8 Temmuz 2011
Sayı: SİKB 2011/26

 Kızıl Bayrak'tan
İçeride efelik taslayanlar dışarıda uşaklıkta sınır tanımıyor...
Emperyalizmin uşaklarından
halklara dost olmaz!...
Düzenin siyasal krizi ve Kürt sorunu
Katil devlet 18 yıl sonra yine işbaşındaydı!
Madımak'ta insanlık 2. kez utandı
Katliam ülkenin dört bir yanında lanetlendi...
BDSP’nin 2 Temmuz anmalarından
PTT direnişi büyüyor
“Direniyorum öyleyse varım!”
KESK Genel Kurulu sona erdi
Demokratik ve mücadeleci bir sendikal haraket için
On sendikadan güç birliği!
Tunus-Mısır
dersleri - H. Fırat…
Suriye’de durum
karmaşıklığını koruyor
Lübnan direnişini silahsızlandırma
planı tutmayacak!
“Sosyalist Enternasyonal” Atina’da toplandı
Emekçiler ‘grev’ dedi
İşte kapitalizmin futbolu: Para-mafya-şike!
Gerillalar sonsuzluğa uğurlandı
Çorum’u devlet hazırladı itirafı
Nükleer santraller ölümdür,
­izin vermeyelim!
Rakamlar kadının ezilmişliğine
Zilan: Kürt halkının
mücadele ateşi!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Bir avuç kapitalistin çıkarı uğruna insan ve çevre sağlığı tehdit altında...

Nükleer santraller ölümdür,
izin vermeyelim!

Emperyalist-kapitalist dünyanın efendilerinin nükleer santrallerdeki ısrarı çevre ve insan sağlığını tehdit ediyor. Geçtiğimiz Mart ayında Japonya’da gerçekleşen deprem sonrası Fukuşima santralinde yaşanan sızıntıya rağmen, kazanın şimdilik bilinen etkileri bile oldukça vahimken şirket yetkilileri nükleer santral konusunda ısrar ediyorlar. Kazadan sonra göstermelik olarak özür diledikten sonra, arsızca Japonya halkına “sizi öldürmeye devam edeceğiz” diyorlar.

Dünya üzerinde 30 ülkede şu an 439 nükleer santral bulunmakta, 48 tanesi de yapım aşamasında. Bu, dünyanın saatli bomba üzerinde durması demektir.

Türk devleti ise nükleer santral konusunda oldukça hevesli. Geçtiğimiz yıl Mersin Akkuyu’da nükleer santral için Rusya ile anlaşma imzalanmıştı. Sinop için de Japonlarla görüşmeler sürüyor. AKP hükümeti 10 yıl içerisinde nükleer santralleri faaliyete geçirme hevesinde.

Japonya depremi sonrası yapılan tartışmalar karşısında ise, başbakanından enerji bakanına kadar tüm hükümet sözcüleri, nükleer santral borazancılığı yaparak yanıt veriyorlar. Tayyip Erdoğan, Fukuşima faciası sonrasında “Riski var patlayabilir, diye biz tüp gaz kullanmayacak mıyız? Nükleerden korkuyorsanız, tüp gaz ve doğalgaz da kullanmayın” deme pişkinliğini göstermişti. Gerçi böylesi pişkinliklerin bir devlet geleneği haline geldiği ortada. Hatırlanırsa Çernobil faciasının ardından dönemin Sanayi Bakanı Cahit Aral televizyonda çay içmiş, yine dönemin darbeci Cumhurbaşkanı Kenan Evren “Biraz radyasyon kemiklere iyi gelir” diyebilmişti.

Çevre örgütlerince yapılan araştırma sonuçlarına göre, Türkiye’nin yüzde 64’ü nükleere hayır diyor ve yüzde 86’sı nükleer santrale yakın bir yerde yaşamak istemiyor. Ancak kapitalistlerin çıkarı uğruna nükleer santrallerde ısrar ediliyor. Akkuyu’da nükleer santral yapılacak bölgenin hareketli fay hatları üzerinde bulunması ise sermaye hükümeti sözcülerini zerrece ilgilendirmiyor.

Hatta Enerji Bakanı Taner Yıldız nükleer santralleri ancak 2071 yılında kapatacaklarını söyleyerek tartışmaların önünü kesmeye çalışıyor. Recep Tayyip Erdoğan da nükleer karşıtlarını hedef alarak “Eğer biz bu insanların mantığıyla hareket edecek olursak elektriksiz yaşamamız lazım, mumla veya gaz yağı lambasıyla yaşamamız lazım veyahut da çayda çıra oynar gibi onlarla yaşamamız lazım” diyerek demagojiye başvuruyor.

Kuşkusuz bu yöntemi, yani gerçekleri karartma yönetimini tüm egemenler kullanıyor. Sadece hükümet düzeyinde değil sözde bilimsel kuruluşlar da bu amaçla devreye giriyor. Örneğin Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) yetkilileri, Çernobil kazası gerçekleştiğinde kazanın Türkiye üzerindeki etkilerini gizlemeye çalışmıştı.

Aynı şey emperyalist metropollerde de yaşanıyor. Bu bakımdan en çarpıcı örneklerden birini İngiliz hükümeti vermişti. Olay The Guardian gazetesinin hükümetle şirket yetkilileri arasında yapılan elektronik posta görüşmelerini ele geçirmesi sonucu ortaya çıkmıştır. İngiliz hükümeti Japonya’daki depremin ardından Fukuşima’da yaşanan nükleer felaketin boyutlarını küçük göstermek için bir plan hazırlayıp, kazadan iki gün sonra nükleer enerji şirketlerini toplayarak kamuoyuna nasıl açıklamalar yapılması gerektiğini anlatmıştır. Amaç İngiltere hükümetinin nükleer tesis kurma planlarına yönelik toplumsal muhalefetin gelişmesini önlemektir. Çünkü İngiltere de 8 yeni nükleer tesis kurma hevesindedir. Ortaya çıkan bu yazışmalarda bir hükümet yetkilisi, “Bu [mesele] tüm dünyada nükleer endüstrisini geriletme potansiyeline sahip. Nükleer karşıtı delikanlı ve genç kızların bundan faydalanmalarını önlemek zorundayız. Burayı işgal etmeli ve elde tutmalıyız. Kesinlikle nükleerin güvenilirliğini göstermeliyiz” demektedir.

Görülmektedir ki nükleer santralden çıkarı olanlar yalan ve demagojiye başvurmaktan çekinmemektedir.

Çernobil ve Fukuşima gibi örnekler nükleer santrallerin ne olduğunu gözler önüne sermektedir. Ayrıca Çernobil’den bu yana resmi olarak yaklaşık 800 dikkate değer kaza Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’na rapor edilmiştir. Bu da nükleer santrallerin “güvenilirlik” iddialarının hiçbir karşılığı olmadığını göstermektedir.

Çernobil’de gerçekleşen sızıntının Fukuşima’dakinin sadece yüzde 25’i olduğu belirtilmektedir. Çernobil’deki patlamada Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan bombaların 100 katı kadar radyasyonun havaya karıştığını düşünürsek, Fukuşima’nın bedelini yıllarda artan kanser vakaları, sakat doğumlar, ölümler, kirlenen topraklar, kıtlık, açlık vb. sonuçlarıyla emekçi halk ödeyecektir. Bu boş bir korku değil, dünyanın Hiroşima’dan, Çernobil’den edindiği acı deneyimlerin ortaya çıkardığı bir sonuçtur.

Nükleer santraller, geri dönülemez sonuçları ve etkileri olan büyük bir felaket kaynaklarıdır. Radyasyonun zararlı etkileri ortadayken ve nükleer enerjinin en pahalı enerji türü olduğu biliniyorken tercih edilmesinin tek nedeni, bu riskli işten sadece, nükleer santral yatırımcısı bir avuç kapitalistin kazançlı çıkacak olmasıdır. Sermaye hükümetleri de insan ve çevre sağlığını ipotek altına alan bu pazardan nemalanmaktadır.

Nükleer santrallere karşı mücadelenin önemi ve aciliyeti ortadadır. Nükleer santrallere karşı mücadele bir bütün olarak sistemi, yani kapitalizmi hedef almalıdır. Çünkü insanca bir yaşamın tek çözümü kapitalizme karşı sosyalizmdedir. Temiz bir çevre, doğayla barışık bir toplum ve güvenli bir gelecek sosyalizmle mümkündür.

 

 

 

Mersin NKP Dönem Sözcüsü Sebahat Arslan ile konuştuk...

“Mücadelemiz devam edecek”

Mersin NKP Dönem Sözcüsü Sebahat Arslan ile nükleer santral karşıtı mücadele ve platformun çalışmaları üzerine konuştuk.


- Platform çalışmalarına nasıl başladınız?

- Sebahat Arslan:90’lı yıllarda Ankara’da birkaç aydının girişimiyle nükleer karşıtı bir çalışma başladı. Bu yıllarda bir yapı oluştu. Bu arkadaşlar Mersin Akkuyu’da da çalışmalar yürüttüler ve bir duyarlılık oluştu. İllerde Nükleer Karşıtı Platformlar kuruldu. 90’lı yılların başından itibaren hareketli olan NKP’de faaliyet yürütüyorum. 2008’den itibaren NKP dönem sözcülüğü yapıyorum. Birçok demokratik kitle örgütü, sivil toplum kuruluşu, ilerici ve devrimciler, siyasi partiler nükleer çalışmalarında yer alıyorlar. NKP yürütmesi EMO, ÇMO, Serbest Muhasebeciler ve Mali Müşavirler Odası, Tabip Odası, ÇHD, Baro, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nden oluşuyor.


- Bugüne kadarki süreçte ne gibi çalışmalar yürüttünüz?

- Son 3 yıldır yoğunlaşan bir eylem çizgimiz var. 26 Haziran 2010’da Mersin’de miting yaptık. Aynı yıl Anamur’da miting yaptık. Bunun dışında her yıl Akkuyu’da miting yapıyoruz. Basın açıklaması, yürüyüşler, 17 Nisan’da insan zinciri eylemi yaptık. 9 Nisan’da Ankara’da çevre mitingine katıldık. 24 Nisan’da İstanbul’da nükleer karşıtı mitinge katıldık. 15 Mayıs’ta Ankara’da TMMOB’nin mitingine katıldık.


- Rus araştırmacıların Akkuyu’ya gelmesiyle nükleer sorunu tekrar gündeme geldi. Platformun buna yönelik ne gibi çalışmaları olacak?

- Yeni dönemde çalışmalarımız Akkuyu ağırlıklı yürüyecek. Temmuz ayı içinde Akkuyu’da bir çadırkent kurmayı planlıyoruz. Ağustos’ta ise artık gelenekselleşen Akkuyu etkinliklerini yapacağız. Rus şirketin çalışmalarını engellemek için elimizden geleni yapacağız.


- Sizce nükleer karşıtı mücadelede şimdiye kadar kullanılan yöntemler yeterli mi, başka ne gibi araçlar kullanılabilir, çalışma hangi eksende yürümelidir?

- Yürütülen mücadele bundan sonra daha da etkinleştirilmeli. Akkuyu Mersin’in değil tüm Türkiye’nin sorunu. Mersin halkının çabasının amacına ulaşması için tüm Türkiye’nin desteği lazım. Dişe diş mücadele etmezsek, yaşam alanlarımızı korumazsak, yaşam hakkımızın gaspına dur demezsek HES’lere, nükleer santrallere karşı durmazsak hep birlikte yok olup gideceğiz. Artık sokakta mücadele etmenin zamanı. Son yıllarda da birçok örnekte olduğu gibi yalnızca sokakta mücadele edenler kazanıyor.


- Son olarak ne söylemek istersiniz?

Mücadelemiz devam edecek. Nükleer santral kurma kararı geri alınıncaya kadar mücadele edeceğiz. Toplumun tüm duyarlı kesimlerini ,yaşam hakkını sahiplenmeye çağırıyorum.

Kızıl Bayrak / Mersin