çakılmaktan başka sonuç üretmez.

Kadın cinayetlerine karşı Türkiye’de toplumsal bir tepki ve hesap sorma isteği birikmiş durumda. Emine Bulut’un “ölmek istemiyorum” haykırışları “yaşamak istiyoruz” olarak eylemlerden yükseliyor.

İnsanca yaşam koşulları, nefes aldığını hissederek yaşayabilmek ve tüm bunlarla birlikte katledilmeden gerçek anlamı ile yaşayabilmek için insanın insanı sömürmediği, eşit ve özgür bir dünya gerekli. Kadınların eşitliğini, özgürlüğünü ve yaşam hakkını garanti altına alabilmenin yolu sosyalizmden geçiyor.

25 Kasım vesilesi ile “Yaşamak istiyoruz!” haykırışını “Yaşamak için sosyalizm!” şiarına dönüştürerek, yegane kurtuluş seçeneğini yaygınlaştıralım!

İşçi Emekçi Kadın Komisyonları