Kürt hareketi “demokratik özerklik” açmazındaki ısrarını koruyor...
Kürt halkı düzen içi
dayanaksız hayallerde değil,
devrim mücadelesinde ısrar etmelidir
Farklı boyutları ile devam eden rejim krizi halen en kritik dönemeçlerini Kürt sorunu üzerinden yaşıyor. Her ne kadar ABD emperyalizmi ve TÜSİAD şahsında tekelci sermaye kısmi hak kırıntılarıyla bu sorunun “çözülmesi” için yoğun bir basınç yapsa da düzen içi siyasetin temel malzemesi olan Kürt sorununda mesafe almak hiç de kolay görünmüyor. Dahası, sermaye hükümeti AKP ve bir bütün olarak sermaye devleti, hem Kürt hareketinin bugünkü gücü ve bu çerçevedeki beklentileri hem de Kürt sorunu üzerinden yıllardır toplum üzerinde estirilen şovenist histeri dalgası nedeniyle ciddi bir kısırdöngünün içinde bulunuyor.
Kürt hareketi “demokratik özerklik” çıkışını yineledi
Kendisi de benzer bir kısırdöngü içinde bulunan Kürt hareketi ise, söz konusu krizi kendi lehinde kullanabilmek, kendisini sermaye devletine muhatap olarak kabul ettirebilmek için bir kez daha demokratik özerklik projesini gündeme taşıdı.
“Demokratik Özerklik Projesi” 2007 yılı Ekim ayında toplanan Demokratik Toplum Kongresi’nde (DTK) tartışılarak kabul edilmiş, on beş gün sonra gerçekleştirilen DTP 2. Olağan Kongresi’nde ise karar haline getirilmişti. O dönem broşür haline getirilerek milletvekilleri ve bakanlara da gönderilen proje, düzen temsilcilerinin “Kürtler ayrılmak istiyor!” korkularını depreştirmiş, inkar ve imhaya dayalı resmi devlet politikasının devamı ile yanıtlanmıştı.
Geçen 3 yılın ardından gündeme gelen “açılım politikası”, Kürt hareketindeki düzenle barış umutlarını bir kez daha depreştirdi. Her ne kadar söz konusu politika birçok açıdan henüz başlamadan iflas etse de, “açılım” sürecinde Kürt halkını aldatma rüzgarına kendi cephesinden güç veren TÜSİAD’ın çıkışları ve çeşitli burjuva kalemşörlerin “PKK ve Öcalan muhatap alınabilir!” mealindeki sözleri Kürt hareketini yer yer umutlandıran bir rol oynadı.
“Açılım”ın düzen aldatmacası olduğu gerçeğinin Kürt hareketince de kabülünü takiben, önce 13 ay süren tek taraflı ateşkes 1 Haziran tarihinden itibaren sona erdirilerek gerilla aktif pozisyona taşındı, ardından ise ‘saldırılar karşısında meşru savunma’ çizgisinde konumlanan gerillanın Türk sermaye devletine dönük silahlı eylemleri yoğunlaştırıldı. Ağustos ayının ilk haftasında ise KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, kısa süre içerisinde “demokratik özerklik” ile ilgili açıklama yapacaklarını duyurdu. Bu açıklamaların ardından, Kürt illerinin BDP’li belediye başkanlarının açıklamaları ile bir kez daha gündeme taşınan “Demokratik Özerklik Projesi”nin, geçtiğimiz hafta sonu gerçekleştirilen Demokratik Toplum Kongresi sonrası bir kez daha temel bir politika olarak benimsendiği vurgulanmış oldu.
İçeriğine geçmeden önce belirtmek gerekiyor ki, “demokratik özerklik” tartışması Kürt hareketinin düzenle uzlaşmaya dayalı İmralı teslimiyeti çizgisinin bir devamı olarak gündeme geldi. Yani “demokratik özerklik” talebi ile gündeme taşınan yine esasen Kürt halkının eşitlik ve özgürlük istemleri değil, Kürt hareketine hakim olan teslimiyetçi çizginin kendisine düzen içinde yer bulma arayışıdır.
“Demokratik özerklik” ile ne isteniyor, ne istenmiyor?
“Demokratik Özerklik Projesi” ile gündeme gelen en temel talep, Kürt halkının ve diğer ezilen halkların birtakım kısmi haklarının anayasal güvenceye alınmasıdır. Bununla birlikte, tanımlanacak özerk bölgelerde yerel yönetim merkezlerinin oluşturulması ve merkezi iktidarın çeşitli yetkilerinin buralara devredilmesi de talep ediliyor. Dışişleri, maliye, savunma ve adalet gibi en temel maddeleri merkezi iktidara havale eden bu projeyle, yerel “iktidarların” yetki alanlarındaki bölgeleri aslında kırıntılarla idare etmelerinin hedeflendiği açıkça ifade ediliyor.
“Demokratik ulus”, “demokratik vatan”, “demokratik cumhuriyet” ve “demokratik anayasa” öğeleri ile formüle edilen özerklik projesinin 4 temel ayağı ise “Örgütlü toplum ve demokratik katılımcılık”, “Ekolojik yaklaşım”, “Cinsiyet özgürlükçü yaklaşım” ve “Katılımcı topluluk ekonomisi” olarak ifade ediliyor. Bu ayakların muğlak anlam ve sınırlılıklarından bağımsız olarak, temel yürütme işlevlerini merkezi iktidara havale eden bir “yerel özerkliğin”, söz konusu ayakları dahi inşa etme iradesini pratikte nasıl göstereceği ise es geçiliyor.
“Demokratik özerklik” söyleminin içi boş karakterini ve aldatıcılığını ele veren tek noktayı ise burası oluşturmuyor. Kürt hareketinin temsilcileri, projeyi deklare etmeleriyle birlikte karşılaştıkları tepkileri hafifletmek için her fırsatta taleplerinin “ülkenin birliğine ve bütünlüğüne saygı çerçevesini aşmadığını” vurgulama ihtiyacı güdüyorlar.
Yani görünürde “radikal” bir söylem olarak ortaya konan “Demokratik Özerklik Projesi”, esasen Kürt halkının en temel ulusal hak ve istemlerinin bir kenara bırakılması ve taleplerin düzen içi sınırlara hapsedilerek kırıntı düzeyine indirgenmesi amacını taşıyor.
“Demokratik özerklik” de düzen içi çerçeveyi aşmıyor
Kürt halkının kırıntı düzeyindeki iğreti düzenlemelere razı edilmesi amacını taşıyan bu proje, aynı zamanda halkın örgütlü gücü ve mücadelesinden çok emperyalizmin politikalarına bel bağlıyor. Her fırsatta Avrupa’daki burjuva demokrasilerinden “çözüm” önerileri taşıyan Kürt hareketi temsilcileri, “Demokratik Özerklik Projesi”ne Türkiye’nin de taraf olduğu “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”nı temel dayanak olarak öne sürüyor. Söz konusu şartnameyi sermaye devletinin temsilcilerine düzenli olarak hatırlatan Kürt hareketi temsilcileri, böylece emperyalist güçlerin “çözüm”üne bel bağladıklarını bir kez daha itiraf ediyorlar.
Öte yandan, öne sürülen “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı“, özünde işçi ve emekçilerin kazanılmış birçok hakkının gaspına yol açan bir nitelik taşıyor. Keza AKP hükümeti tarafından gündeme getirilen “Kamu Yönetimi Reformu Yasa Tasarısı” ve CHP’nin “Yerel Yönetimler Programı” da aynı şartnameyi dayanak alarak hazırlanmış bulunuyor.
Bunun dışında, Kürt hareketinin bir başka temel dayanağını ise Türk sömürgeci sermaye devletinin temel yapı taşları oluşturuyor. Bin yıllık Kürt-Türk kardeşliği her iki halkın ezilen sınıflarını buluşturmak için değil, Türk egemen sınıflarına biat etmek için öne sürülüyor. Yine burjuva cumhuriyetin kuruluş dönemine methiyeler düzülerek 1921 Anayasası’nın aslında olmayan “demokratik özü” keşfediliyor. Hatta daha da ileri giden Kürt hareketi, burjuva devletin kuruluşu için ihtiyacı olan desteği aldıktan sonra Kürtleri bir kenara iten, inkar ve imhaya dayalı çizginin mimarı Mustafa Kemal’in aslında Kürtlere özerklik vermeyi amaçladığını iddia edebiliyor.
Gerçek ve kalıcı çözüm sosyalizmde!
“Demokratik Özerklik Projesi” ile Kürt halkı bir kez daha düzenle bütünleştirilmeye, talepleri düzen içi sınırlara hapsedilmeye ve kırıntı derekesine indirilmeye çalışılmaktadır. Oysa ulusal hak ve özgürlüklerin gerçek anlamda kazanılmasının tek yolu devrimci mücadeledir. Kürt halkı, sahip olduğu devrimci enerji ve davasına sahip çıkma bilinci ile bu yolda yürüyecek gücü taşımaktadır.
Bu tablo karşısında çeşitli milliyetlerden işçi ve emekçilerin, ilerici ve devrimci güçlerin acil görevi ise Kürt halkının haklı ve meşru taleplerini düzenle pazarlık malzemesi haline getiren söz konusu politikalara karşı çıkmak, gerçek ve kalıcı çözüm için devrim ve sosyalizm mücadelesini yükseltmektir. |