18 Mart 2011
Sayı: SİKB 2011/11

 Kızıl Bayrak'tan
İşçi sınıfına kurulan tuzakları
boşa çıkaralım!
Çürümüş düzen partileri seçim oyununa hazırlanıyor!
Mücadele kaçkınları soluğu burjuva parlamentosunda alıyor!
Birleşik Metal yönetiminin
önderlik sınavı
Metal greviyle dayanışma iradesi.
“Direnişçi işçilere her türlü desteği vereceğiz!”
BDSP’den blokajla boykota destek
Ontex-Canbebe işçilerinin
boykot çağrısı büyüyor..
Sağlık emekçileri “Çok Ses Tek Yürek” oldu
“Ankara mitingi güçlü bir itirazdı”
Direniş ve mücadele
deneyimleri tartışıldı
İzmir’de kurultay çalışmaları
Arap dünyası halk hareketleriyle sarsılıyo
NATO Bakanları “füze kalkanı” ve “Libya işgali” için toplandı
Yer sallanıyor, kapitalizm öldürüyor!
Güvenilir bir gelecek
sosyalizmle mümkündür!
Almanya’da kitlesel nükleer santral protestoları
G-20 Konferansı yeni saldırılar için İstanbul’da toplanıyor
Dünya Kadın Konferansı sonuç bildirgesi yayınlandı
Avrupa’da 8 Mart eylem ve
etkinlikleri...
16 Mart katliamları lanetlendi
Üniversitelerden...
Katliamın 16. yılında Gazi-Ümraniye şehitleri anıldı
Hüseyin Temiz yoldaş ölümünün ikinci yılında anıldı...
Kaleminden irin damlayan “yaratık”:
Engin Ardıç - B. Aziz
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Arap dünyası
halk hareketleriyle sarsılıyor

Tunus ve Mısır’da diktatörleri deviren Arap dünyasındaki halk ayaklanmaları dalgası yayılarak sürüyor.

Libya’da bir iç savaşa dönüşen ayaklanma, Yemen ve Bahreyn’de diktatörlerin tahtını sallıyor. Ürdün, Fas ve Cezayir’de mücadele devam ederken, Suriye’nin başkenti Şam da, ilk eylemlere tanıklık ediyor. Lübnan’da dinsel/mezhepsel temele dayalı siyasal yapıya karşı itirazlar yükselmeye başlarken, Filistin’de parçalanmaya son verilmesini talep eden genç kuşaklar alanlara inmiş bulunuyor. İsrail işgali altındaki Kudüs’te de sokağa çıkan Filistinliler ise hem parçalanma hem ırkçı-siyonist işgal karşıtı şiarlar yükseltiyorlar.

Emperyalist/siyonist güçlerin dayanağı ve gericiliğin kalesi olan Suudi Arabistan’da da, sınıfsal/mezhepsel baskıya maruz kalan Şiiler, işsiz gençler, yoksullar ve ortaçağ kalıntısı rejime karşı olan öteki bazı toplum kesimleri seslerini yükseltmeye başladılar.

Diktatörlerin devrildiği Tunus ve Mısır’da ise, ayaklanmanın kazanımlarını koruma ve geliştirme çabası öne çıkıyor. Diktatörlerin suç ortaklarından hesap sorma, bu güçleri yuvalandıkları kurumlardan söküp atma ve diktatörlerin tetikçiliğini yapan kurumları dağıtma mücadelesi devam ediyor. Bu ülkelerde bağımsız sendikaların kurulması veya var olan sendikaların rejimle bağı olan bürokratik kasttan arındırılması ise mücadelenin bir diğer alanını oluşturuyor.

Alanlara çıkan emekçi kitleler anti-emperyalist şiarları özel bir tarzda öne çıkarmasalar da, bu süreçte ABD ile AB emperyalistlerinin riyakarlığını daha net görmeye başladılar. Emperyalist/siyonist güçlerin zaten halklar nezdinde hiçbir saygınlığı yoktu; ayaklanmalar ile bu durum daha da pekişmiş oldu.

Tunus ve Mısır’da “terör estirme/taviz verme” ikili taktiği ile ömrünü uzatmaya çalışan yozlaşmış rejimler halen halk hareketinin önlenemeyen basıncı altındalar. İşçi sınıfı ve emekçi kitleler ile sistemin geleceksizliğe mahkum ettiği genç kuşaklar, sergiledikleri mücadele kararlılığı ile Arap dünyasında başlayan yeni sürecin inşasında önemli bir rol oynayacaklarını kanıtlamış bulunuyorlar. Bu olgu, emperyalist/siyonist güçler kadar işbirlikçi Arap burjuvazilerini de tedirgin etmektedir.

Bu arada halk hareketlerini yozlaştırıp hedeflerinden saptırmaya çalışan emperyalist/siyonist güçlerle bölgedeki gerici işbirlikçileri, sefil emellerine ulaşabilmek için her yola başvuruyorlar.

“Halkların geleceğini belirleme hakkına saygı duyulmalı” türünden vaazlarda bulunan emperyalist şefler, aynı zamanda Libya’ya doğrudan askeri müdahalenin koşullarını oluşturmaya çalışıyorlar. Bahreyn’e ise Suudi Arabistan ordusu eliyle müdahalede bulunan emperyalist güçler, ikiyüzlülükte sınır tanımıyorlar. ABD tetikçisi Suudi Arabistan rejiminin müdahalesi, Amerikan kuklası gerici güçlerin Bahreyn’deki despotik rejimi korumak adına yeni katliamlara girişmekten kaçınmayacaklarını ortaya koyuyor.

Emperyalist güçlerle bölgedeki işbirlikçileri, hareketi denetim altına alıp etkisizleştirebilmek için farklı yöntem ve araçlar kullanıyorlar. Halkların iradesini kırmaya dönük bu gerici çaba hareketin seyrine bağlı olarak farklı boyutlarda devam edecektir.

Ancak işsizlik, yoksulluk, sefalet, sömürü, zorbalık, yolsuzluk, rüşvet ve ayrımcılığa karşı ayaklanan emekçileri, artık ne devlet terörü ne de birtakım tavizler veya provokasyonlarla sindirmek kolay olacaktır. Nitekim diktatörleri deviren kitlelerin temsilcileri de zafer kazanana kadar eylemlere devam edeceklerini sık sık dile getiriyorlar.

Hareketin pratik seyri de, emperyalist saldırganlarla işbirlikçilerinin, Arap dünyasına yeniden eski tarzda hakim olmalarının, artık mümkün olmadığına işaret ediyor.

Libya: İç savaş ve emperyalist manevralar

Ayaklanmanın iç savaşa dönüştüğü Libya’da doğu kentleri etrafında yoğunlaşan şiddetli çatışmalar devam ediyor. Batılı emperyalistler tarafından yeniden muhatap alınmak için çaba sarf eden Kaddafi rejimi, petrol üretimi ve taşıma alanlarını kontrol etmeye odaklanmış bulunuyor. Raslanuf, Breyga, Jidedya gibi kentlerin şiddetli bombardımana maruz kalması bundan kaynaklanıyor.

Silahlı çatışmanın aldığı boyutu yakından izleyen emperyalistler, Libya halkının maruz kaldığı katliamı engellemek için değil, sefil çıkarlarını korumak kaygısıyla hareket ediyorlar. Libya’ya askeri saldırı için fırsat kollayan emperyalistler, Kaddafi’ye bağlı güçlerin kara, hava ve deniz kuvvetlerini direnişçilere karşı kullanmasını gerekçe göstererek, askeri müdahaleden söz ediyorlar. Yine de emperyalistlerin Libya’ya saldırmayı göze alıp almayacakları henüz belli değil. Ancak petrol ve gaz zengini bu ülkeyi işgal edebilmeyi çok istediklerinden de kuşku duyulamaz.

Kaddafi rejimine karşı direnen güçler arasında, “uçuşa yasak bölge” ilan edilmesi için Birleşmiş Milletler’e, dolayısıyla emperyalistlere çağrıda bulunanlar var. Fakat ayaklanan halkın temsilcilerinin çoğu halen askeri müdahaleye karşı olduklarını ifade ediyorlar. Bununla birlikte ayaklanmanın hızla silahlı çatışmaya dönüşmesi, gençlerle emekçilerin savaşa hazırlıksız yakalanmaları, rejimin ise tüm askeri güçlerini halka karşı kullanması, uçuşa yasak bölge ilanına karşı tepkileri zayıflatıyor. Buna rağmen Libyalı emekçiler hiçbir koşulda ülkelerinde Amerikan askeri istemediklerini net bir şekilde vurguluyorlar.

Yemen: Kitlelerin kararlılığı ve rejimin zorbalığı...

Ali Abdullah Salih ve rejimine karşı Yemen’de başlayan halk hareketi, saldırı ve katliamlara inat güçleniyor. Şiddeti bir dönem kontrollü bir şekilde kullanan Abdullah Salih rejimi, halk hareketinin günden güne güçlenmesi üzerine tetikçilerini sokaklara saldı. Başkent Sana ve Güney’deki Aden’de süreklileşen gösterilere gaz bombaları, göz yaşartıcı gazlar ve gerçek kurşunlarla saldıran kolluk kuvvetleri, son günlerde onlarca kişiyi katlettiler.

Katliamların artması üzerine daha da kabaran kitlelerin öfkesi, “değişim için gençlik devrimi” olarak adlandırılan hareketin daha kitlesel ve daha militan bir hal almasını sağladı. Sana, Aden ve birçok kentte yoğunlaşan gösteriler kesintisiz bir şekilde devam ediyor. Giderek ayaklanma boyutuna yaklaşan harekete önderlik eden düzenin geleceksizliğe mahkum ettiği gençlerle muhalefet partileri, diktatör Abdullah Salih’le görüşme döneminin geride kaldığını, tek seçeneğin bu rejimin çekip gitmesi olduğunu ilan ettiler.

Devlet terörüne meydan okuyan gençler, hiçbir şiddet aracının kendilerini yollarından çeviremeyeceğini, zira kendilerini artık hiçbir zorbalığın korkutamayacağını, amaçlarını gerçekleştirene kadar mücadeleye devam edeceklerini vurguluyorlar. Rejimin halk hareketine karşı kullanmak istediği bazı kabileler, Tağyir (Değişim) Meydanı’ndaki eyleme katılarak, Abdullah Salih diktatörlüğüne karşı direnen gençlerle dayanışma içinde olduklarını ilan ettiler.

Öte yandan “devrime ve sürekli eylem yapan gençlere tam destek verdiklerini” açıklayan Yemen’in en büyük ikinci aşiretinin liderleri, Salih yönetiminin, halkın taleplerine boyun eğerek çekilmesi gerektiğini vurguladılar.

Sana üniversitesi öğrencileri başkentteki gösterilerin başlamasında önemli bir rol oynamıştı. Eylemlerin sürekli hale getirilmesi yönüne tutum alan öğrenci gençlik, Sana üniversitesinin önünü eylemlerin merkezlerinden biri haline getirdiler.

Ülkenin güneyindeki Aden üniversitesinin öğrencileri ve akademisyenleri de eylemlerde aktif bir şekilde yer alıyorlar. Eylemlere katılan çok sayıda öğrenci ve akademisyenin hapse atılması, bu kentteki eylemleri de kitlesellik ve militanlık açısından güçlendiriyor.

Aden’deki eylemlerde siyasi tutsakların serbest bırakılmasını da talep eden onbinlerin alanlara çıkmasında, Güney’de etkin olan Yemen Sosyalist Partisi de önemli bir rol oynuyor.

Kolluk kuvvetlerinin estirdiği terörle yetinmeyen, haydutlardan da (Baltajiya) medet uman Amerikancı rejim, giderek saldırganlaşıyor. Birçok ülkeden gazetecinin bulunduğu başkent Sana’da bile polis ve haydutları kullanan rejimin, basının ulaşamadığı kentlerde ise, daha da azgın saldırlar gerçekleştirdiğinden kuşku duyulmuyor.

Yemen rejiminin saldırganlığı arttırması içine düştüğü aczin göstergesidir. Zira önce ekonomik, siyasal, sosyal alanlarda reform ve anayasa değişikliği vaat eden Abdullah Salih, esas silahı olan devlet terörüne daha sıkı sarılmaya başladı. Zorba rejimin saldırganlığı arttırması, kaçınılmaz sona doğru sürüklenişi durdurmaya yetmeyecektir.

Bahreyn: Suudi müdahalesi ve emperyalist ikiyüzlülük...

Halk hareketinin rejimi salladığı ülkelerden biri olan Bahreyn’de kritik bir süreç başladı. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın bölge ziyareti devam ederken kolluk kuvvetleri ile haydutları halkın üzerine salan el Halife despotu, vahşi yüzünü yeniden gösterdi.

Eylemlerini İnci Meydanı’ndan devlet kurumlarının önüne taşıyan gençlere ve emekçilere vahşi devlet terörüyle karşılık veren rejim, kokuşmuş saltanatını sürdürmek için yeniden kan dökmeye başladı. Devlet terörüne rağmen taleplerinde ısrarlı olan emekçiler ise, kazanana kadar mücadeleye devam edeceklerini ifade ediyorlar.

Kokuşmuş Amerikancı krallık rejiminin kullandığı bir diğer kirli oyun ise, Şii-Sünni çatışması yaratma çabasıdır.

Günden güne sıkışan el Halife despotluğu, Suudi Arabistan ordusunu işgale çağırarak aczini ortaya koydu. 250 araç eşliğinde bin askeri Bahreyn’e sevk eden Suudi Arabistan rejimi, Arap dünyasındaki halk hareketlerinden ölümcül bir korku duymaktadır. Bahreyn’e asker göndermesi, emperyalistler adına tetikçiliğinin yeni bir örneği olduğu kadar, bu ölümcül korkunun da dışavurumudur.

Bahreyn’deki ayaklanmanın Körfez ülkelerine sıçramasından korkan Ortaçağ kalıntısı Suudi Arabistan rejimi, topraklarına sıçramadan yangını söndürmek istiyor. Rejim karşıtı ayaklanmaya katılan muhalif güçler ise, Suudi Arabistan’ın askeri müdahalesini “kırmızı çizgilerin ihlali”, “işgal” ve “savaş ilanı” olarak değerlendirdiler. Rejimin sivil halka karşı yabancı ordu güçleri kullandığını dile getiren muhalifler, Birleşmiş Milletler’in bu işgal girişimini engellemesi çağrısında bulundular.

Askeri müdahalenin direnişe devam eden emekçilere geri adım attırması beklenmiyor. Zira sokakları terk etmeyi reddeden emekçiler zafere ulaşma konusunda kararlı olduklarını ifade ediyorlar.

Halka karşı savaşta kullanmak için yabancı güçleri çağıran despot rejimle görüşmeyeceklerini ilan eden muhalifler, hiçbir silahlı güçten korkmadıklarını, hedeflerini gerçekleştirene kadar eylemlere devam edeceklerini açıkladılar.

ABD emperyalizmi, Suudi Arabistan askerlerinin Bahreyn’e girmesinin, işgal olmadığını açıklayarak, bu saldırının destekçisi olduğunu ortaya koydu. Yani Suudi pervasızlığı, Washington’daki emperyalist savaş baronlarının onay ve desteği ile gerçekleştirilmiştir.

Bahreyn’deki el Halife despotluğu ABD-Suudi Arabistan desteği ile üç aylık sıkıyönetim ilan etti. Bu kararın hemen ardından, İnci Meydanı’nda eyleme devam eden emekçilere karşı kolluk kuvvetlerini saldırtan Amerikancı rejim, bölgenin elektrik, su ve ulaşımını keserek saldırıya geçti.

Washington ve Brüksel’deki emperyalist şeflere dayanarak saldırıya geçen kokuşmuş rejim, devlet terörü ile halk hareketini ezmeye çalışıyor. Yapılan vahşi saldırı sonucunda üç eylemci katledilirken 250 kişi de yaralandı. Silahlı tetikçilerini sokaklara salan rejim, provokasyon ve devlet terörüne ağırlık vererek ömrünü uzatmaya çalışıyor.

Gelişmeler, Bahreyn’deki despotluğunu korumak için kirli dolaplar çeviren Washington’daki savaş baronlarının, halkların iradesini bir kez daha çiğnediklerini gözler önüne seriyor. Zira ABD’nin kuklası olan el Halife rejiminin sarsılması, sıranın beklenenden de erken bir zamanda ortaçağ kalıntısı Suudi rejimine gelmesinin de önünü açabilir.

Bu arada Arap dünyasındaki halk hareketlerine geniş yer veren el Cezire kanalı, Bahreyn’deki olayları tek taraflı vererek, gerici saldırıya çanak tutmaya başladı. El Halife despotluğunun demagojik açıklamalarına geniş yeren el Cezire, İnci Meydanı’ndaki emekçileri yok sayarak habercilik alanındaki gerçek sınırlarını da gözler önüne sermiş oldu.

El Halife despotluğuna karşı ayaklanan Bahreynli emekçiler, gelinen yerde, fiilen gericiliğin kalesi Suudi Arabistan ve ABD emperyalizmine karşı da mücadele etmeye başladılar. Vurgulamalıyız ki, ABD ile şeriatçı Suudi rejiminin gerici cephesi, el Halife despotluğunu Bahreynli emekçilerin gazabından kurtarmaya yetmeyecektir.

Filistin: Birleşik Filistin hareketi istemi...

Halk ayaklanmaları Filistin’de de yansımasını buldu. Gazze, Ramallah ve Kudüs’te alanlara çıkan Filistinli gençlerle emekçiler, El Fetih ve Hamas hareketlerine çağrıda bulunarak, parçalanmaya son verilmesini talep ettiler. “Halk parçalanmanın son bulmasını istiyor!” şiarını yükselten binlerce kişi, Gazze’deki Hamas ve Batı Şeria’daki El Fetih hükümetlerinin feshedilmesini, birleşik bir ulusal hükümetin kurulamasını istediler.

Filistin davasını zayıflatan parçalanma son bulana kadar eylemlerin devam edeceğini ilan eden göstericiler, siyonist işgale karşı birleşik mücadele hattının hızlı ve somut adımlarla atılması gerektiğini söylediler. Talepler yerine getirilene kadar Gazze ve Ramallah’ta eyleme devam edeceğini ilan eden eylemci gençler, açlık grevine de başladılar.

İşgal altındaki Kudüs’te eylem yapan Filistinliler ise “Halk İsrail işgalinin bitmesini istiyor!” şiarını yükselterek siyonist işgale karşı yeni bir kitlesel mücadelenin başlaması için koşulların oluştuğuna dair ilk işareti verdiler. Filistin halkı tarafından da geniş destek gören gençlerin eylemi, El Fetih ve Hamas liderleri üzerinde de etkili oldu. Her iki taraf da, birleşmeden yana olduklarını ilan ederek, ortak görüşmelerin başlatılmasını istediklerini açıkladılar.

Birlikten yana olduğunu ilan etmesine rağmen, Gazze’deki gösterilere saldıran Hamas’a bağlı güçler, El Ezher ve Açık Kudüs üniversitelerini kuşattılar. Buna karşın Hamas’ın da bu harekete karşı durması olası görünmüyor.

Filistin’de yeni başlayan bu hareket, siyonist işgal karşıtı direniş açısından umut verici bir gelişmedir. Filistin davasını El Fetih-Hamas çekişmesinin gölgesinden kurtarmaya aday olan hareketin, İsrail sınırları içinde yaşayan Filistinlileri de etkilemesi bekleniyor.

Siyonist işgale karşı birleşik Filistin hareketinin oluşturulmasını talep eden bu hareket, Hamas-El Fetih ikilisinin bazı ayak diremeleriyle karşılaşsa da, emperyalist/siyonist güçlerin Filistin halkını parçalama planını boşa düşürme potansiyeli taşıyor.

Mahmut Abbas’ın Gazze’ye hemen gitmeye hazır olduğunu ve bağımsız şahsiyetlerden oluşacak geçici bir hükümetin kurulması için görüşmelere hazır olduğunu ilan etmesi, Hamas’ın da bu açıklamaya olumlu yanıt vermesi, başlayan hareketin etkili olacağının ilk işaretidir.

Fas: Çürümüş krallık rejimi çıkış arıyor...

Fas kralı 2. Hasan, Tunus ve Cezayir’de başlayan halk hareketinin saltanatını sarsabileceği korkusuna kapılarak ekonomik, siyasal, sosyal reformlar vaad etti ve bu yolla gençliği ve emekçileri oyalamaya çalıştı. Son olaylar, bu taktiğin olayların önünü almaya yetmeyeceğine işaret ediyor.

Ülkenin büyük kentlerinden Kazablanka’da kitlesel bir eylem gerçekleştiren gençlere azgınca saldıran kolluk kuvvetleri, çok sayıda genci yaralayıp gözaltına aldı. “20 Şubat Gençliği” tarafından organize edilen eylemin saldırıya uğraması üzerine gençler, Fas Birleşik Sosyalist Partisi binasına sığındı. Parti binasını basan polis hem gençlere hem Sosyalist parti liderlerine azgınca saldırdı. Polis saldırısını protesto eden Sosyalist parti, reform vaat eden kralın samimiyetsizliğine vurgu yaptılar.

Gazetecileri de hedef alan kolluk kuvvetleri, 14 genci yaralayarak, 45 kişiyi de gözaltına aldı.

Anayasa değişikliği için konferanslar düzenleyen kral 2. Hasan, bazı tavizler vererek saltanatını korumaya çalışıyor. Ancak Arap dünyasındaki halk hareketinin bu despotu da tahtından etmesi olasıdır.

Cezayir: Toplumsal huzursuzluk sürüyor...

Hareketin ilk başladığı ülkelerden biri olan Cezayir’de, dalgalı da olsa eylemler devam ediyor. Rejim verdiği ekonomik, sosyal ve siyasal alandaki reform vaatlerine rağmen, hareketi durdurmayı başarabilmiş değil.

Son olarak on üniversite tarafından yapılan ortak açıklamada, eğitim alanında reform yapılması ve kitlesel eylemler gerçekleştiren emekçilerin taleplerinin karşılanması talep edildi.

Ancak Cezayir’deki toplumsal sorunlar özü itibariyle yerli yerinde duruyor. Sorunların Tunus ve Mısır’la benzer nitelikte olması, hareketi kontrol altında tutmanın kolay olmadığına işaret ediyor. Üniversite gençliğinin başlatacağı eylemler, Cezayir’de kitle eylemlerinin yeniden yayılmasının yolunu açabilir.

Mısır: Rejim halk hareketinin basıncı altında...

Diktatörün devrilmesinden sonra mücadelenin farklı boyutta devam ettiği Mısır’da, Mübarek rejimiyle ters düşüp görevinden istifa eden bir bakan başbakanlık koltuğuna oturdu. Tahrir Meydanı’ndaki eylemlere destek veren bir siyasi şahsiyetin başbakan olması, emekçilerin askeri konsey üzerindeki basıncın sonucudur. Bu da gençliğin, işçilerin ve emekçilerin halen hareketli olması ve taleplerinin uygulanmasını adım adım izlemelerinin yönetim üzerinde etkili olduğunu gösteriyor.

Yeni başbakan elbette bir liberal burjuva politikacısıdır. Nitekim ekonomik alanda izleyecekleri yolun serbest piyasa ekonomisine uygun olacağını ilan eden yeni başbakan, bu yolun toplumsal adaleti de ihmal etmeyeceğini vaat ediyor.

Tahrir Meydanı’ndaki eylemlere katıldığı için şimdilik halk tarafından desteklenen yeni başbakanın ilan ettiği program iflasla sonuçlanmaya mahkum. Zira serbest piyasa ekonomisinin olduğu yerde toplumsal adaletin yaşam alanı bulması pek rastlanan bir şey değil. Dolayısıyla taleplerinin arkasında duran işçi emekçilerin, yeni başbakan ve kabinesi üzerinde de basınç uygulaması kaçınılmaz.

Mısır’ın MİT’i olan “Emn ed devle” adlı kurumun dağıtılmasını talep eden emekçilerin yönetim üzerinde oluşturduğu basınç sonuç verdi. Yeni yönetim, Mübarek rejiminin istihbarat, işkence ve cinayet merkezi olan Emn ed devle kurumunu dağıtmaya karar verdiğini açıklamak zorunda kaldı.

Mısır’daki bir diğer önemli gelişme, Kıptilere ait bir kiliseyi yakan karşı-devrimci karanlık güçlerin Müslüman-Hıristiyan çatışmasını kışkırtmak için başlattığı olaylar oldu. Onu aşkın kişinin hayatına mal olan provokasyon, “devrim gençliği”nin müdahalesi sonucu boşa düşürüldü. Kilisenin yeniden yapımı başlayana kadar eylem yapma kararı alan gençler, ordunun yakılan kiliseyi aynı yerde ve şekilde inşa etmeye başlamasını sağladılar.

Ayrımcı kışkırtmaları reddeden gençler, din ayrımı yapmaksızın örgütledikleri direnişle halklar arasındaki dostluğu pekiştirdiler. Devrimi dini çatışmalar için yapmadıklarını belirten gençler, Müslüman-Hıristiyan çatışmasına izin vermeyeceklerini açıkladılar. Provokasyonun kitle direnişiyle boşa düşürülmesi, halkların kardeşliğinin mücadele içinde örülebileceğini bir kez daha kanıtlamıştır.

Diktatörlüğü sarsan ayaklanma, baskı altındaki Kıptilere rahat bir nefes alma olanağı yarattı. Baskı ve ayrımcılığa karşı sesini yükselten Kıptiler, “devrim gençliği” tarafından da desteklenmektedir.

Ezilen halklar üzerindeki baskının gevşemesi, halk ayaklanmasının kazanımlarından biri olarak gündeme gelmiştir. Zira diktatörlük, halkları birbirine kırdırıp dikkatleri esas sorunlardan farklı yöne çekmek için, Hıristiyan-Müslüman çatışmasını sürekli kaşımıştır. Görüldüğü üzere halk ayaklanmasının sarsıcı etkileri, halklar arasındaki önyargıların kırılması açısından da uygun koşulları yaratıyor.

Mısır’da işçi ve kamu emekçileri sendikaları yeniden örgütleniyor. Bağımsız sendikalar kuran işçi sınıfının sesi daha etkili çıkarken, kamu emekçileri de, Mübarek rejiminin uzantıları olan yönetici kastı başlarından def etmek için çaba sarf ediyorlar.

Yeni anayasa oluşturma çalışmalarının başladığı Mısır’da, işçi emekçilerle “devrim gençliği” sürece müdahale etmeye çalışıyor. Diktatörü alaşağı eden emekçiler, taleplerinin anayasaya dahil edilmesi için, yönetim üzerinde basınç uyguluyor.

Mısır’daki bir diğer önemli gelişme ise, ABD emperyalizmi karşıtlığının artık yüksek sesle dillendirilmesidir.

Bugünlerde Kahire’de bulunan Clinton’ın Mısır ziyareti “devrim gençliği” tarafından protesto edildi. ABD’nin devrik diktatörün arkasındaki güç olduğunu vurgulayan gençlik temsilcileri, halkların iradesini çiğneyen bir güç olan ABD ile işbirliğine karşı çıkıyorlar. ABD’nin demokrasiyi desteklemediğini vurgulayan gençlik temsilcileri, Amerikan rejiminin Ortadoğu’da çıkarlarını korumaya endeksli bir politika izlediğini ifade ettiler. Demokrasiye susamış halkların tercihlerine karşı duran ABD’nin, Ortadoğu’da sadece siyonist rejimi desteklediğini ifade eden gençler, yeni hükümetin bu emperyalist güçle işbirliği yapmasına karşı çıkıyor.

Kahire’de basın karşısına çıkan Clinton ise, halk ayaklanmasını öven bir konuşma yaparak adeta Mısır halkına ve gençliğine yaranmaya çalıştı. Oysa devrik diktatörün son ana kadar ABD tarafından desteklendiği Mısır halkı tarafından biliniyor.

İşbaşındaki yönetim elbette ABD ile işbirliğine devam edecek. Ancak yeni yönetim, bu gerici işbirliğinin, diktatörü devirmiş bir halkın yakın takibi altında olduğunu da hesap etmek zorundadır.

Mısır’da rejim işlerini yoluna koymaya çalışırken, işçi sınıfı, emekçiler ve “devrim gençliği” adı altında örgütlenen gençler, taleplerinin gerçekleştirilmesi için mücadelesine devam ediyor.

Tunus: Direniş sürüyor...

Tunus’ta işçi sınıfı, emekçiler ve ayaklanmada etkin rol oynayan gençler de mücadeleye devam ediyor. Beş kez bozulduktan sonra kurulan geçici hükümet, sonunda kovulan diktatör Bin Ali ve çevresinin mal varlığına el koymaya karar verdi. Bin Ali ve çevresini kapsayan bu kararla, işçi emekçilerin ürettiği servetin geri alınacağı bildiriliyor.

Geçici hükümeti basınç altında tutan Tunuslu emekçiler, ayaklanma sırasında halka kurşun sıkanlardan hesap sormak için de harekete geçmiş bulunuyor. Ayaklanma sırasında hayatını kaybedenlerin aileleri, çocuklarını katledenlerin belli olduğunu söyleyerek, biran önce katillerden hesap sorulması talebini yükseltiyorlar. Sadece tetikçilerden değil, emir verenlerden de hesap sorulması için harekete geçen “şehit yakınları”, oluşturulan “araştırma komisyonu”nun tüm sorumluları ortaya çıkarmasını talep ediyorlar.

Bu dava doğrudan devleti hedef alıyor. Zira devlet aygıtı halen yerinde duruyor. Dolayısıyla katiller halen devletin korumasında bulunuyor. Toplumsal basıncın altında kalan yeni hükümet, planlı cinayetler işleyenleri korumak istese de, emekçilerin rejim üzerindeki basıncı devam ettiği için bu konuda karar almak zorunda kaldı.

Ayaklanmanın kazanımlarının hayatını bu mücadeleye feda edenler sayesinde mümkün olduğunu dile getiren gençlerle emekçiler, katillerin yakasından düşmeyeceklerini vurguluyorlar. Görüldüğü üzere kapitalizm ayakta olduğu sürece, rejimler ancak mecbur kaldıklarında tetikçilerini yargılıyorlar.

Grev ve eylemlerin devam ettiği Tunus’ta, baskı, rüşvet, yolsuzluk içinde yüzen şirket ve kurum yöneticilerini görevlerinden kovmak için yükseltilen mücadele de sürüyor. Üç hafta süren kısmi grevlerin ardından genel greve giden ulaşım emekçileri, Bin Ali rejiminin destekçileri olan yöneticilerin görevden el çektirilmesini talep ediyor. Ayaklanmaya da katılan ulaşım emekçileri, şirket yönetiminde de söz hakkı talep ediyor.

Tunus’ta sendikaların daha etkili bir mücadele sürecine girmesi bekleniyor. Zira temel taleplerin karşılanması konusunda geçici hükümet henüz kayda değer somut adımlar atmış değil.

Ayaklanma sonrası süreç, yönetimin ancak işçi ve emekçilerin basıncı altında kaldığında bazı talepleri karşılamaya çalıştığını bir kez daha kanıtlamıştır. Bu deneyim, işçi ve emekçileri eylemlere yönlendiren etkenleri pekiştirecektir.