27 Ocak 2017
Sayı: KB 2017/04

Grev yasaklarını kırmanın tek yolu: İşgal, grev, direniş!
Devlet ve grev
EMİS fabrikalarında grev, yasak ve anlaşma
Kazanmanın yolu işçi birliğinden geçer!
Metal işçisi daha güçlü fırtınalara hazırlanmalıdır
“Cesaretle mücadeleye atılmalıyız!”
DEV TEKSTİL 3. Genel Meclisi Sonuç Bildirisi
Bilimi dışlayan eğitim anlayışını reddediyoruz!
Kazanana kadar grev, kazanana kadar direniş
“Egemenler kendi çıkar ve istemleri için büyük bir çaba gösteriyor. Biz bunun kat ve kat fazlasını göstermeliyiz!”
Kamu Çalışanları Birliği Programı üzerine-3
“Benim hikayem değil, bizim hikayemiz”
İşine geldiğinde “milli irade!”
“Saltanat rejimi” uğruna yıkım dayatılıyor
20. yüzyılın ilk “toplama kampı”, Almanya’ya tazminat davası
Donald Trump yeni dönemin yeni yüzüdür
Kriz ve kadın işçi mücadelesi deneyimleri
Kadın işçi grevlerinin gösterdikleri - 3
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kamu Çalışanları Birliği Programı üzerine-3

Taban örgütlenmeleri ve “söz, yetki, karar çalışanlara” ilkesi

Alper Suat

 

İşçi sınıfının tarihsel rolünü oynayabilmesinde taban örgütlenmelerinin belirleyici bir önemi vardır. İşçi ve emekçiler, bu örgütlenmeler aracılığıyla kolektif inisiyatiflerini ve bir sınıf olarak hareket etme yeteneklerini geliştirirler. Bu tür örgütlenmeler, işçilerin, bir sınıfın unsurları olarak öne çıkmalarını sağlamakla kalmaz, kendi güçlerinin farkına varabilmelerinde ve iktisadi mücadelenin yanı sıra siyasal mücadele sahnesinde de etkinlik kazanmalarında önemli bir rol oynar.

Taban örgütlenmeleri, genellikle iktisadi mücadele içerisinde kendiliğinden doğup gelişirler. Çoğunlukla da işçileri yan yana getiren amaçlara ulaşılması veya hareketin bastırılması ile ortadan kalkarlar ve geçici bir karakter taşırlar. Ancak, sınıf mücadelesinin keskin biçimler kazandığı dönemlerde bu örgütlenmeler, işçi sınıfının siyasal mücadele araçlarına dönüşme dinamiklerini barındırırlar. Taban örgütleri denildiğinde, işçi ve emekçileri belli çıkarlar etrafında yan yana getiren adı konulmamış birlikteliklerden, kurul, meclis, komite vb. adlarla inşa edilen örgütlenmelere ve dahası Sovyet tipi örgütlenmelere kadar geniş bir yelpazeden bahsedilmektedir.

Bu tür örgütlenmelerin genellikle geçici olmaları, onların kalıcı sonuçlar üretemeyeceği anlamına gelmez. İşçi ve emekçiler, bu örgütlenmeler aracılığıyla “söz, yetki, karar” haklarını kullanırlar ve işçi sınıfı demokrasisini inşa ederler. Bağlı oldukları sendikalarda da ancak bu örgütlenmeler aracılığıyla, sermayenin sendikal bürokrasi eliyle kurduğu denetimi aşabilirler. Bu tür örgütlenmeler, işçi sınıfında önemli bir mücadele deneyimi biriktirirler.

Bu örgütlenmelerin genellikle “kendiliğinden” gelişiyor olmaları da, devrimci öznenin rolünü küçültmez. Kendiliğinden gelişen örgütlenmeler de kendi içerisinden doğal bir önderlik yaratırlar veya çoğunlukla da mücadeleye yön veren unsurların itilimi sayesinde hayat bulurlar. Devrimci özne ile buluşabildikleri ölçüde de kalıcılaşabilir ve işçi sınıfının siyasal eğitiminde rol oynayabilirler.

Buraya kadar söylediklerimiz ve sınıf mücadelesinin tarihsel pratiği, taban örgütlenmelerinin, sınıf mücadelesi açısından taşıdığı önemi anlatmaya yeterlidir. Yukarıda yaptığımız kısa vurguların ardından, konuyu, Kamu Çalışanları Birliği (KÇB) programı üzerinden ele alabiliriz.

Taban örgütlenmeleri, KÇB programında da hem tarihsel hem de gündelik deneyimlerin ışığında özlü bir biçimde ele alınmaktadır. Programın “B. Örgütlenme ve Mücadele İlkeleri” başlıklı ana bölümünün “1. Genel İlkeler” başlığı altında, ilk paragrafta, KÇB’nin “söz, yetki, karar çalışanlara” ilkesini şiar edindiği ve örgütsel demokrasinin kurumsallaşmasının kamu emekçilerinin mücadele içerisinde özneleşmesinin güvencesi olduğu vurgulanmaktadır. İkinci paragrafta ise örgütsel demokrasinin yerleşmesinde taban örgütlenmelerinin rolüne vurgu yapılarak şunlar söylenmektedir:

KÇB, taban örgütlenmelerini, örgütsel demokrasinin olmazsa olmazı olarak görür. Taban örgütlenmelerine dayanmayan örgütlerde, örgütsel demokrasiye ilişkin belirlemeler kağıt üstünde kalmaya mahkumdur. Taban örgütlenmelerinden yoksunluk, bürokrasinin, sekterliğin ve sınıf işbirlikçiliğinin gelişmesine zemin sağlar. Bu bakışla KÇB, kamu emekçilerinin işyeri, sektör ve bölge düzeyinde doğrudan söz ve karar hakkına sahip oldukları komite, kurul, meclis gibi örgütlenmeleri hayata geçirmeye çabalar.”

Asil Çelik ve EMİS kapsamındaki fabrikalarda, geçtiğimiz günlerde yaşanan gelişmeler, taban örgütlenmelerinin önemini bir kez daha gözler önüne sermiştir. Grev yasağına rağmen işçilerde önemli oranda grevi sürdürme eğilimi vardı. Ne var ki sendika, Asil Çelik’te grevi bitirip işçileri işbaşı yapmaya yönlendirirken, diğer fabrikalarda, önce işçileri evlerine gönderdi ve ardından da henüz tüm havayı boşaltamamış olacak ki grevi sürdürme ‘kararı’ almak durumunda kaldı. Fakat işçilerin taban örgütlerinden yoksun olması nedeniyle sendikal bürokrasinin teslimiyetçi tutumu belirleyici oldu ve işçilere sorulmadan gerçekleştirilen anlaşma ile grevler bitirildi. Tersinden Metal Fırtına döneminde Türk Metal üyesi işçiler, MESS-Türk Metal ortaklığına rağmen mücadeleye atılmışlar, mücadeleleri içerisinde çeşitli araçlar yaratabilmişler ve süreci bu sayede fiili bir mücadele hattında yürütebilmişlerdir. Kuşkusuz işçilerin bu mücadeleyi sürdürebilmelerinde öncü müdahalenin önemli bir rolü olmuştur.

Kamu emekçileri açısından ise uzun dönemdir emekçilerin geniş tabanlı örgütlenmeler içerisinde yer aldığı örnekler bulunmuyor. Burada dile getirdiğimiz, komisyon, inisiyatif gibi araçlar değildir. Bunlar daha çok öncü müdahale araçları olarak veya bir sendikal faaliyeti koordine etmek açısından iş görmektedirler. Sendikaların tüzüklerinde yer alan işyeri ve şube kurul veya meclisleri de, birer karar organı olarak dahi yeterince işletilememektedir.

Taban örgütlenmeleri, çoğunlukla mücadele dinamikleri üzerinden şekillenirler. Fakat bu onların her daim kendiliğinden gelişebilecekleri anlamına gelmez. Bu açıdan 23 Mayıs 2012 tarihinde gerçekleşen grev, önemli bir örnek oluşturmaktadır. 23 Mayıs grevinin temel özelliği, tabanda yaygın bir grev eğiliminin açığa çıkması ve grevin bu yaygın beklentinin üzerine oturmuş olmasıydı. Ne var ki, grevi sürdürme isteği yaygın olsa da, bu isteğin taban örgütlenmeleri aracılığıyla bir iradeye dönüştürülememiş olması, KESK bürokrasisine önemli bir alan bırakıyordu. Nihayetinde KESK bürokratları, tabandaki yaygın beklentiye rağmen grevi sürdürmediler ve Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’nda soluğu aldılar. Böylece tabandaki eğilimin önü bir iradeye dönüştürülmeden kesildi ve KESK açısından da bu grev, sendikalara duyulan güvensizliğin yaygınlaşmasına hizmet etti. 15 Temmuz sonrasında yaşanan kıyımlar karşısında da bürokrasi benzer bir tutum sergiledi. Kıyıma uğrayan emekçiler karar süreçlerinin dışında tutuldular, en fazlasından “görüşlerine başvurulan” nesnelere dönüştürüldüler. Kıyıma uğrayan emekçiyi özneleştirecek araçlar yaratmak yerine “diplomasi, yargı” oyunları ile emekçiler oyalandı ve maddi dayanışma ilişkisi ise mücadele dışında kurgulanarak “sus payına” dönüştürüldü. Tüm bu söylediklerimizden, taban örgütlenmelerinin geliştirilebilmesi açısından öncü müdahalenin temel bir önem taşıdığını çıkartabiliriz. KÇB, programında, yalnızca taban örgütlenmelerini savunmakla kalmıyor, bu örgütlenmelerin yaratılabilmesini kendi mücadelesinin hedefleri içerisinde tanımlıyor.

KÇB programında, “söz, yetki, karar çalışanlara” ilkesi de devrimci bir bakışla ele alınmakta, bu ilkeyi, mücadeleyi büyütmenin değil de geriye çekmenin aracı olarak değerlendiren akımlara karşı mücadele edileceği vurgulanmaktadır. Yukarıda bahsi geçen ara başlığın üçüncü paragrafında “KÇB, ‘söz, yetki, karar çalışanlara!’ ilkesini, pasifizmin, eylemsizliğin ve kitle kuyrukçuluğunun aracı olarak değerlendiren anlayışlara karşı mücadele eder. Bu ilkenin, mücadelenin çıkar ve ihtiyaçları doğrultusunda hayata geçirilmesi için çaba harcar. Emekçi tabanı tarafından alınmış olsa bile, sınıf mücadelesinin çıkar ve ihtiyaçlarına denk düşmeyen kararları benimsemez, bu kararlara yol açan ve emekçilere hâkim olan geri bilince karşı mücadele eder” denilmektedir.

“Söz, yetki, karar çalışanlara” ilkesinin ele alınışını değerlendirebileceğimiz gündelik pratikten çokça örnek mevcut. Sınıf devrimcileri olarak, bu ilkenin gündelik mücadele pratikleri üzerinden nasıl işletildiğini, birçok somut olgu ve mücadele deneyimi üzerinden yayınlarımızda işliyoruz. Fakat yine de örneğin, kamuda yaşanan ihraçlar ve işletilen süreçler üzerinden, bu ilkenin ele alınışını tüm kapsamı ile değerlendirmek yararlı olabilirdi. Fakat yazımızın kapsamı ve genel amaçları nedeniyle bunu, burada yapma imkanımız bulunmuyor.

Bir sonraki yazımızda KÇB’nin sendikalara yaklaşımı ile devrimci sınıf sendikacılığı kavramını ele alacak ve mümkün olursa yazı dizimizi sonlandıracağız.

 
§