26 Ocak 2018
Sayı: KB 2018/04

İşçi sınıfı ve emekçiler yayılmacı savaşları reddetmeli, halkların kardeşliğini savunmalıdır!
Efrîn’i işgal harekatı ve milliyetçi-şoven histeri
OHAL’de sömürüye ve baskıya devam!
Tek tip saldırısına karşı topyekûn direnişe!
Metal işçileri grev aşamasında!
“Ya hep birlikte aydınlığa koşacağız ya da bu barbarlığa teslim olacağız!”
Ocak zamlarında kazanmak için…
Erdoğan, işçi düşmanlığına devam ediyor!
Mesleki Eğitim Kurultayı Sonuç Bildirgesi
Fabrika örgütlenmesi ve mesleki eğitim
Rusya’da devrim ve proleter devrimin sorunları - H. Fırat
Emperyalizm, Türk burjuvazisi ve Kürtler
Çocuk işçilik, kapitalizmin gerçek yüzü
OHAL döneminde olağanlaştırılmaya çalışılan çocuk istismarı
Mücadelenin özgürleştirdiği kadınlar!
İzlandalı kadın işçiler kazandı
“Ben dilenci değilim”
Endüstri 4.0 ve mesleki eğitim
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Ya hep birlikte aydınlığa koşacağız ya da bu barbarlığa teslim olacağız!”

 

Pakkens fabrikasında çalışırken örgütlenme mücadelesi verdiği için işten çıkarılan ve fabrika önünde direnişe başlayan Ahmet Nurhak Erbay’la işten atılma ve direniş süreci üzerine konuştuk.

- 7 yıldır çalıştığınız Pakkens Valf’te geçtiğimiz hafta işten atıldınız. Süreci anlatır mısınız?

- Pakkens’te 7. yılına girmiştim ki hiçbir gerekçe gösterilmeden bir telefonla iş akdim feshedildi. Pakkens’te bu süreç nasıl işledi, anlatmaya çalışacağım. Yedi yıl önce işe girdiğimde fabrika bugünkü baskıcı yönetim anlayışından uzaktı. Önce fabrikanın kuruluşuna hizmet etmiş eski kalifiye kurucu kadro, fabrika yönetimi tarafından temizlendi. Yeni, genç ve deneyimsiz bir kadro oluşturuldu. Üretimdeki arkadaşlara daha önce sorun olmayan şeyler sorun edilmeye başlandı. Tutanak tutma girişimi ile arkadaşlar yıldırılmaya çalışıldı. Mesaiye gelmedin, sigara içtin, yemeğe 1-2 dakika erken çıktın (zil ile saat arasında zaten 2-3 dakika fark var), abdest aldın, sayı baskısı ile işçi arkadaşları rekabet içine sokup biraz geri kaldın vb. gerekçelerle tutanak tutuldu. Bana da keyfi bir şekilde tutanak tutuldu. Daha önceleri ailenizden biri (1. derece) hastalandığında onu hastaneye götürdüğünüzü ve gelemeyeceğinizi haber vermeniz yeterdi. Bir Pazar gecesi gece vardiyasına gideceğim, oğlumun bademcik sorunu olduğundan sürekli o dönemde hastanelerdeyiz. Oğlum ateşlendi ve hastaneye kaldırdık, sabah 04.00’e kadar hastanede kaldık. Vardiyadaki arkadaşıma durumu bildirdim ve işe gitmedim. Diğer gece işe gittiğimde kalite ofisinde masada hakkımda yazılmış tutanağı gördüm. Tutanakta “haber vermeden işe gelmediğim” yazıyordu. İnanamadım, arkadaşıma “söylemedin mi” diye sordum, “haberleri var” dedi, ama yine de yazmışlar. O an yönetimin iyi niyetli olmadığını anladım ve çok içerledim. Sonra buna benzer davranışlar başka arkadaşlara da yapıldı.

Her yıl çalışanlara yıllık 270 saat mesaiye kalacağını taahhüt eden mesai taahhütnamesi zorunlu bir şeymiş gibi imzalatılırdı. Bundan 4 yıl önceki taahhütnameyi ilk ben imzalamayı reddedince büyük tepki topladım. Yönetimden her amir “imzalamak zorundasın” diyor ve yalan söylüyordu. Ben de bunun hukuk mantığı dışında olduğunu, bir şey zorunluysa zaten imzaya sunulmasına gerek olmadığını söyledim. En son fabrika müdürü Önder Özcan’ın yanına çıkarıldım. Müdür “imzalamazsan seninle uğraşırım” diye beni tehdit etti, ben yine de imzalamadım. Bu tür mantıklı davranışlarım ve iş hukukuna olan ilgim arkadaşlar arasında bana karşı bir sempati ve güven yarattı. Bir o kadar da yönetimde bana bir soğuma oluştu. Ama biz işimizi hiç savsaklamadık.

Derken bundan iki yıl önce normalde iki vardiya çalışıyorduk. 08.00/17.50 gündüz vardiyası. 22.30/08.00 gece vardiyası. Gece vardiyası çalışması sekiz saati yasa gereği geçemeyeceğinden, bir arkadaşımız, iş akdini feshedip fabrikaya dava açtı ve kazandı haberi yeni geldi. Yani fabrikanın bizi yıllardır yasadışı çalıştırdığını da öğrenmiş olduk. Fabrika yönetiminin bu tahammülsüz davranışları bir huzursuzluk yaratıyordu. Biz de bu durumu aşmanın tek yolunun örgütlü mücadeleden geçmesi gerektiğini düşündük ve sendikalaşmaya karar verdik. Bazı eksiklikleri dile getiriyorduk, herkes var olan işçi temsilcilerinden memnun değildi. Çünkü bu kişiler amir vasfında idi ve kabaca mavi yaka arkadaşların, işçilerin sorunları pek umurlarında değildi.

En son 2017 Aralık ayında zam dönemi olduğundan bazı talepler belirledik. Bunlar

1. Asgari ücret +%10 zam,

2. Yılda üç ikramiyenin dörde çıkarılması,

3. Yılda bir erzak yardımının (ki bu da eskiden ikiydi bire düşürüldü) üçe çıkarılması,

4. Pazar mesailerinin %100 olması,

5. İşçi temsilcilerinin demokratik yollarla ve işçi oylarıyla belirlenmesi.

Taleplerimizi imzaya açtık ve %80’ler civarında işçi arkadaşların onayını aldık ve yönetime sunduk. Yönetim işçilerin bu iradesini görmezden geldi ve sustu. Aynı dönemde ben de TOMİS genel merkez yönetimine seçilmiştim. Sonra imzaya açan ve imzayı yönetime teslim eden 2 üyemiz bir bahaneyle işten atıldı. En son da benim 12 Ocak 2018 tarihinde mesai bitiminden bir saat sonra telefonla hiçbir gerekçe bildirilmeden haber verilerek iş akdim sonlandırıldı.

- Sonrasında nasıl bir süreç yaşandı?

- Pakkens’te örgütlenme mücadelemize yapılan saldırıya hem şahsım hem de sendikam adına tutum aldık ve 15 Ocak 2018 Pazartesi günü 15.30 çıkışında fabrika önünde basın açıklaması yapacağımızı duyurduk. Ama basın yerine bizleri 50 kadar sivil polis karşıladı ve etrafımızı sararak bizi işçi arkadaşlardan yalıttılar. Beni, eşimi ve basın açıklamasına desteğe gelen 2 arkadaşı gözaltına aldılar. 2. gün de tekrar polis tarafından rahatsız edildik. Servis çıkışını bekledik, ancak polis “gitseniz de gitmeseniz de gözaltına alacağım” tehditlerinde bulundu. 3. gün bizi bir şekilde ite kaka, sürükleyerek fabrikanın önünden uzaklaştırdılar. En son yine polisler müdahale etti ve tutanak tutularak oradan bırakıldık.

Bu süreçte şunu da görmüş olduk aslında… Polisler beni fabrika önünden ite kaka uzaklaştırırken bir polis şöyle dedi; “yanlış zaman.” Bu OHAL uygulamasının aslında sermayeye hizmet eden, emeğe karşı bir uygulama olduğunun itirafı gibiydi. OHAL gerekçe gösterilerek demokratik hakların önüne geçiliyor, demokratik taleplerin dile getirilmesi engelleniyor. Bu sayede de OHAL’in aslında biz emekçiler ve işçilere karşı bir uygulama olduğunu gayet net bir şekilde gördük ve yaşadık. Bunu bin kere söylesek belki anlatamazdık.

Ayrıca, içeride benim hakkımda konuşmanın yasaklandığı, kesinlikle işten atılmam konusunda konuşulmayacağı işçilere telkin ediliyormuş. Pakkens patronu, Pakkens işçilerinin örgütlenmesini engellemeye çalışırken, yasaları çiğniyor. Anayasanın 25. maddesi “herkes düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir” diyor.

Şunu da belirteyim ki, şu süreçte, OHAL’in sermayenin hizmetinde olduğunu gördüğümüz gibi, medyanın da sermayeye hizmet ettiğini gördük. Yerel basın da direnişimiz karşısında yokmuş gibi davrandı. En ufak bir haber değeri görmedi.

- Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?

- Pakkens’te bu tür uygulamaların ortadan kalkması ve daha insanca çalışma koşullarına erişebilmenin tek yolu örgütlü mücadeleden geçiyor. Bugün Pakkens’te sıkıntıların en temel sebebi işçilerin örgütsüzlüğü. Patron örgütlü, işçiler örgütüz. İşletme büyüdükçe işçiler küçülüyor. Bunun önüne geçmenin tek yolu örgütlü mücadeleyi büyütmektir. Pakkens’te mücadelemiz çok yönlü olarak devam edecektir. Buradan Pakkens işçilerini ve tüm metal işçilerini, TOMİS’te örgütlenmeye çağırıyorum.

Son olarak şunu demek isterim ki, bizim Pakkens’te yaşadıklarımız ülkenin içinde bulunduğu durumun bir yansıması. Pakkens’te bir şeyler değişmeli ise ülkemizde de bir şeyler değişmeli. İşçi sınıfı bu prangayı kırmalı, mücadeleye el vermeli. Ya hep birlikte aydınlığa koşacağız ya da bu barbarlığa teslim olacağız.

Yaşasın işçilerin birliği” diyorum ve teşekkür ediyorum.

Kızıl Bayrak / Bursa


 
§