27 Temmuz 2012
Sayı: SYKB 2012/30

 Kızıl Bayrak'tan
Sendikal bürokrasi sermayenin saldırılarını izlemekle yetiniyor
Suriye’de Kürt çıkmazına düştüler!.
CHP kurultayı üzerine...
Erdoğan orucunu çığırtkanlıkla açtı!.
“Saldırı sokakta çözülür!”..
Eleştiriler karşısında hazımsızlık ve saldırganlık sendikal bürokrasinin
tipik özelliğidir
Sermayenin saldırıları ve çıkış yolları
“Grev komiteleri kurulmalı”
Sanayi havzalarında
mücadele çağrısı
“Birleş, örgütlen, sendikalı ol!”
Mahle Mopisan’da grev kararı
“Yetkiler beklenmeden fabrikalarda çalışmalar yürütülmeli!”
Gerici/emperyalist savaşa karşı halkların birleşik direnişi yükseltilmelidir!
Batı Kürdistan’da
“özgürlüğe” doğru
Suriye için işgal senaryoları
Dortmund’da anti-faşist eylem
İş cinayetlerine karşı
örgütlü mücadeleye!
Dönüştürseniz de bu sokaklar emekçilerindir! - TMMŞP
Düzenin yeni yalanı: “Harçlar kalkıyor!”
“Meydanı onlara bırakmayacağız!”
Meclis komisyonu
Roboski’yi aklıyor
Hedef gösterilen devrimci katledildi!
Katledilen bir devrimcinin ardından
Kemal Türkler mezarı başında anıldı
“Son ölen bu düzen olduğunda
katliam kelimesi tarihten silinecek!”
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Erdoğan orucunu çığırtkanlıkla açtı!

Dinci-gerici AKP hükümetinin şefi Erdoğan 23 Temmuz akşamı katıldığı iftar yemeğinde yaptığı konuşmayla bir kez daha Suriye’ye tehditler yağdırarak emperyalist müdahale için savaş çığırtkanlığına soyundu.

AKP Dış İlişkiler Başkanlığı tarafından 2008 yılından bu yana düzenlenen “Geleneksel Yabancı Misyon Şefleri ve Büyükelçiler İftar Yemeği”ne katılan Erdoğan, emperyalist şeflerin ve bölgedeki işbirlikçilerinin Ankara’daki büyükelçileri ve temsilcileri ile biraraya geldi.

Suriye halkına karşı emperyalistler tarafından oynanan kirli oyunda en ön safta yer tutan dinci-gerici AKP hükümetinin şefi Erdoğan, bu tabloya rağmen yaptığı açıklamalarla ikiyüzlülük ve pişkinlikte sınır tanımadığını bir kez daha göstermiş oldu.

Hiçbir ülkenin içişlerine karışmadık” arsızlığı

Üstlendiği uğursuz rolün bir sonucu olarak, bir yandan Suriye halklarını emperyalist namlularının hedefi yapan, öte yandan ise ülke topraklarını gerici savaşların ve boğazlaşmaların merkezi haline getiren dinci partinin şefi Erdoğan, tüm bu gerçeklere rağmen “Hiçbir ülkenin içişlerine karışmıyoruz” deme arsızlığını gösterebildi.

İki yıl önce Suriye Devlet Başkanı Esad’a “kardeşim” diye hitap ederek çok yönlü ikili anlaşmalara imza atan, gelinen yerde ise Suriye’yi “düşman” ilan eden Erdoğan, tüm bu yaşananları “ikili ilişkilerde her zaman iki ülkenin ve halkların refahını gözettik” yalanıyla perdelemek istedi. Bununla da yetinmeyen Erdoğan, “Suriye’nin uluslararası topluma entegre olabilmesi, küresel refahtan pay alabilmesi için her türlü işbirliğini samimiyetle gerçekleştirdik. Kuzey Afrika’da başlayan halk hareketleriyle birlikte biz Suriye’ye dostça kardeşçe uyarılarımızı yaptık. Ancak bizim uyarılarımızın hiçbiri dikkate alınmadı. Bize ve uluslararası topluma verilen sözlerin hiçbirisi tutulmadı” ifadelerini kullandı.

Erdoğan, “Türkiye dostlarının kendisinden emin olduğu, emin olması gereken bir ülkedir” şeklinde konuştu.

İkiyüzlülükte sınır yok!

Yalan ve demagoji üzerine kurulu konuşmasında bir kez daha Suriye’ye ikiyüzlüce “demokrasi” dersi vermeye çalışan Erdoğan, “uluslararası toplum” tanımı üzerinden emperyalist hamilerini fiili müdahaleye çağırmayı da ihmal etmedi.

“Suriye şu anda çok farklı bir şiddet sarmalının içerisinde maalesef günlerini haftalarını yaşıyor. Nasıl buna sessiz kalabiliriz. Nerede dünyanın barışı savunan egemen güçleri” diyen Erdoğan, Annan Planı’nın mevcut haliyle Esad rejiminin elinde bir istismar aracı haline geldiğini ifade etti.

“Suriye’de bu kanlı rejim er ya da geç mutlaka gidecektir” diyen Erdoğan konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Nitekim son günlerde ortaya konan acımasız katliamlar Suriye’de rejimin yok olmaya giden ayak seslerini de tüm Dünya’ya ilan etmiştir. Biz, Suriye halkının zafere her zamankinden daha yakın olduğunu inanıyoruz”

Misliyle karşılık veririz” tehdidi

Türk devletine ait F4 savaş uçağının Suriye ordusu tarafından düşürülmesine de değinen Erdoğan, üst perdeden savaş çığırtkanlığı yaparak Suriye’ye tehditler yağdırmayı sürdürdü.

Uçağa hiçbir uyarının yapılmadığını ve uluslararası tahammüllere tamamen aykırı olarak düşmanca bir tavırla hedef alındığını söyleyen Erdoğan Suriye’yi şöyle tehdit etti:

“Suriye rejimi bu gelişmelerden ders almayıp düşmanca tavrını sürdürürse, misliyle karşılık vermekten çekinmeyiz”


 

 

Sansürcülerden özgürlük nutukları

‘24 Temmuz Basın Bayramı’ kutlamaları yapıldı. 1908’de Abdülhamid’in sansür uygulamasının kaldırılmasıyla başlayan bayram bugün sansürün savunulduğu düzen şovundan ibarettir. Esasta 1902’den bugüne kaldırılmış bir sansür zaten olmadı. Sansürün adı yasalarda değiştirilerek uygulamaları bir yerden esnetilip diğer yandan sıkılarak bugüne süregeldi.

24 Temmuz’un yıldönümü vesilesiyle konuşan sermaye devletinin sözcüleri işçi ve emekçiler karşısında “demokrasi”, “özgürlük” gibi tanımlara sarılarak göz boyamaya çalışarak sermaye düzenine güzellemeler yapıyorlar. 24 Temmuz vesilesiyle yapılan birkaç açıklama bile 100’ün üzerinde tutuklu gazetecinin bulunduğu bir ülkede sermaye sözcülerinin ikiyüzlülüğünü resmediyor.

Sermaye sözcülerinden ‘basına özgürlük’ incileri

Dinci-gerici AKP’nin kurmayları basın özgürlüğünü dillerine doladılar. Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, “Basın, demokrasinin en önemli kurumlarından biridir ve vatandaşlar ile yöneticiler arasındaki iletişimin köprüsüdür” dedi.

Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, “Çağdaş toplum için hayati bir vazifeyi ifade eden basın mensuplarının görevlerini layıkıyla yapabilmeleri için can ve mal güvenliklerinin sağlanmış olması büyük önem taşımaktadır. Nitekim basın özgürlüğünün temeli, basın mensuplarının özgürlüğüdür.”

Sermaye hükümeti AKP’nin, şoven-milliyetçi üslubuyla bilinen İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin bile özgürlükten bahsetmek zorunda kalabildi. Şahin özgürlüğü dolaysız olarak güvenliğe tabi tutarak savunuyor. Yani Şahin’in bahsettiği basın özgürlüğü, bahşedilen kadarına rıza gösterilmesine dayanıyor.

Aynı konu hakkında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ise başka bir misyona dikkat çekerek şunları ifade etti: “Üstlendiği çok önemli görev, basının sansür ve benzeri sınırlamalara maruz kalmadan sorumluluklarını yerine getirebilmesini, basın özgürlüğünün her şart altında gözetilmesini gerektirmektedir. Sansürün kaldırılması, Türk basınının gelişmesi bakımından en önemli dönüm noktasıdır. Farklı görüşlerin seslendirilebildiği, tartışılabildiği sağlıklı toplumların temeli, ifade hürriyeti ve basın özgürlüğüdür”

Gül’ün de ifade ettiği sorumluluklar, düzene uygun yayın çizgisidir. Basın üzerinde baskı ve saldırı politikalarına ek olarak devreye sokulan uygulamalarla burjuva medya bu konuda tek parça hareket etmektedir. Roboski Katliam’ından Suriye’de düşen savaş uçağına, işçi sınıfına dönük saldırı yasalarından devrimcileri hedef alan polis kaynaklı haberlere kadar burjuva basın “özgürce” düzen için haber yapmaktadır.

Sansür uygulamaları yargı terörüyle sürdürülüyor

İşçi ve emekçilerin yaşamlarını köleleştirenlere karşı gerçeği aktaranlarsa 1908’in sansür yasalarına rahmet okutturacak uygulamalarla engellenmeye çalışılmaktadır. Sol, sosyalist basının her adımı “yasadışı terör örgütü” iddiasıyla yargı terörüne konu edilirken yazı işleri müdürlerine hapis cezaları, yayınlarına toplatma ve kapatma gibi çok yönlü saldırılar uygulanmaktadır.