28 Haziran 2019
Sayı: KB 2019/24

Dinci-faşist iktidar kaybetti!
Düzenin krizi ve örgütlü mücadele
Toplumlar dinci-gericiliğin ‘deli gömleği’ni parçalıyor!
Sermaye cephesi “reform” saldırılarına odaklanmayı bekliyor
Kıdem tazminatının gaspı hazırlıklarında sona gelindi
Sermeye için ucuz işgücü, sınıfımızın parçası olan göçmen işçiler
Sorularla kıdem tazminatının fona devri tartışmaları
Yaklaşan MESS Grup TİS’lerine tarihsel bir pencereden bakmak
İstanbul seçimleri ve sonrası
“Kitle hareketleri devrimci önderlik birikimini mayalıyor”
Büyük iklim grevinin ardından FFF hareketi
Emperyalist enerji savaşları ve Doğu Akdeniz
ITUC raporundan yansıyanlar
İran’a karşı tırmanan emperyalist-siyonist saldırganlık
Kore Savaşı, NATO’ya üyelik ve emperyalizme kölelik
İşyerlerinde şiddete ve tacize karşı mücadeleye!
Marx ‘işçi anketi’ hazırlarsa...
2 Temmuz Sivas Katliamı: Türküler yanmaz!
İlk fabrika işgali: Derby
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

İran’a karşı tırmanan emperyalist-siyonist saldırganlık

 

Amerikan emperyalizmi İran’a yönelik saldırganlığı planlı bir biçimde tırmandırıyor. Özellikle, Çin, Rusya, İngiltere, Fransa ve Almanya ile birlikte kendisinin de imzacısı olduğu 2015 İran nükleer anlaşmasından tek taraflı olarak çekilmesinin ardından, İran’a boyun eğdirmek için savaş çığırtkanlığını sistematik olarak yükseltiyor. Boğucu ekonomik yaptırımları sürekli olarak ağırlaştırıp, bir dizi provokasyona girişiyor. Sık sık “Askeri seçenek masada”, “Eğer İran savaş istiyorsa, bu İran’ın resmen sonu olur” gibi tehditlerle savaş kışkırtıcılığı yapıyor. Bunu, İran Devrim Muhafızları’nı “terör örgütü” listesine almakla doruğa çıkarttı ve bu ülkeye diz çöktürtmek çabalarını ivmelendirdi.

Son aylarda ve haftalarda bu uğursuz rolüne uygun bir dizi girişim yaşandı. ABD ordusu kışkırtıcı tatbikatlar düzenledi, İran’ın etrafını saran askeri üslerine yığınak yaptı. Bir uçak gemisi ile taarruz filosunu ve nükleer kapasiteli bir B-52 bombardıman uçağını Basra Körfezi’ne gönderdi. ABD Deniz Piyadelerini taşıyan bir amfibi çıkarma grubu bölgeye sevk edildi ve bunları 1.000 ABD askerinin daha gönderilmesi takip etti. Bütün bu saldırganlıklar ve provokasyonlar İran’ın bölgedeki “ABD çıkarlarına” yönelik olduğu iddia edilen tehditlerini ortadan kaldırma, “istikrar bozucu eylemler”ini önleme, “saldırgan olan İran’ı durdurma”, “barışı koruma” vb. adına yapılmaktadır ve bunlar İran’a karşı savunmacı önlemler olarak sunulabilmektedir.

Oysa bölgede istikrarı bozan, saldırgan ve savaşçı politikalar izleyen, ülkelere boyun eğdirmek isteyen ve Ortadoğu’yu cehenneme çeviren ABD emperyalizmi, batılı dostları ve yerel işbirlikçilerinden başkası değildir.

Durum böyleyken ABD, her yeni gelişmeyi İran’a saldırmanın bahanesine dönüştürüyor. ABD’nin Bağdat’taki Irak Konsolosluğu’nun olduğu bölgeye düşen bir roket, Umman Körfezi’nde petrol tankerlerine sabotaj iddiaları, İHA aracının düşürülmesi vb. olaylar, ABD tarafından savaş naraları atmanın fırsatı haline getiriliyor.

İran’a yönelik savaş, bölgesel ve küresel ölçekte bir felakete yol açar

Ortadoğu’da çıkarlarına uygun yeni bir düzen kurmak amacıyla saldırgan ve savaşçı adımlarına 2003 yılındaki Irak işgaliyle başlayan ABD emperyalizmi, ardından Libya ve Suriye’yi de kana boğarak, dehşetli yıkımlar ve acılara neden oldu. Halen de olmadık türden alçakça bahaneleri kullanarak bölgedeki emperyalist icraatlarını sürdürmektedir. ABD ve İsrail’in Ortadoğu’daki mevcut icraatları ve İran’a karşı envai türden provokasyonları ve saldırganlık girişimleri, bölge halkları için felaket demektir.

İran toprakları üzerindeki insansız hava aracının İran tarafından düşürülmesinin hemen ardından Trump, “İran çok büyük bir hata yaptı” demiş ve ardından da İran’a karşı askeri saldırı yetkisi verdiğini açıklamıştı. Ancak böyle bir saldırının 150 İranlının ölümüne neden olduğunu öğrendikten sonra, planlanan saldırıyı 10 dakika kala durdurduğunu belirterek, “yufka yüreklilik” göstermişti. Sonrasında ise pabucun pahalıya mal olacağı düşüncesinden hareketle olmalı ki insansız hava aracının düşürülmesinin İran ordusundan birinin “hatası” olabileceğini öne süren Trump, “Doğrusunu isterseniz, bunun kasıtlı olduğuna inanmak güç. Sanırım o gün gevşek ve aptal birileri vardı” diyerek çark etmişti.

Oysa İran, Hürmüz Boğazı yakınlarındaki İHA’yı kendi hava sahasını “yasadışı ve kışkırtıcı” bir şekilde ihlal ettiği gerekçesiyle düşürdüğünü üstlenmekle kalmamış, bunun aynı zamanda Washington’a bir mesaj anlamına geldiğini de duyurarak meydan okumuştu.

Trump yönetimindeki ABD, Avrupalı emperyalist müttefiklerini, Siyonist İsrail’i, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi bölgesel işbirlikçi devletleri yanına alarak, İran’a karşı bilinçli ve planlı olarak savaşa dayalı bir politika izliyor. Ortadoğu’da bir bölge gücü olarak yükselen İran’ı kendisinin ve İsrail’in plan ve çıkarları önünde engel olarak görüyor. Dolayısıyla İran’a Suriye ve Irak’tan çekilme, Hizbullah ve Filistinli örgütlere verdiği desteği kesme vb. dayatmalarda bulunuyor.

İran’ı “dünyanın önde gelen terör destekçisi” olarak niteleyen, İran’a “en yüksek derecede ekonomik yaptırım” uygulayan ve bunu İran’ı soluksuz bırakacak düzeylere tırmandıran ABD, İran’a bombalar yağdırmayı arzulamaktadır. Fakat bunun Irak’a, Libya’ya veya Suriye’ye bombalar yağdırmaya benzemeyeceğini, dolayısıyla o kadar kolay olamayacağını da bilmektedir. Zira İran’a yönelik bir savaş, emperyalist dünyadaki iç dengeleri ve bölgedeki işbirlikçilerin tutumunu dikkate almayı, olası bir İran savaşının dünyanın iki büyük emperyalist gücü olan Rusya ve Çin’i de içine çeken bir savaşa dönüşebileceğini gözetmeyi gerektirmektedir.

Nitekim Pekin, Washington’ın “aşırı baskı pratiği”ne ve savaş tehdidine, bunun Ortadoğu’da “Pandora’nın Kutusu”nu açabileceği uyarısında bulunarak karşı çıktı. Rusya ise “ABD’nin İran’a yönelik siyasi, psikolojik, ekonomik ve askeri baskıyı arttırma yönündeki sonu gelmeyen girişimleri … bilinçli bir şekilde savaş kışkırtmaktan başka bir şekilde değerlendirilemez” şeklinde açıklama yaptı.

“Planlanan saldırıyı 10 dakika kala durdurduğunu” belirten Trump, ABD’nin müzakerelere açık olduğunu fakat İran’ın nükleer silahlara kavuşmasına izin vermeyeceklerini söylemiş ve bir dizi yeni “büyük” yaptırımı devreye sokacaklarını açıklamıştı. ABD, uyguladığı bir dizi ekonomik sert yaptırımların yanı sıra, İran’ın petrol ticaretine de kapsamlı bir ambargo uyguluyor ve kendi müttefikleri de dahil buna uymayanları cezalandırmakla tehdit ediyor. Bu çerçevede bir dizi ülkenin yanı sıra Türkiye’nin de muafiyetine son verildi. Hedefini, İran’ın petrol ihracatını sıfıra indirmek olarak belirten ABD, bir bütün olarak ülke ekonomisini çökertmek istiyor.

Ekonomiyi çökertme yaptırımları, İran egemen sınıflarının izlediği kemer sıkma politikalarıyla birleşmekte ve bu da işçi ve emekçi kitlelerin yaşamında büyük yıkımlara yol açmaktadır. İran halkını açlıkla terbiye edip İran rejimine karşı harekete geçmesini amaçlayan ABD’nin uyguladığı bu politika, İran rejiminin deyimiyle savaştan farklı değildir.

Kızışan emperyalist rekabetin, yoğunlaşan nüfuz mücadelelerinin, artan saldırganlık ve savaşların kendini çeşitli düzeylerde ortaya koyduğu bir alan olan Ortadoğu, daha büyük savaşlara, daha büyük felaketlere aday bir coğrafya durumundadır. İran’a yönelik olarak devam eden kuşatma ve artan savaş tehditleri, bunun göstergelerinden biridir. ABD emperyalizminin küresel hegemonyasını koruma ve güçlendirme girişiminin sonucu olan bu saldırganlık, Ortadoğu’da bölgesel ya da emperyalist bir savaşa yol açma tehlikesini büyütmektedir.

Farklı köken ve kültürlerden halkları emperyalizme ve yerel egemen sınıflara karşı ortak çıkarlar ekseninde birleştirebilmek için, anti-emperyalist, devrimci-demokratik ve laik bir program ve stratejik çizgi, zorunlu asgari koşuldur. Bölge halklarının, özellikle de halen gerici iç boğazlaşmalarla kan kaybeden ülkelerin en büyük talihsizliği, böyle bir programa sağlam ve istikrarlı bir temel oluşturacak modern sınıfsal yapıdan yoksun olmalarıdır.

Bu nesnel olgu devrim mücadelesinin ihtiyaçlarına bölgesel düzeyde bakmayı özellikle gerektirmekte, bölgede modern sınıf ilişkileri bakımından nispeten daha ileri, dolayısıyla daha gelişkin bir işçi sınıfına sahip ülkelerin (özellikle Türkiye, Mısır ve İran) devrimcilerine çok daha özel bir sorumluluk yüklemektedir.” (TKİP VI. Kongre Bildirisi, Aralık 2018)