18 Mayıs 2012
Sayı: SYKB 2012/20

 Kızıl Bayrak'tan
1 Mayıs ve ardından yaşanan gelişmeler
AKP ve düzen/cemaat yargısı
gemi azıya aldı!
Hiçbir aşağılık yalan katliamcı devleti aklayamaz!
ÇHD MYK üyesi Av. Zeycan Balcı Şimşek ile faşist baskı ve terör
tablosu üzerine...
“Polis devletinde yaşıyoruz!”
Silivri ziyareti ve karartılamayan gerçekler
Hükümet tehdit ediyor, emekçiler ‘grev’ diyor!
“TOGO’da yılgınlık yok, direniş var"
TOGO işçileri: “Birliğimizi bozamayacaklar!”
TOGO’da direniş ve görevler
Grevci EPTA işçileri:
“Birbirimize kenetlendik!”
Avrupa Serbest Bölgesi’nde
EPTA işçileri grevde!
Yeni dönem MESS
Grup TİS süreci ve görevler
Yunanistan’da yükselen faşizm ve Avrupa’da neo-faşist
hareket - Volkan Yaraşır
Yunanistan’da kriz derinleşiyor, sol güçleniyor
İspanya da iflasın eşiğinde!
Almanya’da eyalet seçimleri, sonuçları ve kısa dersler
Kıbrıs’ta emekçiler yasak tanımıyor!
AKP’nin TMMOB’yi
itibarsızlaştırma saldırısı
DTCF’de soruşturma-ceza terörü ve gösterdikleri
“Geleceğine sahip çık!” kampanyası üzerine...
“Basına sansür,
gazeteciye tutsaklık” dönemi
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Yunanistan’da yükselen faşizm ve Avrupa’da neo-faşist hareket

Volkan Yaraşır

Yunanistan’da yapılan genel seçimler, yeni ve son derece sert bir momente geçişin göstergesi oldu.

Yunanistan, son üç yıldan beri kapitalist krizin yarattığı büyük altüst oluşlar ve sert siyasal kopuşlar yaşıyor. 1974 sonrası inşa edilen burjuva-liberal düzen giderek çökme noktasına geldi. Sınıf ve kitle hareketinin muazzam yükselişi, sokağın yıkıcı gücü ve genel grev dalgaları düzenin bütün dayanaklarının altını boşalttı. Seçimler, her ne kadar burjuva-liberal bir düzenleme olsa da, yaşanan konjonktürde fiilen kendini işlevsizleştiren bir pratiğe dönüştü. Sokağın ruhunu, ateşini ve arayışını yansıttı.

En başta Yunanistan’ın son 40 yılının siyasal dengesini belirleyen ve iki parti dominantlığında şekillenmiş parlamenter işleyiş, bu iki partinin; PASOK ve ND’nin çöküşüyle fiilen sekteye uğradı. Seçim sonuçları bir anlamda sokağın ve sokaktaki olası gelişmelerin panoraması oldu. Sokağın tablosunu sundu.

Bu sonuçlar, her şeyden önce parlamento binasına sığacak içerikte değildir. Zaten bu başarıldığı ölçüde Yunanistan’da tekrar “düzen” hâkim olacaktır.

Yunanistan mali krizle birlikte gerçek anlamda bir siyasal deprem yaşamaktaydı. Seçimler bu depremin sarsıcı sonuçlarından biri oldu. Ve Yunanistan’ın içine girdiği yeni dönemin verilerini sundu. Yunanistan’da sınıflar mücadelesinin olası seyrini bu verilerden okuyabiliriz.

Seçim sonuçları: Sokak, neo-liberal politikalara 'hayır' diyor

Yunanistan’da seçim sonuçları bir dizi siyasal vektörün önünü açtı.

En başta burjuva düzenin iki merkez partisi üzerinden şekillenen yapısı, iki partinin oylarındaki şiddetli düşüşlerle sarsıldı. 2009 seçimlerinde totalde %78,5 oy alan merkez partiler, bu seçimde %47’lik bir oy kaybına uğradı. Özellikle PASOK geçen dönem aldığı oyların ancak %25’ini alabildi.

ND 2009 seçimlerinde %33,47 oy almıştı. 2012’de ancak %18,5 oy alabildi. PASOK 2009’da %43,92 oy alıp, tek başına iktidara gelmişti. Kriz, PASOK’u tam anlamıyla çözdü. Yeni seçimlerde aldığı oy ancak %13,8’i buldu.

Kitleler troykanın memorandumuna karşı tavır gösteren eğilimlere yöneldi. Sosyal yıkım programının tarumarı, ülkede sınıflar mücadelesinin dalgasal yükselişi ve bunun yarattığı siyasal polarizasyon kitleleri radikal alternatif arayışlara itti.

ND’den kopan sağ popülist Bağımsız Yunanistan’ın %10,6 oyu kitlelerin kolektif refleksinin dışavurumu oldu. Yeni kurulmasına rağmen partinin ND’den ayrılıp, memorandum karşıtı bir tavır içine girmesi ve bu yönde argümanlar geliştirmesi, önemli bir oy oranını bu partiye yöneltti.

KKE, seçim öncesinde %11, %12 oy oranı beklemekteydi. 2009 seçimlerinde %7,4 oranında oy alan KKE, oy oranını %8,48’e çıkarsa da yaşanan konjonktürün olağanüstülüğü içinde başarılı bir sonuç olmadı. KKE bir nevi durumunu korudu. Fakat Syriza’nın aldığı oyların hemen hemen yarısı kadar oy alması ve bu zamana kadar Yunanistan solunun ilk ve en önemli gücü olma özelliğini kaybetmesi, KKE için asıl problemi oluşturuyor. Bir anlamda KKE için seçimler hem imaj yitimi, hem de konjonktürün yarattığı olağanüstü koşullar karşısında yetersizliğini ortaya koydu. Bu durumun özellikle PAME ve parti tabanında önemli sarsıntılar yaratma olasılığı yüksektir.

KKE’nin kriz sürecinde statükocu ve sekter yaklaşımları ve gündemi belirleyecek net bir program sunamaması, hatta PAME merkezli sınıf hareketinin radikalleşmesini kontrol etme uğraşı, ona en fazla oylarını koruma olanağı sağladı. Reformist ve parlamentarist çizginin bir kanadı bu yönleriyle öne çıktı.

Sol liberal bir çizgiyi temsil eden Syriza ise seçimlerde muazzam bir atak yaparak, 2009’daki oylarını üçe katladı.

Syriza 2009 seçimlerinde %4,60 oranında oy kazanmıştı. Yeni yapılan seçimlerde bu oranı %16,78’e yükseltti ve ikinci parti konumuna geldi. Syriza’nın oylarını katlayarak arttırması, Yunanistan’ın son birkaç yıllık içine girdiği sürecin dışavurumu oldu.

Syriza’ya giden oylar incelendiğinde ortaya ilginç bir tablo çıkıyor. Partinin oyları Atina gibi toplumsal mücadelenin yüksek olduğu ve Yunanistan’ın sınıf mücadelesinin nabzının attığı şehirlerde %20’leri buldu. Ayrıca özellikle genç nüfus olarak kabul edilen ve krizin bütün yükünü hisseden, geleceklerinin gasp edildiği ve işsizliğin yaygın olduğu 18 ila 35 yaş arasındaki kesimlerde parti birinci olarak seçildi. Benzer biçimde kamu ve özel sektör işçileri içinde de Syriza ilk tercih edilen parti oldu.

Sınıfla organik teması olmayan, sendikal yapılar içinde etkin bir örgütlülüğü bulunmayan Syriza’nın işçi sınıfından oy alması ve sınıfın tercihleri içinde birinci sırada yer bulması ilginç bir görünüm oluşturuyor.

Bunu ortaya çıkaran birkaç faktör var. En başta işçi sınıfının devrimci enerjisini kristalize edecek bir siyasal önderliğin olmaması, sınıfı farklı arayışlara itti. Sınıf parlamenter düzlemde sol ve radikal olarak gördüğü ve bir düzeyde arayışının ifadesi olacak yapıya, Syriza’ya yöneldi. Seçim döneminde Syriza da bu yönde kitlelere mesajlar vermeyi ihmal etmedi.

KKE’nin sekter, içe kapalı, bürokratik yapısı, sürece ilişkin net bir politik hat oluşturamaması sola yönelmiş kitlelerin KKE’yle mesafeli olmasına yol açtı. Bu eğilimin doğmasında Syriza oluşumunun kendisinin “radika sol” bir ittifak olması ve seçim sürecinde KKE’ye seçim ittifakı teklifinde bulunması, sol bir hükümet çağrısı yapması ve KKE’nin bu teklifi reddetmesinin de etkileri bulunuyor.

Fakat Syriza kendine yönelen ve yönelme ihtimali olan bu büyük potansiyeli kavrayacak ne bir politik programa, ne de bir örgütsel donanıma sahip.

Her şeyden önce Yunanistan’da sınıflar mücadelesinin son derece keskinleştiği, devrim ve restorasyon ikileminin hızla kendini ortaya koymaya başladığı koşullarda, reformist sol heterojen örgütsel yapısıyla süreci örmekten öte, kendine yönelmiş kitleleri hayal kırıklığına uğratması büyük bir olasılıktır.

Çünkü Yunanistan koşulları ve içine girilen moment, sol liberal bir çizginin toplumsal mücadele içinde konjonktürel bile olsa etkili olmasına olanak vermeyecektir.

Syriza’nın, küçük sosyalist yapıların yanında ana gövdesini Synaspismos oluşturuyor.

Synaspismos Avro-komünist bir çizgiyi temsil ediyor. Tipik, legalist ve parlamentarist bir yapı. Ne Syriza ne de Synaspismos’un krize ve krizin sonuçlarına ilişkin politik projesi bulunuyor. Kitleler aslında yaşanan yüksek konjonktürün yarattığı atmosferle Syriza’ya yöneldi. Örgütsel yapı ve politik program olarak parti, bu büyük gövdeyi ve yönelimi kaldıracak donanıma sahip değil. Önümüzdeki günlerde Syriza’nın takatsiz kalması ve sürece müdahale etmekte atıllığı ortaya çıkarsa şaşırmamak gerekiyor. Syriza kitlelerin acil ihtiyaçlarına ve yönelimlerine ikircikli tavır aldı. Borçların tek taraflı ödenmemesi, iptal edilmesi ve silinmesi, finans sektörünün kamulaştırılması, AB’yle ilişkilerin koparılması gibi konularda net bir tutum geliştirmedi. En fazla borç ödemelerinin ertelenmesi ve rasyonel bir şekilde ödemelerin yapılması yönünde tavır sergiledi. AB içinde kalma ve Eurozone yanlısı ısrarını korudu. Krize karşı anti-kapitalist bir yaklaşımdan öte, Keynesgil yaklaşımlar sergiledi. Seçimlerde özellikle PASOK tabanına seslenirken, ulusalcı temalar geliştirmesi, PASOK’tan atılan milletvekilleriyle kurduğu ilişkiler ve seçim sonuçlarından sonra burjuva-reformist 1981 PASOK’unu temsil ettikleri iddiasında bulunması düşündürücüdür ama şaşırtıcı değildir.

Kısaca seçimler Yunanistan’ın sokaktan gelen radikal arayışlarını ortaya koydu. Ama sandık bu arayışlara sığmamaktadır. Sokağın stratejisini anti-kapitalist program oluştururken, Syriza sol reformist çizgisiyle bu potansiyeli ne kavrayabilir ne de sokağın ruhunu anlayabilir. Kitlelerin bunu anlaması da çok uzun sürmeyecektir.

Avrupa’da neo-faşist hareketin yükselişi

ND’den kopan sağ popülist, Bağımsız Yunanistan Partisi seçimlere ilk defa katılmasına rağmen %10,6 oy aldı. Memorandum karşıtı bir tavır sergileyen Bağımsız Yunanistan ND’nin kaybettiği oyların bir kısmını kendinde topladı. Bu oy oranı ve sağın diğer partilerine giden oylar Yunanistan’da sağın hale güçlü bir konum içinde olduğunu ortaya koydu.

Seçimlerde ırkçı sağ radikalizasyon da zirve yaptı. Yunanistan’da faşist hareketin yükselişinin çok vektörlü nedenleri yanında, bazı özgün nedenleri de bulunmaktadır.

En başta neo-liberal karşı devrim programını Yunanistan’da hayata geçiren hem ND hem de PASOK hükümetleri son 30 yıldan beri faşizmin güç kazanacağı, mayalanacağı sosyo-politik ve sosyo-ekonomik zeminleri yarattı. Hatta faşizme yeni ideolojik malzemeler sundu. Benzer durum bütün Avrupa’da yaşandı.

Avrupa’da faşist hareketin 1930’lar sonrası ikinci büyük dalgası, neo-liberal karşı devrim sürecinde ortaya çıktı. Özellikle 1980’ler ve 1990’lar bir kuluçka dönemi oldu. Sovyet sisteminin çöküşü ve Doğu Avrupa rejimlerinin çözülüşü bu dalgayı besledi. 2000’li yıllar Avrupa düzeyinde faşist hareketin güçlü bir şekilde gelişimine sahne oldu.

Neo-liberal ideolojik hegemonya faşist düşünce, eğilim ve örgütsel arayışları güçlendirdi. Küresel düzeyde yabancı düşmanlığı, göçmen karşıtlığı, 2001 11 Eylül konseptinden sonra İslam karşıtlığı ve İslamofobiyle bütünleşti. Batı kültürü ve yaşam tarzına yönelik vurgular ya da kültürel operasyonlar öne çıktı. Batı ya da dünyanın “kuzeyi” uygarlık ve medeniyeti simgeledi ve kutsandı. Doğu ve dünyanın güneyi ise yoksulluğu, periferiyi farklı din, kültür, etnik yapıları simgeledi, lanetlendi ve ötekileştirildi. Neo-liberalizmin kültürel ve ideolojik ayakları aslında ekonomik talanın, dünyanın yeniden sömürgeleştirilmesinin ortamını yarattı. Her metropolün kendi içinde periferisi ve “güneyi” oluştu. Neo-liberal talan ve yağma büyük kültürel operasyonlar ve ideolojik bombardımanlarla realize oldu. Samir Amin’in ifadesiyle, “içkin yoksullaşma” yani birinci dünyanın içine yerleşen üçüncü dünya yaşanmaya başlandı.

Irkçı, faşist hareket bu sefalet, sosyal enkazlaşma, sistematik diskriminasyon, ötekileştirme, kibir ve soğukkanlı toplum mühendisliği operasyonlarından güç aldı. Finans kapitalin gizli destekleri ve kapitalist devletin açtığı olanaklar ve gizli servislerin manipülasyon ve fiilen örgütleme çabaları içinde şekillendi.

İtalya’da Berlusconi, Fransa’da Sarkozy, Almanya’da Merkel gibi mafyatik karakterli, sağ popülist, anti-komünist agresif ve sinik kimliklerin belirlediği siyasal iklim, İngiltere, İspanya ve Yunanistan’da sosyal demokrat üçüncü yolcu, sosyalist partiler tarafından güçlendirildi. Bir nevi Avrupa çapında proto-faşist uygulamalar gerçekleştirildi. Yani faşizme zemin hazırlayan ve ona olanaklar sunan adımlar atıldı.

Son 30 yıllık süreç neo-liberal karşı devrimin çok boyutlu (ideolojik, kültürel ve ekonomik), çok yönlü (gündelik hayatı kuşatan ve yeniden kuran) operasyonları neo-faşist hareketleri Avrupa düzeyinde geliştirdi. Neo-faşist hareketleri yalnızca aldıkları oyla değerlendirmek büyük bir yanılgı olur. Yeni ideolojik donanımları, davranış repertuarları, zihniyet dünyaları, algı ve düşünce biçimleri muhafazakâr sağ kesimlerin yanında, sosyal demokrasinin belirli kesimlerini de etkileyecek bir “büyü” yaratmaktadır.

Fransa’da Le Pen olgusunun ortaya çıkması ve belirleyici bir siyasal yapı olarak Fransa siyasetinde rol alması şaşırtıcı olmamalıdır. Ayrıca Almanya’da sosyal demokrat kökenli eski merkez bankası başkanı Sarrazin olgusunun ortaya çıkması tesadüfi değildir. Bu kesimlerin seslendiği ve nüfuz ettikleri geniş yığınları ortaya koymaktadır.

Artık Avrupa’da faşizm 21. yüzyılın kendine has özellikleriyle gündelik hayatın parçasına ve giderek kitlesel bir ruh haline dönüştü. Son 30 yıldaki neo-liberal politikalar bu ruh halini ortaya çıkaran ve onu besleyen temel oldu.

Çünkü faşizm anlık bir gelişme değildir. Uzun bir karşı devrimci sürecin sonunda ortaya çıkan bir olgudur. Neo-liberal politikalar bu karşı devrim sürecinin kendisi olmuştur.

Kapitalist kriz bu süreci derinleştirdi. Son birkaç yıl içinde neo-faşist hareketler büyük ataklar yaptı. Bugün neo-faşist hareketlerin oyları kıta düzeyinde %100-%200 oranında arttı. Bazı ülkelerde ikinci ya da üçüncü parti haline geldiler.

Özellikle son dönemde öne çıkan neo-faşist partiler şunlar oldu: Macaristan’da Jobbik son seçimlerde tarihinin en yüksek oyunu aldı. Oyları %13’e yaklaştı. Bulgaristan’da Ataka Partisi’nin oyları %10’u aştı. Hollanda’da PW %15,5, İsviçre’de SVP %31, Danimarka’da Danimarka Halk Partisi %12, İtalya’da Allianze National %12, Fransa’da Front National %18, Belçika’da Vlams Belang %15,3, Norveç’te F_P %22,9, Avusturya’da Avusturya Özgürlük Partisi %13 oranında oy aldı.

Avrupa düzeyinde neo-faşist hareketin bu yükselişi tesadüfi ve rastlantısal bir gelişme değildir. Kapitalist krizin yarattığı sarsıntı faşist hareketin yükselişine güç verdi.

Bu gelişmeler W. Reich’ın faşizmin kitle ruhunu analiz ederken vurguladığı ve sahici bir durumu ortaya koyan sonuçlar yaratmaktadır: “Faşizm-birçok yönü yanında-kitleleri kendi çıkarlarına aykırı bir biçimde, kendisine katılmaya sürükleyen değerler dizesini, bir dünya görüşünü temsil etmektedir”

Wilhelm Reich bu tanımlamasını klasik faşizm üzerinden yapsa da, yeni faşizm tanımlanan mirası bünyesinde taşımaktadır.

Yeni faşizm belki Nazizim ve Mussolini faşizminin sert ırkçı vurgularını öne çıkarmasa da, kendini orta sınıfların çöküşüyle ve orta sınıfların konformizmi ve nihilizminin yarattığı ortamla besliyor. Küçük burjuvazinin mülksüzleşme ve proleterleşme korkusundan güç alıyor. Güvenlik duygusunu istismar ederek inisiyatif geliştiriyor ve taban oluşturuyor. Özellikle kriz koşulları yukarıda belirttiğimiz faktörleri giderek ağırlaştırdı. İşsizlik, kronik yoksulluk, geleceksizlik, umutsuzluk ve anomi hali faşizmin yükseliş zeminleri oldu.

Göçmen düşmanlığı, yabancı korkusu-zenofobi, İslamofobi, rafine diskriminasyon, gündelik hayata sızmış rasizm yeni faşist hareketlerin değerler dizgesini ve mobilizasyon zeminlerini yarattı. Yeni dönemdeki dünya görüşünün temel taşlarını oluşturdu.

Avrupa’da neo-faşist hareket rafine ve teknik yöntemlere başvuruyor. “Ötekini” örtük ırkçılık üzerinden tanımlıyor. Batı merkezli bir yaklaşım sergiliyor, güvenlik duygusunu yabancı korkusuyla tetikliyor ve “steril yaşam ve ülke” argümantasyonlarıyla güç kazanıyor.

Yeni faşist hareketler etnosantrik ajitasyona ağırlık veriyor. Yoğun etnosantrik vurgularla kültürel ırkçılık yapıyor. Hatta kültürel ırkçılığı sıradanlaştırmaya çalışıyor. En dikkat çeken özelliklerinden biri de soğukkanlı elitist tutumlarıdır. Elitizm bir başka düzlemde ötekileştirmenin normalleştirilmesini ifade ediyor. Ayrıca popüler kültürü kullanan yeni faşist hareketler imaj oluşturma ve kurma işini iyi beceriyor. “Yuppi Nazilik” diye de ifade edilen bu eğilimler kendini sansasyonel çıkışlarla gösteriyor. Sansasyon bir propaganda aracı ve normalleştirme vitrini olarak devreye giriyor. Son 30 yıllık neo-liberal tahrip, kültürel erozyon ve her düzeyde toplumun gettolaşması faşist harekete mayalanacağı yeni olanaklar tanıdığı gibi, faşist zihniyet ve mana dünyasını gündelik hayata yedirmesini sağlıyor. Böylece neo-faşistler “post-modern toplumun” “sıradan bireyleri” haline geliyor.

Yeni faşizm Avrupa siyasal yaşamında söz sahibi bir güç olarak dikkat çekmeye başladı. Bu harekette ayrıca klasik faşizmde görülen bütün kodlar bulunmaktadır: ırkçı nefret, ast-üst ilişkisi, öndere, kişiye güce tapınma, kadın düşmanlığı, agresyon, maskülizm, seksizm gibi.

Aktüel olarak ekonomik kriz ve yarattığı büyük altüst oluş faşizmin dölyatağı işlevini görüyor.

Faşist çete parlamentoda

Avrupa’da neo-faşist hareketin bu görünümlerine ve yönelimlerine karşı Yunanistan’da faşist hareketin ritüelleri, imajı, sembolleri klasik faşist partilerin özelliklerini taşıyor.

LAOS’un troykanın memorandumuna onayı ve Papademos hükümetine destek vermesi daha agresif faşist partinin önünü açtı. Altın Şafak kapitalist krizin yarattığı yıkıcı etkileri kullandı. Özellikle küçük burjuvazinin mülksüzleşmesi ve proleterleşme korkularını son derece iyi istismar etti.

Altın Şafak 2009’da %0,29 olan oylarını bu seçimde 23 kat artırarak %6,97’ye yükseltti. Parlamentoda 21 sandalye kazandı.

Gamalı haça benzer amblem kullanan ve Nazi taklidi yapan parti, klasik faşizmin genel taktiklerini kullanıyor. Para-militer bir örgütlenme olan Altın Şafak sert bir hiyerarşiye sahip, önder kültü etrafında bir araya gelmiş bir yapı. Ayrıca demagojik boyutta anti-kapitalist vurgular yapıyor. Böylece geniş kitlelere seslenerek bir kitle hareketine dönüşmeye çalışıyor.

Altın Şafak ırkçı, göçmen karşıtı, anti-semitik ve konsantre antikomünist bir yapılanma. Militan bir karekteri olan Altın Şafak hızla mobilize olma gücüne sahip ve sokağı kullanmasını bilen bir örgütlenme.

Kriz ve sosyal çöküntü, geleneksel siyasal yapıların iflası kitleleri bir yandan sol tandanslı radikal arayışlara iterken, öte yandan diyalektiğin bir başka yansıması olarak neo-faşist hareketlere yöneltti. Altın Şafak reaksiyonel bir kitle hareketi görünümü kazanarak oylarını olağanüstü arttırdı. Altın Şafak bu görünümüyle finans-kapitalin “rezervde” tuttuğu bir siyasal yapıya dönüştü. Parlamentoya girişi, faşist harekete özgüven vermesi yanında agresyonunu artırması muhtemeldir. Devlet olanaklarından daha fazla yararlanması ve ciddi finansal güç elde etmesi beklenmelidir.

Fransız filozof André Glucksmann faşizmi “devlet aygıtını ve çeşitli sınıfları harekete geçiren bir iç savaştır” diye tanımlar.

Yunanistan’da yaşanan mali kriz, ekonomik-siyasal çöküş sınıflar mücadelesini giderek keskinleştiriyor. Yunanistan işçi sınıfı yarattığı 50 büyük grev ve 18’e ulaşan genel grevlerle muazzam gücünü ortaya koydu.

Troyka ve finans kapital açısından sorunlar çözülmüş değil. Bugüne kadar finans-kapital sendikal bürokrasi ve reformist-legalist sol sayesinde sınıf hareketinin yükselişini kontrol edebildi. Siyasal önderliğin yokluğu bu kontrolü sağlayan temel neden oldu.

Yunanistan her an muazzam patlamalara ve kontrolsüz yıkıcı gelişmelere gebe. Sınıf ve kitle hareketinin enerjisi her şeye rağmen birikiyor. Ve birden kontrolden çıkma potansiyeli taşıyor. Ayrıca Yunanistan’da düzenin restorasyonu yönünde atılan adımlar sonuç alıcı olmuyor.

Böylesine koşullarda bir iç savaş örgütü gibi hareket eden bir yapıya ihtiyaç duyulması ve devletin bir iç savaş düzenine girmesi kaçınılmaz olabilir.

Altın Şafak’ı bu sürecin temel aktörlerinden biri olarak düşünmek yanlış değildir. Altın Şafak bugünden sokağın kontrolü için grev hareketlerine müdahale eden ve grevleri fiilen kıran roller üstlenebilir. Çeşitli provokasyon, pasifikasyon hareketleri içine girebilir, hatta suikast benzeri gelişmeler gündeme gelebilir.

Parti para-militer gücüyle bu organizasyonları yapmaya yatkındır. Seçim sonrasında parti başkanının “hem sokakta hem de parlamentoda olacağız” açıklaması bu yönde bir ifadedir.

Sınıflar mücadelesinin şiddetinin devletin biçimini belirlediğini vurgularsak, önümüzdeki günlerde sınıflar mücadelesinin sertleşmesi Yunanistan’da olağanüstü rejimlerin önünü açabilir. Yunanistan’ın bugün içinde bulunduğu durum bütün olasılıkların muhtemelliğini ortaya koymaktadır.

Yunanistan’ın 356 milyar € kamu borcu bulunuyor. Bu GSYH’ın %165’ini oluşturuyor. Bütçe açığı ise GSYH’ın %9’unu aşmış durumda. İşsizlik oranı ülkede %23’e ulaştı. Ayrıca nüfusun %25’ine yakın bir kesimi yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Başta Atina’da ve diğer metropollerde sokakta yaşayanların oranı son 3-4 yıldan bu yana orantısal olarak arttı. Troykanın tüm müdahaleleri krizin engellemekten öte yoğunlaştırdı. Yunanistan yeniden sömürgeleştirildi.

Bütün bu veriler ülkedeki tablonun giderek vahimleştiğini ortaya koymaktadır. Ve önümüzdeki günlerde işsizliğin ve kronik yoksulluğun artması büyük bir olasılıktır.

Altın Şafak bu koşullar altında oylarını olağanüstü artırdı. Önemli bir siyasal güç olarak parlamentoda yer aldı. Yunanistan’da faşist hareketin köklü bir geçmişi var. Metaksas diktatörlüğü, iç savaş sonrası süreç, 1969 darbesi faşist hareketin altın çağları oldu.

Altın Şafak, bugün Avrupa’daki neo-faşist hareketlerden ayrı bir özellik gösteriyor. Çalışma, örgütlenme ve eylem tarzı klasik faşizme daha yatkın. Nazizmi referans alıyor. Bu yönleriyle de ciddi oranda onay görüyor.

Bu noktada şöyle bir çıkarsama yapabiliriz. Özellikle Avrupa’da mali krizin derinleşmesine bağlı olarak klasik faşizmin referanslarıyla hareket eden, etmese bile agresyonu yüksek, para-militer, sokağa yatkın hareketlerin önü açılabilir. Ya da var olan popülist, kültüralist yönleri ağır basan, sokak gücü zayıf yapıların hızlı bir metamorfoz yaşayarak yeniden yapılanması gündeme gelebilir.

Uzun neo-liberal dönem bu yapılara mayalanma, var olma, kök salma ve “normalleşme” şansı verdi. Kriz koşulları mobilizasyonlarını ve agresyonlarını güçlendirebilir.

Bu manada Norveç’teki Breivik katliamını, Almanya’da gizli servis kontrollü neo-faşistlerin seri cinayetlerini vaka-i adiyeden saymamak gerekir. Bu pratikler faşist hareketin ilk militarizasyon işaretleri olarak değerlendirilebilir.

Mali krizin yayılma ihtimali olan Portekiz, İspanya ve olası İtalya ve Fransa’da benzer gelişmelerin “hızlı ve şaşırtıcı” biçimde gerçekleşmesi mümkündür. Portekiz’de yarım yüzyıl süren Salazar diktatörlüğü, İspanya’da Franco rejimi, İtalya’da Soğuk Savaş döneminin devlet yapılanması bu gelişmelere olanaklar sunmaktadır. Bir dönem küresel kontrgerilla üslerinden biri olan İtalya ve Fransa’da neo-faşist hareketlerin %12 ila %18’e yakın oy potansiyeli dikkate alınmalıdır.

Bu süreç klasik burjuva liberal devletin aşındığı ve olası radikal kitle hareketlerinin yükseldiği koşullarda, faşist hareketin bir iç savaş gücü gibi mobilize olmasının önünü açabilir.

Amaç kitlelerin silahsız bırakılmasıdır.

Yunanistan bir anlamda Avrupa’daki sınıflar mücadelesinin nabzının attığı coğrafyaya dönüşüyor. Bu coğrafyadaki siyasal polarizasyonun alacağı biçimler (birçok özgünlüğüne rağmen) kıtada yaşanacakların bir laboratuarı olabilir. Özellikle saydığımız ülkelerde mali krizin derinleşmesi ve sınıflar mücadelesinin yoğunlaşmasına bağlı olarak benzer gelişmeler yaşanabilir. Bu anlamıyla Altın Şafak sadece Yunanistan özelinde değil, Avrupa’da sınıflar mücadelesinin seyri anlamında fokuslanması gereken bir partidir.

Devrim de sokaktan gelir, karşı devrim de

Yunanistan son derece kritik, siyasal polarizasyonun arttığı ve sınıflar mücadelesinin şiddetlendiği bir döneme girdi.

Bugün Yunanistan’da finans-kapitalin isteği yönünde “yeni” Papademos hükümeti niteliğinde PASOK, ND ve Demokratik Sol’la bir koalisyon hükümeti kurulmaya çalışılıyor.

Bu koalisyon yeni troyka hükümeti olacaktır. Ömrünün çok uzun olması da pek muhtemel değildir.

Yunanistan’ın gündeminde değişik hükümet kurma varyasyonlarına rağmen erken seçim var. Onun ötesinde siyasal kutuplaşmanın hızla artacağı bir döneme girildi.

Olası yeni koalisyonun troykanın yaptırımlarını sürdüreceği ortadadır. Bu da sokağın yeniden hareketleneceği anlamına gelir.

Bundan sonraki süreçte sokak, çok ciddi oranda Yunanistan’ın siyasal yaşamını belirleyecek yerdir. Sokağı kazanan Yunanistan’daki sürecin hakimi olacaktır.

Finans-kapitalin bugünden hazırlık yaptığı ortadadır.

Syriza ve KKE var olan ruh halleriyle, politik projeleri, kadro ve mobilizasyon gücüyle sokağın yeni koşullarına uyum sağlaması zordur. Sokak daha çatışkılı, sert mücadelelere ve sokak savaşlarına gebedir.

Syriza muğlâk “sol hükümet” argümanlarıyla, krize yönelik izlenecek politikalarda ikircikli tutumuyla ve sınıf içinde zayıflığı ve heterojen yapısıyla önemli zaafiyetler gösterebilir. Syriza’nın sadece erken seçime yüklenmesi ve sokağı es geçmesi olasıdır. Bu durum Syriza’ya giden oyların, hızla geri çekilmesine yol açabilir. Syriza bundan sonra parlamento ve sokak arasında, yani bir nevi bıçak sırtında varlığını sürdürecektir. Atacağı pozitif adımlar hem yeniden yapılanmasına yol açabilir hem de siyasal etki gücünü artırmasına yarayacaktır. Atıllığı, süreci okuyamaması ise hızla çözülüş, parçalanma ve etkisizleşme anlamına gelecektir.

Benzer durum KKE için de geçerlidir. Seçimlerde aldığı oyun parti içinde sarsıntılar yaratması büyük bir olasılıktır. Yeni grev dalgaları, büyük sınıf ve kitle hareketleri ve sokağın yeni atmosferi KKE’nin içine kapanmasına, katı bir şekilde sekterleşmesine yol açabilir. PAME aracılığıyla sınıfı kontrol etme (sokaktan çekilme) tavrı geliştirebilir.

Bu süreçte Antersya’nın rolü önem taşıyacaktır. Küçük bir grup olmasına rağmen pratik ve programatik özelliklerinden dolayı, Syriza ve KKE’yi krize karşı daha tutarlı noktaya çeken, bu yönde karşı basınç yapan örgüt, seçimlerden başarısız çıktı. 2009’da %0,36 oy alan Antersya bu seçimlerde oylarını %1,19’a yükseltti. Ne var ki yapının heterojen karakteri, değişik ve farklı referansları ve farklı sistematikleri olan Troçkist, Maoist ve çeşitli sol güçlerin ittifakını yansıtması en büyük zafiyetidir.

Süreç Yunanistan’da sokağın fethedilmesini hızla dayatırken, sokağı örecek siyasal güçlerin yokluğu en büyük problemdir.

Gramsci 1923’te “Faşizmin tarihi aynı zamanda anti-faşizmin ve onun yanlışlarının tarihidir” derken, sosyalist hareketin zafiyetlerinin karşı devrimin gelişmesindeki belirleyici rolünü ortaya koyuyordu.

Yunanistan’da sınıflar mücadelesi şiddetlenecektir. Finans-kapital sınıfı etkisizleştirmek, çözülmesini sağlamak ve örgütlülüğünü parçalamak, hatta intikam almak için silahlı faşist güçleri devreye sokabilir. Tekelci polis devleti yönünde sert düzenlemelere, hatta askeri-faşist darbelere girişebilir. Altın Şafak’ın atağını bu paralelde ele almak gerekir. Böylesi operasyonlarda para-militer ayağı ve mobilizasyon yeteneği olan, yeni dönemde kitleselleşmiş Altın Şafak son derece önemli işlevliler görebilir.

Yunanistan işçi sınıfı, son üç yıllık süreçte Avrupa işçi sınıfı tarihinde görülmeyen muazzam pratikler gerçekleştirdi. Devrimci öncünün yokluğuna karşın sokağı iyi kullandı. Sokağın gücünden yararlandı. Bu başarısı hem sendikal bürokrasiyi hem de reformist sol blokajları aşmasını sağladı. Pratik olarak bu blokajları her seferinde aştı ama teorik olarak hegemonyasında kaldı. Ufkunu ona göre belirledi.

Yeni dönemde kavga şiddetlenecek ve sokak daha merkezi rol oynayacaktır. Artık her grevde, her direnişte savunma birliklerinin ve komitelerin kurulması zorunlu olabilir. Benzer şekilde mahallelerde savunma komitelerinin oluşması gündeme gelebilir. Yunanistan işçi hareketi bugüne kadar mütevazı boyutta özyönetim pratikleri gerçekleşti. Şimdi bunları yayma zamanıdır. Hayatın her alanını yeniden örme zamanıdır.

Devletin ve sivil faşistlerin saldırılarına, pasifikasyon operasyonlarına karşı sınıf muazzam gücüne ve enerjisine dayanarak, bugünden bu yapıları kurmayı başardığı ölçüde sokağı tutabilir, kavgayı örebilir ve uzun soluklu olabilir.

Bu dönem bir yanıyla da zihniyetleri değiştirme, mücadeleyi geliştirme ve ruhsal olarak silahlanma dönemidir. Yunanistan’da sınıflar mücadelesi yeni bir momente giriyor.

Yunanistan işçi sınıfı devrimci önderliğin yokluğuna rağmen bunları gerçekleştirebilir. Ve bu süreç aynı zamanda devrimci öznenin yaratılma zeminleri olacaktır. Ya da bu zeminleri çoğaltacaktır. Şimdi Yunanistan’da kavganın ayrıştırdığı, ama kavganın manifestosunun yaşandığı bir döneme giriliyor. Artık devrim ve karşı devrim ikileminin bütün çıplaklığıyla ortaya çıkacağı bir dönemin kapıları açılıyor.

Yunanistan Avrupa’da sınıflar mücadelesinin konsantre odağına dönüşüyor. Yunanistan işçi sınıfının karşısında bütün Avrupa gericiliği var. “Kavga daha yeni başlıyor.”

Yunanistan işçi sınıfı sokağı kazandığı, sokağı örgütlediği ve sokakta kalmayı başardığı oranda geleceği kazanacaktır.

Bu pratik ona özsavunma ve özörgütlenme deneyimleri kazandıracaktır. Bu özörgütlenmeler fabrika fabrika, semt semt, şehir şehir yayıldığı ölçüde gelecek sınıfın avuçlarının içinde olacaktır. Sınıfın ve emekçi yığınların iradesini sokak parlamentoları, fabrika ve mahalle komiteleri yansıtabilir. Yunanistan’da özgürlüğün muhteşem havası ancak böyle solunabilir. Yunanistan’da bugün açısından sokak, her yerden daha çok özgürlüğün, kardeşliğin ve geleceğin adıdır.

 

 

 

Yunanistan yeniden seçimde

Yunanistan’da seçimler sonrası partilerin hükümet kuramaması üzerine 17 Haziran’da yeniden seçime gidilmesi kesinleşti.

AB/IMF emperyalist güçlerinin kıskacında ekonomik krizin yarattığı atmosferde düzen çareyi erken genel seçimlerde aramıştı. İşçi ve emekçileri demokrasi masallarıyla sosyal yıkım saldırılarına razı edecek bir hükümet hedefleniyordu. Fakat seçim sandıklarında işçi ve emekçilerin ilerici-sol partilere de azımsanmayacak oy kullanması burjuvazinin hesaplarını bozdu. Oluşan tabloda burjuva düzen partileri, kemer sıkma uygulamalarının karşılığını seçimde almış oldu. 6 Mayıs’ta yapılan erken genel seçimler sonrası hükümeti kurma görevi en yüksek oyu alan partinin oldu. Ardından diğer partiler de koalisyon hükümeti için girişimlerde bulundu.

Seçimlere kadar ülkeyi geçici hükümet yönetecek. 6 Mayıs seçimleri burjuvazi için çıkış olmaktan çok krizi daha da büyüten bir süreç yarattı. Şimdi yapılacak seçimlerden çıkacak sonuç mali krizin tüm gidişatını etkileyecek. Zira koalisyon hükümetinin kurulamamasında oluşan atmosfer, emekçilerin sol ve ilerici partilerden beklentilerini artırdı.

AB ve IMF ise kurulacak hükümete dair açıklamalarıyla şimdiden uşaklık dayatmalarını sunuyorlar. Mali yardımı kesme tehditleriyle, kurulacak hükümetin kendileri tarafından belirlenecek sosyal yıkım saldırıları planlarına uyması gerektiğinin altını çiziyorlar.

Faşizmin ‘altın şafağı’

Yunanistan’da, seçimlerden büyük bir yükselişle çıkan ırkçı-faşist Altın Şafak örgütü, parlamentoya girmelerinden aldıkları güçle pervasızlaştı.

Faşist partinin şefi, seçim sonuçlarını değerlendireceği basın toplantısında basın emekçilerini liderleri önünde zorla ayağa kaldırmaya çalışmıştı. Atina’da Altın Şafak Partisi üyesi bir bilet kontrolörüyse, denetim için bindiği troleybüste, iki Bangladeşli göçmene “Ayağa kalkın ulan, burası Yunanistan’’ diyerek saldırdı. Troleybüsteki bazı yolcuların göçmenleri sahiplenmesi ve bu ırkçı davranışa müdahalesi üzerine daha da azgınlaşan kontrolör, hem Bangladeşlileri hem de kendisine müdahale eden iki kadın yolcuyu parlamento durağında zorla indirdi. Yolcuların parlamento önündeki polise olayı anlatması üzerine denetçi, “Ben Altın Şafakçıyım, faşistim. İstediğimi yaparım” diye bağırarak duraktan uzaklaştı.

Geçtiğimiz günlerde Altın Şafak üyeleri, SKY televizyonu muhabiri Kostandinos Bogdanos’a demir çubuklarla saldırmıştı. Altın Şafak örgüt lideri Nikos Mihalolilakos daha önce parlamento dışında sokaklarda da olacaklarını söylemişti. Artan faşist saldırılar “kara tişörtlülerin” sokaklarda olduklarını gösteriyor.