28 Şubat 2020
Sayı: KB 2020/09

Suriye’de düğümler çözülürken…
AKP-Saray rejimi toplumu yıkıma sürüklüyor
İdlib bataklığına doğru...
Dinci-gerici cenahta çatlaklar derinleşiyor
HDP 4. Kongresi toplandı
Bu düzenin hukuku hükümsüzdür
İntihar değil seri cinayet; fail kapitalist düzen
TİS süreci ve metal işçilerinin durumu
Geçmişten geleceğe… / 2 - DİSK’te iktidar savaşları
Teslim Demir: Devrime adanmış yarım asır!
Kurtuluşa sevdalı bir yürek: İmran Aydın
Almanya’nın katliam formülü
Avrupa’daki faşist çetelerin üssü İsviçre
Almanya’da işçi kıyımı planı ve sendikal bürokrasi
AB bütçe zirvesinde Fransa-Almanya çekişmesi
Türkiye’de 8 Martlar…
Kadınlar ve gericilik
ODTÜ’de yaşanan saldırıların ardından
1996 İstanbul Üniversitesi işgali yol gösteriyor!
Örgütlü mücadele yaşamsaldır!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Suriye’de düğümler çözülürken…

İşçilerin birliği, halkların kardeşliği!

 

2010 yılında Tunus’ta başlayan ve başta Mısır olmak üzere Arap coğrafyasına yayılan halk hareketleri bölgedeki dengeleri sarsan sonuçlar yaratmış, kırk yıllık diktatörleri devirmişti. Aylarca süren, kesintili olarak sonraki yıllara da yayılan bu kitle hareketlerinin gerisinde kapitalist sömürü düzeninin yarattığı ağır sosyal sorunlar yer alıyordu.

Devrimci bir önderlikten yoksun olan kitle hareketleri tam da bu zaafiyetten ötürü emperyalistlerin ve bölgedeki gerici güçlerin istismarına açık hale geldiler. ABD ve batılı emperyalistler yanlarına İsrail, Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan gibi işbirlikçilerini de alarak, Arap coğrafyasında “ılımlı islam” olarak kodladıkları gerici politikalarını hayata geçirmek için harekete geçtiler. Halk hareketlerinin geliştiği ülkelerde İhvan türü dinci-gerici akımların önünü açmak için her türlü desteği sundular.

Suriye’de kundaklanan yıkıcı iç savaş

Suriye savaşının başlangıç vuruşu da bu döneme denk gelmektedir. Arap dünyasını sarsan kitle hareketlerinin Suriye’ye yansıyan ilk etkilerini fırsat bilen ve daha başında istismar etme yoluna giden batılı emperyalistler, Suriye’de bulunan ve dışarıdan devşirdikleri cihatçı çeteleri sahaya sürdüler. Böylece Suriye’deki süreç hızla cihatçı çeteler ile rejim güçleri arasında yıkıcı bir iç savaşa dönüştü.

“Ilımlı muhalif” ambalajıyla süslenen ve El Kaide-IŞİD türevlerinden oluşan cihatçı çetelere bölgedeki Amerikancı rejimler tarafından sistemli bir şekilde destek sunuldu. Katar ve Suudi Arabistan gibi gerici rejimler milyarlarca petro-doları Suriye’deki yıkıcı savaşı derinleştirmek için harcarken, Şam’daki Emevi Camii’nde namaz kılma arzusunu dillendirmekten geri durmayan işbirlikçi Erdoğan yönetimi ülke topraklarını cihatçı saldırıların üssü haline getirdi. Kurdukları kamplarda ABD ile birlikte oluşturdukları eğit-donat programları ile IŞİD vb. çetelere her türlü imkân sunuldu.

Hesaplar Şam’dan döndü!

Emperyalist gericilik Esad’ı devirip Suriye’de Amerikancı bir rejim inşa etmeyi hedefliyordu. Bu yolla İsrail-Türkiye hattı birleştirilerek, hem İran’a dönük kuşatma derinleştirilecek hem de Rusya’nın Ortadoğu’daki etkinliğine ağır bir darbe indirilecekti. Bu aynı zamanda batının ve ABD emperyalizminin Ortadoğu’daki egemenliğini perçinlemesi anlamına geliyordu.

İhvan hareketinin kan kardeşi, “ılımlı islam”ın rol modeli, BOP eşbaşkanı Erdoğan ve yönetimi ise bu süreçte kraldan çok kralcı kesilenlerin başında yer aldı. Neo-osmanlıcı ve yayılmacı histeri ile hareket eden işbirlikçi iktidar, emperyalistlerin gölgesinde bölgesel bir güç olma, Ortadoğu’nun nimetlerinden daha fazla nasiplenme motivasyonuyla kirli savaşın en aktif bileşeni haline geldi.

Fakat tüm bu hesaplar Şam’dan döndü. 2015 yılı sonrası Rusya’nın savaşa daha etkin dahil olması ve bunun da etkisiyle cihatçı çetelerin Suriye’nin neredeyse tamamından temizlenerek İdlib’e toplanması, gelişmelerin seyrini değiştirdi. Bu önemli gelişme Batılı emperyalistlerin kartları yeniden karmasına, “IŞİD’le mücadele” adı altında yeni bir stratejiye yönelmesine yol açtı.
Suriye’de işbirlikçi bir rejim kurma hevesi kursağında kalan ABD ve batılı güçlerin riyakâr söylemlerle gündeme getirdikleri yeni strateji, Suriye’yi en az üçe bölme politikasına dayanıyor. Siyonistlerin ‘80’lerin başında belirlediği ve artık ifşa olmuş bulunan Suriye’yi üçe bölme politikası, gelinen yerde batılı emperyalistlerin Suriye’deki temel yönelimi durumunda.

Böylece Erdoğan yönetiminin Şam’daki Emevi Camii’nde namaz kılma hayalleri suya düştü. Suriye’de besleme cihatçı çetelerle baş başa kalan Erdoğan yönetimini açmaza alan bir diğer gelişme ise, Suriye savaşında büyük bir inisiyatif gösteren ve önemli kazanımlar elde eden Kürt halkı ve hareketi gerçeğidir. Bugün kimse Suriye’de Kürt halkını ve hareketini hesaba katmadan adım atmıyor. Deyim yerindeyse, savaş kundakçısı AKP iktidarı bu açıdan da Dimyad’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmuş bulunuyor.

Anti-emperyalist mücadele: Zorluklar ve imkanlar

Aradan geçen dokuz yılın ardından bugün Suriye savaşında çözülmeyi bekleyen iki kritik düğüm öne çıkıyor: İdlib ve Rojava.

Bu iki bölge de Suriye’nin geleceği açısından büyük bir önem taşıyor. Her iki bölge için de şimdiden bir şey söylemek güç, zira durum hala bir dizi ihtimale açık ve belirsizlikler içeriyor. Fakat, son aylarda Rusya-İran destekli rejim güçlerinin İdlib’e ilerleyişi ve bunun karşısında batılı emperyalistler ile işbirlikçilerinin cihatçı çetelerin direncini tahkim etme çabaları, savaşın yeniden derinleşmesi ve yeni mecralara taşınması ihtimalini güçlendiriyor.

Yukarıda işaret edilen halk hareketleri ve devamında gelişen Suriye savaşı, içinde bulunduğumuz bunalımlar ve savaşlar döneminin bölgemizdeki güncel görünümü durumunda. Emperyalist-kapitalist sistemin derinleşen krizine bağlı olarak kızışan emperyalist hegemonya mücadelesi dünyanın birçok bölgesinde yeni savaş dinamiklerini büyütüyor. Emperyalist güçler dünya ölçeğinde ekonomik ve siyasal alanda giderek daha doğrudan karşı karşıya gelmeye başlıyorlar.

Bu gelişmeler dünyada ve Türkiye’de anti-emperyalist mücadelenin sorun alanlarına yoğunlaşma sorumluluğunu giderek öne çıkarmaktadır. Bu açıdan Türkiye’deki toplumsal muhalefet ve mücadele dinamikleri tarihinin en zayıf dönemini yaşamaktadır.

2000’lerin başında ABD öncülüğünde Afganistan’da startı verilen, Irak ve Libya ile devam eden emperyalist savaş ve saldırganlık politikaları toplumsal muhalefet adına anlamlı tepkilere ve kitle eylemlerine konu edilmişti. Öyle ki, AKP hükümetinin ABD ile kriz yaşamasına neden olan “tezkere kazası”nda kitle eylemlerinin basıncı önemli bir etkendi. Yine aynı yıllarda NATO karşıtı kitlesel ve militan eylemler yaşanmıştı. Belli açılardan tartışmalı yanları olsa da (savaşın emperyalist karakteri konusunda), toplumsal muhalefet güçlerinin emperyalist savaş ve saldırganlık karşısında ortaya koyduğu bu tutum, Türkiye’deki köklü anti-emperyalist mücadele geleneğinden bağımsız değildi elbette.

Fakat bugün emperyalist savaşa karşı mücadele konusunda bir dizi açıdan üzerine durulması gereken belirgin bir zayıflık tablosu ile karşı karşıyayız. Milyonların sokağa döküldüğü Haziran Direnişi sürecinde dahi -ki o dönemde Suriye savaşı yakıcı bir gündemdi- savaş karşıtı bir mücadele pratiği ortaya konulamadı. Bölgede kundaklanan kirli savaş yeterince direnişin gündemi haline getirilemedi. Bu tabloda nesnel süreçlerin elbette payı var. Sınıf hareketinin yapısal sorunlarının yanı sıra sol hareketin evrimi, Kürt hareketinin oturduğu eksen, AKP eliyle açık bir baskı rejiminin kurulması vb...

Bugün koşulların zorluğuna rağmen işçi sınıfı, emekçiler ve gençlik içerisinde anti-kapitalist / anti-emperyalist mücadele bilincini geliştirmenin olanakları giderek artmaktadır. Zira, kapitalist sistemin çok yönlü krizi emekçilerin yaşamını her geçen gün çekilmez hale getirirken, Erdoğan yönetiminin savaş çığırtkanlığı eskisi kadar etki yaratmamaktadır. Dün Kürt düşmanlığı üzerinden “terör” demagojisi eşliğinde attıkları savaş naraları sınıf içerisinde daha rahat karşılık bulabiliyordu. Bugün yaşam koşullarının ağırlaşmasıyla birlikte emekçiler kendi gündemlerine daha çok yönelmiş durumdalar. Savaş alanında yaşanan her yeni gelişmenin dinci-faşist iktidarın demagojilerini boşa çıkarması, emperyalist savaş ve saldırganlık karşısında verilecek mücadeleye önemli zeminler açıyor.

Bu olgulardan hareketle anti-emperyalist mücadele bağlamında günün öne çıkan görevleri şunlardır: Giderek olgunlaşan imkanları değerlendirerek işçi sınıfı ve emekçiler arasında anti-kapitalist ve anti-emperyalist bilinci yerleştirmek için sistemli, ısrarlı, inatçı ve kesintisiz bir siyasal çalışma yürütmek. Öte yandan, toplumsal muhalefet odaklarını emperyalist savaş karşısında harekete geçirmek için daha inisiyatifli davranmak.

Savaşın ve saldırganlığın yıkıma uğrattığı, ırkçı-şoven histerinin döne döne zehirlediği işçi sınıfı ve emekçiler içerisinde “işçilerin birliği, halkların kardeşliği” eksenli bir mücadele pratiğini geliştirmek, bu doğrultuda alınacak mesafeye bağlıdır.