8 Aralık 2017
Sayı: KB 2017/47

Hırsızlık, yolsuzluk ve rüşvetin kaynağı kapitalizmdir!
Büyük resmin gösterdiği mesele “milli” değil, sınıfsaldır!
Reza Zarrab’dan rüşvet itirafları
“Avukatların dayanışma ve direniş hattı bu saldırıyı boşa çıkaracaktır!”
Kasım ayı enflasyonuyla yeni rekor
“OHAL’le hak ve özgürlükleri ortadan kaldıran bir sürece girildi”
Çürümüş anlayışların tükettiği KESK
Metalde süreç hareketleniyor
HT Solar Enerji’de işten atma saldırısı ve işgal
“Yeni Ekimler için ileri!”
İstanbul’da ‘Gelecek mutlak sosyalizm’ etkinliği
Petrol-İş Aliağa Şubesi Genel Kurulu’nun ardından
“İş güvenliği önlemleri alınmalı, taşeron işçilerinin koşullarına özen gösterilmelidir!”
İş cinayetlerinin sorumlusu sermayedarlardır!
Cehennem koşullarında çalışmak kaderimiz değildir!
Mesleki Eğitim Kurultayı toplanıyor!
Birinci Filistin İntifadası’nın 30. yılı
“Oslo Barışı”ndan günümüze, Filistin davası
Suriye’de çözüm mü, çözümsüzlük mü?
Erdal Eren mücadelemizde yaşıyor!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Oslo Barışı”ndan günümüze, Filistin davası

 

Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) lideri Yaser Arafat, Beyrut’u terk etmek zorunda bırakıldığı 1982’de İsrail’le “barış” yapmanın yollarını aramaya başladı. Bu konuda katı olan siyonistler, önce Arafat’ı muhatap almadılar. Ancak Birinci İntifada’nın yarattığı yıpranma ve acizlikten kurtulmak için “masa başı” çözüme yeşil ışık yakan İsrail, ABD arabuluculuğunda Arafat’la iletişime geçti. Bu görüşmeler “Oslo Anlaşması”yla sonuçlandı. “Anlaşma”ya göre başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devleti kurulacaktı. Oysa sonuç, İsrail’le işbirliği yapmak zorunda bırakılan irade yoksunu bir Filistin Yönetimi’nden başka bir şey olmadı.

Bu sürçte İsrail Gazze ve Batı Şeria’dan kısmen çekilse de yasadışı Yahudi yerleşimleri kurarak Filistin topraklarının kalan kısmını da gasp etmeye devam etti. Irkçı duvar örerek Batı Şeria’yı Doğu Kudüs’ten ayırdı. Saldırı ve katliamları da eksik olmadı. Filistin halkı ilk dönemde Oslo Anlaşması’na bel bağlasa da, bunun bir aldatmaca olduğunu fark etmekte güçlük çekmedi.

Oslo ile başlayan “anlaşmalar” sürecinin aldatmacalarından bıkan Filistin halkı, 28 Eylül 2000 tarihinde İkinci İntifada’yı başlattı. “El Aksa İntifadası” diye anılan bu ayaklanma, Ariel Şaron’un -nam-ı diğer ‘Beyrut Kasabı’- provokatif Mescid-i Aksa ziyaretini protesto eylemleriyle ateşlendi. İkinci İntifada, 11 Kasım 2004’te FKÖ lideri Yaser Arafat’ın hayatını kaybettiği tarihe kadar sürdü. Bu tarihten sonra zayıflasa da, ancak İsrail’in çekilme kararı aldığı 8 Şubat 2005’te sona ermişti.

***

İsrail’in Arafat’ı zehirleyerek katletmesinden sonra “ABD barışı”na angaje olan Mahmut Abbas (Ebu Mazen) Filistin Yönetimi başkanlığına getirildi. Halen bu görevde olan Abbas, döne döne iflas etmesine rağmen, uzlaşmacı çizgiyi sürdürüyor.

2007’de yapılan seçimlerde öne çıkan İslamcı Hamas ile Abbas yönetimi arasında yaşanan “iktidar” çatışmasının yarattığı bölünme, Gazze Şeridi ile Batı Şeria’yı birbirinden yalıttı. Geçen ay yapılan anlaşma ile bu bölünme giderilmeye çalışılsa da, her iki çizgi de Filistin direnişine zarar vermiştir.

Uzlaşmacılığa saplanıp kalan Abbas çizgisi dibe vururken, Suriye’ye karşı savaşta cihatçı çetelerle yan yana duran Hamas’ın mezhepçi çizgiye kayması, bu örgütün de etkisini zayıflattı. “Ilımlı İslam” projesinin iflasının kesinleşmesi, Hamas’ı yeniden İran ve Lübnan Hizbullah’ına yaklaşmak zorunda bıraktı. Üst düzey yöneticilerini değiştiren Hamas, artık bir direniş hareketi olduğunu özel bir vurgu ile dile getiriyor.

***

Direnişin sol kanat liderliğini Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) yapıyor. Ancak bu kanatta FHKC Genel Komutanlık ve başka küçük sol gruplar da var. Filistin halkı direniş eğilimini desteklerken, Hamas’la İslami Cihad direniş hareketinde belirgin bir yer tutuyor. Abbas liderliğindeki uzlaşmacı çizgi etkisini sürdürse de, siyonist-ırkçı işgal karşıtı direniş eğilimi çok daha güçlüdür. Fakat bu cephede İslamcı eğilimlerin etkin olması, gelecek açısından Filistin davasının handikaplarından biri olmaya adaydır.

***

Siyonist-ırkçı proje 100 yıl önce Balfour Deklarasyonu’nun ilanıyla uygulanmaya başladı. Halen de emperyalistlerin özel desteği ve himayesine mazhar oluyor. Buna rağmen İsrail, son 50 yılın en sıkışık döneminden geçiyor. Emperyalistler eliyle ‘Ortadoğu’nun kalbine saplanan bir hançer’ işlevi gören İsrail, Filistin halkı başta olmak üzere, bölgenin tüm halklarına ağır bir bedele mal oldu. Zira her emperyalist saldırıda “İsrail’in güvenliğinin sağlanması” kaygısının da özel bir rolü olmuştur.

Filistin’den Lübnan’a, Suriye’den Irak’a oluşan ve son dönemde belirgin bir şekilde güçlenen İran destekli cephe, artık siyonist rejimin kabusudur. Hiçbir yasa, kural, uluslararası anlaşma tanımayan siyonist rejim, artık atacağı her adımı ölçüp-biçmek zorundadır. Zira olası bir savaşta çok ağır bir bedel ödemek zorunda kalacağını biliyor. Hatta olası çatışmanın ardından İsrail’in dağılması bile olasılıklar arasında yer alıyor.

***

ABD destekli siyonist İsrail-şeriatçı Suudi Arabistan cephesi, son dönemde Filistin davasını tasfiye etmeye odaklanmış durumda. Arap halklarına İsrail’le aleni işbirliğini benimsetmek ve İran destekli cepheye karşı olası bir savaşa hazırlanmak için Filistin sorununun çözülmesi, yani bu davanın tasfiye edilmesi gerekiyor. Nitekim Suudi kralının “çözüm planı” diye yutturmaya çalıştığı bir metni baskı ile Mahmud Abbas’a kabul ettirmek için çalıştığına dair veriler yakın zamanda gözler önüne serildi.

İsrail’i rahatlatan, Filistin halkına ise onur kırıcı dayatmalar içeren “çözüm planı”nı Abbas’ın bile kabul etmemesi, ABD-İsrail cephesinde yer alan Suudi kralının kirli emellerini açığa vurdu. Histeriye kapılan El Suud bu hedefine ulaşmak için petro-dolarlarını, “din alimi” kılıklı meczuplarını, tehdit ve şantaj yöntemleri dahil her yolu deneyecektir.

Hem İslam dünyasına hakim olma ihtirası hem karşısında güçlenen cepheden duyduğu korku, Suudi rejimini böyle bir girişime sürüklemiş görünüyor. Sefil emelleri için Filistin davasını İsrail’e yem etmek isteyen el Suud rejiminin bu konuda başarılı olması mümkün değil. Ancak İsrail-Suudi cephesinin bölgede savaş kışkırtıcılığına devam edeceği, cihatçı terör çetelerini kullanmaktan çekinmeyeceği de bir gerçektir. Elbette bu kirli planın farkında olan İran destekli güçler de boş durmuyor. Hem İsrail-Suudi planını boşa düşürmek hem olası bir savaşa hazırlanmak için hummalı bir çaba içerisindeler

***

Ortadoğu, yazık ki yeni çatışmalara gebe durumdadır. Bununla birlikte ABD ile tetikçilerinin istedikleri gibi at koşturdukları dönemin sonuna da yaklaşılmıştır. Artık bölge halklarının tek çıkar yolu etnik, dinsel, mezhepsel, bölgesel ayrımları aşmak; emperyalizme, siyonizme ve gericiliğe karşı birleşik devrimci bir direniş örebilmektir.

 
§