22 Temmuz 2011
Sayı: SİKB 2011/28

 Kızıl Bayrak'tan
Eşitlik ve özgürlük iradesini kırmak için ırkçı-şoven saldırganlık…
Uşak etkin taşeronluğa hazırlanıyor! ..
Kürt halkına karşı topyekün
saldırıya geçtiler
DTK’dan ‘Demokratik Özerklik’ ilanı
Faşist güruhlar sokaklara salındı!.
Sermayenin saldırı stratejisi
ortaya çıktı!
Kıdem tazminatı hakkı gaspedilmek isteniyor
"Yalanlarla göz boyayıp dikensiz gül bahçesi yaratmayı hedefliyorlar”
Kamu TİS’leri ve
sendikal ihanet gerçeği!
Metal İşçileri Birliği Merkezi Yürütme Kurulu Temmuz Ayı Toplantısı Sonuçları!
GEA’da kanunsuz lokavt
Mas-Daf’ta engeller aşıldı
Tunus-Mısır
dersleri - H. Fırat
Mısır’da sınıfsal çizgiler netleşiyor, talepler farklılaşıyor
Yemen’de halk hareketinin
dinamikleri ve açmazları
Douwe Egberts’te direniş kazandı!
Şili’de öğrencilerden militan gösteri
Artık tek bir zayıf halka yok! - Volkan Yaraşır
Libya Temas Grubu İstanbul’da toplandı
Kıbrıs’tan kirli elinizi çekin!.
“Ben bölücü ve terörist
değilim, bir Kürdüm”
Parti değerlerini
özümsemenin önemi
“8. Mamak Kültür-Sanat
Festivali’nde buluşuyoruz!”.
Kapitalizm, yabancılaşma ve DÖNÜŞÜM
Cumartesi Anneleri’nden
sessiz protesto.
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Ortadoğu’da halk hareketleri -2

Tunus-Mısır dersleri

H. Fırat


-IV-

Lenin büyük devrimci kaynaşmaların yaşandığı dönemlere ilişkin olarak, hiç kimse patlak veren bir isyan, ayaklanma ya da devrimin nasıl bir seyir izleyeceğini önceden bilemez, diyor. Olayların büyüyüp büyüyemeyeceği, genişleyip genişleyemeyeceği, nerede kesintiye uğrayıp kırılacağı hakkında kesin şeyler söylenemez demek istiyor bununla. Bunu devrimin gelmiş geçmiş en büyük teorisyeni ve uygulayıcısı söylüyor. Kaldı ki, bizzat içinde bulunduğu tarihi olaylar üzerinden söylüyor bunu, olayların seyrine ilişkin olarak öngörüde bulunmak olanaksız değilse bile çok zor demek istiyor.

Dolayısıyla biz de Tunus’ta ve Mısır’da işler tam nereye varacak, bugünden çok kesin şeyler söyleyemeyiz. Bu gerekli de değil. Olaylar sürüyor, süreç devam ediyor. Biz olayların bugün sunduğu veriler üzerinden söylenebilecekler üzerinde yoğunlaşalım. Ve ben diyorum ki, olayların somut olarak gösterdiklerinden çok, o kendi somutluğunun ötesindeki, kendi somutluğuyla da kanıt olduğu olayların ötesindeki sorunları tartışalım.

Söylemek istediğime yöntemsel bir örnek veriyorum; Mısır’da halen devrimci parti yok, Tunus’ta var görünüyor fakat olaylara yetişemiyor. Ama Tunus ve Mısır olayları bir arada, devrimci partinin olağanüstü, böyle tarihi dönemlerde adeta belirleyici önemini ortaya koyuyor. Tunus ve Mısır’ın en büyük derslerinden biri nedir diye sorarsanız, devrimci partinin belirleyici, sonucu tayin edici önemidir, derim. Halbuki bugünkü olaylar içinde devrimci öncü parti halen yok. Tunus ve Mısır’a böyle bakalım, devrimciler olarak sorunları, olup bitenlerin ortaya koyduğu dersleri bu çerçevede ele alalım, bu açıdan irdeleyip tartışalım. Tunus ve Mısır’dan geleceğin devrimci mücadeleleri için gerekli sonuçları buradan hareketle çıkarmaya bakalım.

Olaylar gösteriyor ki, devrimciler yeniden tarihin ön sahnesine çıkacaklar. Tarih devrimcileri yeniden sahnenin önplanına çıkaracak. Nasıl? İsyanlar, ayaklanmalar ve giderek devrimler, devrimcilerin dönemi demektir. O halde biz bu olaylardan mümkün mertebe devrimci sınıf mücadelesi için, giderek devrim için, devrim teorisi ve pratiği için gerekli sonuçları çıkarmaya bakalım. Bunlar görünürde çok genel sonuçlar olabilir, zaten bilinen şeyler de olabilir. Olsa bile, olaylarla bir kez daha doğrulanıyor mu, o halde biz de bunun altını bir kez daha kalınca çizmeye bakalım.

Devrim teorimizin ilke ve esasları bugün yaşanmakta olan olaylarla ola ki trajik bir biçimde doğrulanır. Öncü devrimci partinin olmamasının ya da toplumun biricik gerçek devrimci sınıfının, modern burjuva toplumunda önderlik ve iktidar mücadelesi kapasitesine sahip biricik sınıf olan işçi sınıfının, olaylara damgasını vuramamasının büyük bir patlamayı nasıl bir akibetle yüzyüze bıraktığını görmek bakımından bu dersler çok çok önemli. Bunu bugünkü olaylardan ders olarak çıkaracağız ve yarınki olaylara, geleceğin büyük devrimci çatışmalarına, bu gözle hazırlanmaya bakacağız.

Demek ki devrimci bir parti olmadı mı, yön, program, hedef, giderek de olayların akışı içerisinde taktik olmadı mı, zafer yok! Diktatör gidiyor en fazla, diktatörlük olduğu gibi kalıyor, sistem olduğu gibi sürüyor. Bu dersi önemsediğimiz ölçüde, biz devrimci öncü partiyi önemseriz.

Ama devrimci öncü parti dediğimizde, adı öncü ise ardında bir artçısı, bir gövdesi olabilmesi lazım. Bu da bizi devrimin temel sınıfsal dayanağına, dosdoğru işçi sınıfı sorununa götürüyor. Sınıf sorunu bizi, şekilsiz kitle ayaklanmaları ile şekillenmiş sınıfların rol oynadığı kitle mücadelelerinin, giderek devrimlerin farkına, 1905 Devrimi ile Mısır’da yaşanan bugünkü ayaklanmanın farkını getiriyor.

Farklı sorunlara yöntemsel örnekler olarak değinmiş oldum, bunları tek tek ayrıca ele alacağım.

Olup biten nedir? Olup biten kelimenin gerçek anlamında bir sosyal patlamadır. Olayın kendisi tepeden tırnağa siyasi bir olaydır kuşkusuz, sözkonusu olan bir kitle isyanı, bir halk ayaklanmasıdır. Ama temelde sosyal dinamiğe, demek istiyorum ki, asli olarak sosyal nedenlere dayalı halk ayaklanmaları bunlar. Yani şöyle bir şey değil; iyi-kötü iktisadi-sosyal yaşamından memnun, ama siyasal olarak bunalmış kitlelerin özgürlük özlemi ve demokrasi istemiyle diktatörlüğü reddettiği ayaklanmalar değil, izlemekte olduğumuz halk hareketleri. Görüntü böyle, giderek de sistem propagandası böyle sundu ve bunu da tümüyle bilinçli bir biçimde yaptı. Halbuki bu insan yığınlarını harekete geçiren, çok kesin ve açık bir biçimde sosyal nedenlerdir. Yoksulluk, özellikle işsizlik, çekilmez hale gelmiş yaşam koşullarıdır...

Bunu örneklemek hiç de zor değil. Bu kıvılcım Tunus’tan başlamadı mı? Tunus’ta ne olmuştu? Bir genç insan, Sidi Bozid, üniversiteyi bitirdiği halde iş bulamıyor. Ailesini BBC’nin özel bir haber programında izledim, son derece yoksul bir aile ve eve ekmek getiren tek kimse, ölümüyle Tunus’taki olayları ateşleyen bu genç insan. 7 kişilik yoksul bir eve ekmeği nasıl getiriyor bu işsiz üniversite mezunu? Bir tezgahla sokakta ya da pazarda sebze meyve satarak. İşte size tüm görkemiyle sosyal sorun! Bu tezgah, dolayısıyla da işi, dolayısıyla da ekmeği elinden alınıyor, baskıcı rejim tarafından. Bu işsiz genç bunun üzerine kendini yakarak feda ediyor ve böylece büyük bir isyanı tutuşturuyor. Tunus’taki kıvılcım böyle çakıldı ve halk ayaklanması yangını böyle başladı. İşte size tepeden tırnağa sosyal sorun! Tunus’taki büyük halk ayaklanmasının sosyal temeli!

Aynı olguyu aynı nitelik üzerinden gösteren ve doğrulayan bir başka örnek daha var. Tunus İşçileri Komünist Partisi temsilcileri, bu ayaklanmayı iki yıl önceden öngördüklerini ve hazırlığa giriştiklerini söylüyorlar. Peki onları bu öngörüye götüren ne, toplumda gelmekte olan bir ayaklanmayı sezmelerinin hareket noktası ne? İki yıl önceki bir maden işçileri ayaklanması. Bu ayaklanmanın ayrıntıları yok yazık ki sözkonusu röportajda, ama olgu olarak kendisi son derece önemli. Maden ayaklanması, yani bir işçi ayaklanması. İşte devrimci bir partiyi ayaklanma beklentilerine götüren tepeden tırnağa sosyal nitelikte bir başka olay. Bir kez daha Tunus üzerinden...

Geçiyoruz Mısır’a. Mısır’da görünürde ne oldu? Dünyayı izleyen, dil bilen, Twitter’ı iyi kullanan, Facebook’da dolanan gençler ayaklanma başlattılar diye sunuyorlar bize olup biteni. Kim bu gençler? 6 Nisan Hareketi mensupları, ki 25 Ocak ayaklanmasını başlatan eylemin de çağrısını yapan bir hareket bu. Peki nedir bu 6 Nisan Hareketi? Neden 6 Nisan adını taşıyor? Mısır’ın Nil havzasında, Kahire’nin az aşağısında, El Mahalla diye bir kent var. Burada çok büyük tekstil kombinaları, demek oluyor ki, işçi sınıfının önemli bölükleri var. 6 Nisan 2008’de burada bir eylem patlak veriyor, 25 bin kişiyle kombina işgal ediliyor. Mısır rejimi bastırmak istiyor, bunun için herşeyi yapıyor ama başaramıyor, sonunda direnişin istemleri kabul ediliyor ve işgal böylece bitmiş oluyor. 25 bin kişilik büyük bir dev tekstil kombinasındaki işgali düşünün. İşte 6 Nisan Hareketi bu büyük işçi direnişinin bir yan ürünü. Bu işçi direnişini desteklemek, onunla dayanışmak üzere harekete geçen eğitimli gençlere dayanan bir oluşum.

Burada bir kez daha tepeden tırnağa sosyal nitelikte bir sorunla yüzyüzeyiz. Bir büyük işçi hareketiyle dayanışmak, onun haklı ve meşru sosyal istemlerini desteklemek üzere doğmuş bir gençlik oluşumu, 6 Nisan Hareketi. Önemli olan 6 Nisan Hareketi’nin kendisi değil, onu üreten dinamik, yani işçi hareketi. Önemli olan o gençleri kümelendiren gerçek olgu. Bunlar belli ki alt sınıflara yakınlık duyan gençler. Demek ki o gençliğin belirli sınırlarda ilerici bir politik bilinci de var. Emekçi sınıflara bir yakınlığı var, sosyal sorunlara bir duyarlılığı var. Kaldık mı bir kez daha sosyal sorunlarla başbaşa ve bu kez de Mısır örneği üzerinden.

Daha da ötesine geçiyorum. Mısır’daki patlamayla birlikte öğrendik ki, 2006 yılından 2009 yılına kadar Mısır’da soluk soluğa bir işçi hareketi var. Zaman zaman onbinlerce, yüzbinlerce işçinin katıldığı... Resmi sendikalar dışında sendikalar kurmaya yönelen, fabrika işgallerine giden, çalışma koşullarının düzeltilmesini, ücretlerin artırılmasını isteyen... Ama işte bugünkü isyanı da mayalayan gerçek sosyal sorunlar ve çatışmalara alanı... Diktatöre karşı 25 Nisan çağırısı yapan oluşumun kendisi de işte tam da bunun, bu çatışmanın bir yan ürünü...

Evet, bunaltıcı Mübarek rejimine karşı bir direniş var. Peki ama niçin? İnsanlar neden dolayı artık o bunaltıcı baskıya karşı nihayet ayağa kalkıyorlar? Aç kaldıkları için, işsiz kaldıkları için, son derece kötü koşullarda çalıştırıldıkları için... Sömürüye isyan ettiğiniz zaman ne oluyor? Başınıza polis copu ya da jandarma dipçiği iniyor. Baskı burada bir araçtır yalnızca, sömürü ve soygun koşullarını güvenceye alan ve süreklileştiren. Sömürü koşullarını, sömürüye dayanan mevcut sosyal koşulları sürdürebilmek ya da daha da ağırlaştırabilmek için baskı, yasak, polis, ordu sermayenin elinde kamçıdır, bir araçtır. Bu ayaklanmaya yolaçan koşulların kaynağı değil fakat yalnızca bir yan ürünü, bir tamamlayıcısıdır. Asıl kaynak kendini sınıflar arası ilişkiler üzerinden, dolayısıyla sömürü ilişkileri olarak, dolayısıyla sosyal sorunlar olarak gösteriyor. Sosyal kıpırdanışları dizginleyebilmek için siyasal baskı rejimi kuruluyor. Ekmek veremeyen ne yapıyor? Sopayı alıyor eline ekmek isteyenin gerektiğinde kafasına indirmek üzere. Ekmek varsa, sopaya o denli ihtiyaç kalmaz. Dikkat ediniz Avrupa’da sopa henüz pek hissedilmiyor. Aslında sopanın alası var bu ülkelerde ama hissedilmiyor. Neden? Henüz ekmek verilebiliyor, bazı sosyal kurumlar, dolayısıyla haklar var. Bunları veremez duruma düşsün, eline sopa alacaktır o zaman. Sosyal sorunlar ile siyasal baskının diyalektiği bu zaten.

Özetle, Mısır ve Tunus üzerinden sosyal patlamalarla yüzyüzeyiz. Ürdün’de de aynı şey sözkonusu. Sokağa çıkan binlerce kişi ellerinde somun ekmeği taşıyor ve “ekmeğimiz kırmızı çizgimizdir!” diyorlar, ona el uzatırsanız bizi karşınızda ayağa kalkmış bulursunuz, demiş oluyorlar. Bu da sosyal sorunlar üzerinden bir ayağa kalkıştır. 1997 yılına ait “Halk isyanlarının yeni dönemi” yazısında demin dikkatinizi çekmiş olmalı, Ürdün’de “ekmek ayaklanması”ndan sözediliyor. Sözkonusu değerlendirme öncesinde demek ki Ürdün’de ekmek ayaklanması var, bu geçmişte Mısır’da da olmuş. Bahreyn’de ne oluyor? Bahreyn’de sistemden dışlanan, düşük yaşam koşullarına mahkum edilen ve sosyal hizmetler sözkonusu olduğunda ayrımcılığa hedef olan Şii kitlelerin, yani Bahreyn’in yoksullarının ayağa kalkışı var. Demek ki burada da yine sosyal sorunla yüzyüzeyiz. Ya Yemen’de? Yemen Arap dünyasının ve dünyanın en yoksul ülkelerinden biridir. Yaşanmakta olan bütün huzursuzluğun temelinde bir kez daha sosyal sorunlar var, görünürde bunu başka şeyler perdeliyor olsa bile. Güney Kürdistan’ın Süleymaniye’sinde de aynı durum, aynı sosyal sorun sözkonusu...

Kısacası, Ortadoğu çapında bir sosyal fırtına ile yüzyüzeyiz. Ama sosyal patlama siyasal biçim içinde ortaya çıkar ve kendini kendine nefes aldırmayan diktatörlüklere yönelmiş olarak bulur. Olayın tablosu bu, bunu unutmayacağız. Zira ortada bu halk hareketlerinin sosyal temelini ve niteliğini gizlemeye yönelik kapsamlı bir manüplasyon var. Sistem propagandası bu hareketlerin gerçek kaynağını ve nedenlerini gizliyor. Hareketleri salt yozlaşmış yöneticilere yönelmiş dar siyasal çıkışlar olarak sunuyor. Mısır halkı özgürlük istedi, onur istedi, bunun için ayaklandı, deniliyor. Evet, özgürlük ve onur istedi. Bu bizim değerlendirmelerimizde de var, onur duygusuna gerekli vurguyu yapmak anlamında. Ama siz bunu alıp sosyal dinamiği, zemini, kaynağı karartmanın bir aracı olarak kullanırsanız, böylece asıl ve belirleyici olan etkeni gizlemeye kalkarsanız, bu tamı tamına gerçeklerin manüplasyonu olur ve hareketlerin kendisini denetim altına almaya yönelik manevraları kolaylaştırır. Bu açıdan sinsi olduğu kadar tehlikeli de bir girişimdir bu. Obama Tahrir Meydanı’nı selamlıyor, bize ilham verdiniz, onur duygusunu aşıladınız, kendinizi kabul ettirdiniz, diyor. Ama salt onur, hatta kısmi bir siyasal özgürlük bile hiç de karın doyurmaz bugünün Ortadoğusu’nda. İnsanlar iş, ekmek ve insanca bir yaşam istiyorlar. Tahrir Meydanı bitti ama işçi direnişleri, grevler sürüyor. İşçiler yaşam koşullarının düzeltilmesini, ücretlerinin artırılmasını ve bunun güvence altına alınmasını istiyorlar. Gerçek sendikal örgütlenme hakkı ve olanağı istiyorlar.

Bu kaynaşma sürecek, onu yatıştırmak öyle kolay olmayacak. Geçici ve kısmi durulmalar olabilir ama kaynaşmalar şu veya bu biçimde sürecek. Ve her yeni kaynaşma mevcut deneyimin, birikimin, onun verdiği cesaretin, onun sağladığı özgüvenin ve kazanma inancının üzerine gelecek. Dolayısıyla daha güçlü olacak. Kitlesel katılım yönünden değil, belki kitlesel katılım yönünden daha zayıf olacak muhtemelen. Çünkü sınıflar ve sınıfsal sorunlar önplana çıktığı ölçüde, orta katmanlar eylemden çekilecek. Müslüman Kardeşler, Mısır burjuvazisinin bir kesiminin temsilcileridirler, eylem alanından çekilmekle kalmayacaklar, daha bir de ona cephe alacaklar. Meydan alt sınıflara kalacak. Daha dar katılımlı ama daha sert, daha uzlaşmaz olacak çatışma. Tanklar fabrikalara daha rahat yürütülebilecek böylesi bir durumda.

Bakınız Irak Kürdistan’ına, o kültürün çok dışında değil, yansıyor Süleymaniye’ye. O Süleymaniye’de son 7-8 yıldır kitleler defalarca yolsuzluğa, hırsızlığa, rüşvetçiliğe karşı ve iş için, daha iyi yaşam koşulları için sokağa çıktılar. Kendi başına ulusal devletin karın doyuramadığını Kürt emekçileri bizzat yaşayarak görüyorlar. Güney Kürdistan’ın özellikle Süleymaniye bölümü, ki tarihsel olarak da ilerici olan kesimidir, o dünün “sosyalist”i Talabani’yi de besleyen bölümdür, buna tanıklık ediyor. Aynı şekilde Irak’ta, Irak’ın güney kesimlerinde benzer hareketlilikler ortaya çıktı. Hükümet binaları yakıldı, önemli çatışmalar yaşandı. Bu böyle kendini gösterecek.

Kaddafi’nin Libya’sında sorunlar biraz daha farklı. Kaddafi’nin elinde petrol fonları var ve bu sosyal sorunları kısmen hafifletiyor. Ama burada da siyasal sorunlar var. 42 yıllık bir rejim, bir tür hanedanlık, aile ve kabile hanedanlığı. Ortadoğu’da bu türden olgular utanç vericidir. Suriye’de onyılları bulan iktidarının ardından Esat ölüyor, yerine oğlu geçiyor. Mısır’da Mübarek’in yerine oğlu hazırlanıyordu. Bu iş Ürdün’de krallık rejimi üzerinden zaten yasal olarak da böyle. Yani monarşik ya da modern monarşik sözde cumhuriyet biçimleri var Ortadoğu’da, bu sistemlerde iktidar babadan oğula geçiyor. Bu ise sosyal sorunlardan zaten fazlası ile bunalmış bulunan kitleleri daha da öfkelendiriyor, daha da tahammülsüz hale getiriyor. Artı Filistin sorunu var, artı Amerikan emperyalizminin yarattıkları var. Evrensel olan gerçeklik özgül bölgesel ve ulusal prizmalardan yansır demiştim daha önce. Evet, dünyada ekonomik bunalım, sosyal yıkım var, ortak paydayı oluşturan aynı sorunlar bunlar, ama Ortadoğu’da bunun üstüne kendine özgü sorunlar biniyor, genelde yaşananlar bu prizmadan yansıyor.

(Devam edecek...)

(tkip.org sitesinden alınmıştır...)