30 Aralık 2016
Sayı: SYKB 2016/01 (49)

Ya barbarlık içinde çöküş, ya sosyalizm!
Dinci sermaye iktidarı savaş bataklığını derinleştiriyor
15 Temmuz “Araştırma” Komisyonu’nda sona doğru!
Faşist saldırılar tırmanıyor, gerici abluka yoğunlaşıyor
2016 yılı baskı ve zorbalığın tırmandığı bir yıl oldu
MİB MYK Aralık ayı toplantısı sonuçları
Bekaert grevinin ardından...
Kamu Çalışanları Birliği Programı üzerine-1
2016’da iz bırakan dünya olayları
2016’nın aynasından geleceğe bakmak - II
FARC: ‘80’li yılların tekrarı mı? - II
Berlin saldırısı ve emperyalist ikiyüzlülük
Asbest: Skandal sistemin skandal malzemesi
Gençlik mücadelesi ve 2016
Baskı, sömürü ve şiddete karşı öfke büyüyor
Piyangodan kurtuluş çıkmaz, kurtuluş kendi ellerimizde!
“Kızıl bayrağımızla 2017’yi kavganın ve umudun yılı yapacağız!”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Dinci sermaye iktidarı savaş bataklığını derinleştiriyor

 

Osmanlı özentisi ‘fetihçi’ dış politikanın iflası, Rusya-İran ikilisi ile yapılan anlaşmayla resmen ilan edildi. Bu anlaşma ile yeni bir U dönüşü yapan T. Erdoğan AKP’si, ABD emperyalizmi güdümünde savaşa girmiş, Suriye’de işlenen bütün insanlık suçlarına ortak olmuş, cihatçı katillerin ağababalığını yapmıştı. Şimdi ise, Rusya-İran ikilisiyle “cihatçı teröre karşı savaş” için anlaşma imzalayarak içine düştüğü çukurdan çıkmaya çalışıyor. Bu U dönüşü, eşine az rastlanan bir iflasın tescil edilmesidir aynı zamanda.

AKP şefinin, “Suriye’ye zalim Esed’i yıkmak için girdik” açıklamasından bir hafta sonra imzalanan anlaşma, bu kof iddianın tam aksini söylüyor. Amacını; “Laik Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunmak için teröre karşı savaş” şeklinde formüle eden bir anlaşmaya imza atmak zorunda kalınması, dinci iktidarın zihniyet dünyasında gerçekleşen değişimden değil, derin iflas ve köşeye sıkışmadan kaynaklanıyor.

İflasın dayattığı ‘değişim’

Dış politikasını ‘Beşşar Esad’ı devirip Baas yönetimini silmek, Şam’da dinci-gerici-mezhepçi bir rejim kurmak’ hedefine odaklayan T. Erdoğan’la müritleri, bu amaca ulaşmak için her yola başvurdular. Emperyalist efendilerinin onayıyla barbar cihatçı katillere sınırsız destek veren AKP iktidarı bu çetelerin atına binerek Şam’a girmenin mümkün olmadığını anlayınca, Suriye’ye karşı ‘Libya modeli’ni uygulamak için çırpınıp durdu. Bu ise, ABD ile diğer batılı emperyalistlerin Suriye’ye savaş ilan etmesi anlamına geliyordu. Diğer bir ifadeyle, Rusya ile savaşı göze almaları şarttı. Oysa böyle bir şey verili koşullarda mümkün değildi.

‘Libya modeli’nin Suriye’ye uygulanamayacağı açıkken yayılmacı heveslerden vazgeçmeyen dinci iktidar, Rusya uçağını düşürerek bu yöndeki son hamlesini gerçekleştirdi. Sonuç, beklediğinin tam tersi oldu. Uçağı düşürüp NATO’ya koşan T. Erdoğan, umduğunu bulamadı. NATO’nun, kendileri için Rusya ile savaşa girebileceğini sanacak kadar ayakları havada olan bu zihniyet, kendi çapsızlığıyla yüzleşmek zorunda kaldı. Emperyalistler nezdindeki itibarının yerlerde süründüğünü fark ettiğinde Katar emiri ile bazı Afrikalı diktatörler dışında dostu kalmayan AKP şefinin elinde baki kalan tek seçenek, Putin’in önünde diz çökmekti.

“Ey Putin!” efelenmelerinden “dostum Putin” söylemine hızlı bir geçiş yapan T. Erdoğan, Putin’e gönderdiği özür mektubunda “İstediğiniz her şeyi yapmaya hazırım. Yeter ki beni affedin…” mealinde ifadeler kullanarak, Rusya ile ilişkileri tamir etme fırsatı yakaladı. Putin’den ‘hayat öpücüğü’ koparan T. Erdoğan, bu ‘öpücüğün’ pahalı olduğunu elbette biliyordu ama eli mahkumdu.

Cihatçılarla cihatçılara karşı

İç politikayı faşist zorbalığın ‘hukuksal kılıfı’ OHAL ile kontrol etmeye çalışan iktidar, darbe girişiminden sonra derinleşen devlet krizi devam ederken ekonomik kriz riskinin artmasıyla iyice sıkıştı. Bu sıkışmanın ardından gelen büyükelçi cinayeti, işin tuzu-biberi oldu. Artık mırın-kırın etmeden U dönüşünü gerçekleştirmek zorundaydı. ‘Gönül sınırları içinde’ bulunan Halep defterini kapatan T. Erdoğan AKP’si, tüm Suriye’yi kapsayacak bir ateşkesi görüşmek için Rusya-İran ikilisiyle Astana’da masaya oturdu.

Halep’ten sonra sıranın İdlib’e geleceği bir sır değil. Ne Suriye ne müttefikleri İdlib’de El Nusra çetelerinin ‘İslami Emirliği’ne tahammül edebilir. Cihatçı çetelerin bazı temsilcilerini yanına alarak Astana’da masaya oturan T. Erdoğan, iki ateş arasında kalmış gibidir. Bu koşullarda Rusya-İran ikilisiyle arayı bozma lüksünden yoksun olduğuna göre, cihatçıların bir kısmını siyasi çözüme razı etmek, diğerleri ile savaşmak dışında bir seçenek kalmıyor. Nitekim İdlib’teki cihatçılarını ülke içine transfer etmeye başlayan iktidarın, bunların bir kısmını El Bab’daki cepheye sevk ettiği ifade ediliyor. TSK-cihatçı cephesi IŞİD'le savaşıyor. Cihatçı çetelerin bir kısmı ile diğerlerine karşı yürütülen bu savaşın şiddetlenme ihtimali yüksek. Bu ise, Suriye’yi yakıp yıkan savaş ateşinin Türkiye’nin içine taşınma riskini arttırıyor.

Namluları Rojava’ya çevirme hesapları

Suriye’deki iç savaş boyunca her vesile ile IŞİD’i, El Nusra’yı Rojava’ya saldırtan iktidarın hevesleri, en azından şimdiye kadar kursağında kaldı. Çünkü ne Esad yönetimini yıkabildi ne PYD liderliğinde oluşturulan özerk yapıyı önleyebildi.

Bu çifte hezimetten sonra TSK-cihatçı cephesini doğrudan Rojava’ya kaydırma planları yapılmaya başlandı. Cihatçıların El Bab’a transferi buna dönük bir hazırlık olarak değerlendiriliyor. Bu heveslerinin de kursaklarında kalma ihtimali yüksek. Lakin bu yayılmacı şoven histerinin halklara ağır bir faturası oldu, görünen o ki olmaya da devam edecek.

Her şey ‘esas efendi’nin rızası için

T. Erdoğan geçen hafta yaptığı açıklamada, “Sırada Menbiç var. Menbiç’ten sonra Amerika ile yeni dönemde ele ele verebilirsek, Rakka var. ‘Dünyadan bize ne’ diyenlere sesleniyorum. Türkiye küresel bir güçtür, bunu bileceksin…” ifadelerini kullandı.

“Türkiye küresel bir güçtür” safsatası bir yana bırakılırsa, Rojava’ya saldırının Amerika’nın icazetine bağlı olduğunu bilen AKP şefi, bu amacına ulaşmak için TSK’yı Rakka savaşına sürmeye hazır olduğu mesajını veriyor. Umudunu faşist Trump yönetimine bağlayan T. Erdoğan, Washington’daki efendilerine yaranmak için adeta çırpınıyor. Yeter ki, Rojava’ya saldırı için yeşil ışık yaksınlar.

Rusya ile geliştirilen ilişkilere rağmen, dinci-sermaye iktidarının esas kıblesi Washington’dur. Kullanma süresi dolduğu için efendilerinin desteğinden yoksun kalan T. Erdoğan, son ABD ziyaretinde Kissinger, Rockerfeller gibi isimlerle görüşerek şansını bir kez daha denedi. Trump’tan umduğunu bulacak mı bulmayacak mı? Bu henüz belli değil. Ama kesin olan bir şey var; hem emperyalizme hizmet etmek için hem yayılmacı hevesleri için Suriye’ye karşı ilan edilen savaşta yer alan AKP iktidarı, Ortadoğu’nun kan gölü haline getirilmesinin günahını boynunda taşıyor. Görünen o ki, bu ağır suçu savaş ateşini kendi ülkesine taşıma pahasına işleyen dinci-sermeye iktidarı, yarattığı savaş bataklığında boğulmaktan kurtulamayacak.

 
§