İçindekiler:

10 Ocak 2022
Sayı: KB 2022/02

İktidarın ve muhalefetin sokak kabusu
Kriminal rejim "teröre karşı" mı?
Kurlara değil emeğe savaş
Saray rejminin hakaretlerine dur demeli!
Saray rejiminin "zor" dönemi
MESS Grup TİS süreci ve mücadele
Sinbo Direnişi 1. Yılında!
TOMİS: Taslaklar revize edilsin!
Spartakist Hafta makaleleri - Rosa Luxemburg
Kapitalizm: Kriz ve savaş düzeni
Kazakistan'da yılın ilk isyan dalgası
Asya-Pasifik'te tekellerin ortaklığı
Almanya'da konut sorunu
RJ'den "İşçi Direnişleri ve Gençlik" paneli
Üniversitelerde pandemi önlemleri alınmıyor
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Kapitalizm: Kriz ve savaş düzeni

A. V. Ceylan

 

Üretim araçlarının özel mülkiyetine ve bunların kâr amacıyla işletilmesine dayanan bir sistem olan kapitalizmin ortaya çıkışı 16. yüzyıla kadar uzanır. 17. ve 18. yüzyıllar kapitalizmin kurumsallaştığı, 19. ve 20. yüzyıllar ise kapitalizmin yarattığı kendi “mezar kazıcısı” ücretli emekle çelişkilerin çatışmalara dönüştüğü yüzyıllardır.

Kapitalizmin emperyalist aşamaya geçmesiyle birlikte meta dolaşımına sermaye dolaşımı eşlik eder.

Sistemin evrimi kiriz ve savaş, savaş ve krizler tarihidir. Savaş ve yıkımlar kapitalizmin tarihsel gelişimine eşlik edegelmiştir. Tarihsel deneyimler, sistemin, büyük krizleri militarist harcamaları arttırıp, nihayetinde savaş-yıkım ve “yeniden inşa” yolu ile aşabilme(!) çabası üzerinden işlediğini göstermiştir.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında kapitalizmin gelişmesine üretici güçlerin gelişmesi ve mücadelesi eşlik etti. Bir dizi demokratik hakkın elde edilmesi, “sosyal güvenlik”, “refah toplumları” ve bunda ifadesini bulan “sosyal devlet” gibi olgular üretici güçlerin bedel ödeyerek elde ettiği kazanımlar olsalar bile, emperyalist devletlerin bunları “kabullenmesi”, Sovyetler Birliği’nin başını çektiği Sosyalist Blok’a, daha net bir ifade ile Ekim Devrimi’nin açtığı yola duyulan korkunun ifadesi olmuştur. Sistemin doğasına aykırı bu “kabullenişin” geçiciliğini, Sosyalist Blok’un yıkılışı ve ardından yaşanan gelişmeler olanca netliği ile ortaya koydu. 

İki kutuplu dünyanın sona ermesinden sonra, silahlanma yarışı, sıcak çatışmalar, doğa olayları, iklim felaketleri, küresel salgın hastalıklar gibi sorunlar, dozunu artırarak insanlığı bekleyen felaketlere dönüştüler.

“İki kutuplu dünya bitti, savaşlar da bitti” denildi. Kapitalizmin “ebedi zaferi” ilan edilerek, “sonsuz özgürlükler” vadedildi. Bu sözlerin tınısı hala kulaklarda iken, önce Orta Doğu kan gölüne çevrildi. Sonrasını bölgelere ve kıtalara yayılan savaşlar, iç savaşlar, “etnik” boğazlaşmalar izledi, izliyor. Ve bunlar ABD ve vasallarının elinde “kitle imha silahına” dönüşen “demokrasi” için yapılıyor. Tüm bu gelişmeler, sistem olarak kapitalizmin derin krizini bir kez daha savaş yolu ile aşma çabasına işaret ediyor. 

Bu döngüden nasıl çıkılacağı sorusu, akla ilk elden astronomik silahlanma harcamalarını ve daha büyük küresel savaşları getiriyor. Avrupa Birliği’nin her fırsatta pazar kavgasında kendini dayatması ve Avrupa kıtasını da kapsayan savaş senaryolarının yazılıyor olması boşuna değil.

Kapitalizmin evrimi ve tarihsel deneyimler, dünya burjuvazisinin büyük kriz ve bunalımlar döneminde gerginliği körükleyerek, askeri harcamaları astronomik ölçüde artırdığına tanıklık ediyor. Bu strateji, krizi savaşla “aşma” veya en azından kontrol altına alabilme stratejisidir. Bu stratejinin, büyük bir toplumsal yıkıma, çürümeye, yokluğa ve yoksulluğa yol açtığı da biliniyor.

Ya barbarlık ya sosyalizm! 

Modern tarihte barbarlık, emperyalist sistemin yıkım ve çürümesinin ifadesi, sosyalizm ise karşıtı ve alternatifi olarak ortaya çıktı. Bütün gelişmeler emperyalist barbarlık aşamasında olunduğunu gösteriyor.

Burjuvazi ve teorisyenleri felaket senaryolarını onaylamanın dışında artık vaat veremiyor, pembe tablolar çizemiyorlar. Bu ise mevcut sistemin, içinde debelendiği krizi artık geçici önlemlerle atlatamayacağını açıkça gösteriyor.

“Emperyalist tekeller arasında dünya ölçüsünde süren kıyasıya rekabet, büyük emperyalist devletler arasında pazarlar, hammadde kaynakları, kârlı yatırım alanları ve genel olarak nüfuz alanları uğruna şiddetli mücadele biçimini aldı. Eşitsiz gelişmenin şiddetlendirdiği bu mücadele, görülmemiş boyutlara varan militarizmin ve dünya egemenliği uğruna verilen emperyalist savaşların kaynağı haline geldi.” (TKİP Programı)

Orta Doğu, Balkanlar, Afrika ve diğer yerlerde sürmekte olan “iç” huzursuzluklar, savaşlar, “etnik” boğazlaşmalar, iç savaş ve çatışmalar; ABD, AB, Rusya ve Çin’in dönem dönem savaş sınırlarına varan rekabetlerinin “felaket senaryolarına” dolgu malzemesi yapılıyor olması, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları arifesine benzetilmesi, “felaket senaryolarına” maalesef ki haklılık kazandırıyor. Kapitalist sistem bütün bir propaganda aygıtı ile yaklaşan “felaketin” insanlığın “makus kaderi” olarak algılanması için çalışıyor.

İnsanlığın “makus kaderi”

Sistemin çıkmazı sonucu vuku bulan I. ve II. Dünya Savaşları da insanlığın “makus kaderi” hanesine yazılmak istendi. I. Dünya Savaşı, Büyük Ekim Devrimi’ne yol açtı. II. Dünya Savaşı’nda Hitler faşizmi alt edilmekle kalınmadı. İşçi-emekçiler ve ezilen dünyanın halkları nezdinde kapitalizm, Sovyetler Birliği karşında sistem olarak yenilgiye uğradı.

Ekim Devrimi’nin sınırları aşan etkisi, Avrupa’da sosyalist devletlerin ortaya çıkmasına yol açmakla kalmadı. Birçok ülkede ve kıtada ulusal kurtuluş savaşlarının başarıya ulaşmasına da vesile oldu. 

Kapitalist sistemin insanlığa reva gördüğü barbarlığın insanlığın “makus kaderi” olmadığını, I. ve II. Dünya Savaşları sonrası gelişmeler olanca açıklığı ile gösterdi.

Şimdi “felaket senaryoları” eşliğinde dillendirilen savaş çığırtkanlığının insanlığın “makus kaderi” olmaması için tek yol var.

Tek yol devrim!

Tek yolun devrim olabilmesi, işçilerin, emekçilerin ve yoksul kitlelerin, felaket senaryolarına ve savaş çığırtkanlıklarına karşı, özünde sisteme karşı örgütlenmesinden geçiyor.

Tarih, sistemin barbarlığına ve alternatifi sosyalizme de tanıklık etti. “Ya barbarlık içinde yok oluş ya sosyalizm” ikilemi tarihsel gelişmelerin özü ve özeti olarak ortaya çıktı.

Bundan tam 102 yıl önce, 15 Ocak 1919’da Alman devleti tarafından Karl Liebknecht ile birlikte hunharca katledilen Rosa Luxemburg’un, Ya barbarlık ya sosyalizm” şiarı bugün hala tüm güncelliğini koruyor. 

Ya barbarlık içinde toplumsal çürüme ve yok oluş ya da devrimle sosyalizm yolunda ilerleyiş ve kurtuluş…  Başka bir yol yok: Tek yol devrim!