29 Ocak 2010
Sayı: SİKB 2010/05

 Kızıl Bayrak'tan
Taban inisiyatifi zaferin
biricik güvencesidir!
TÜSİAD’ın “demokrasi” vaazları
F tiplerinde
direnen insan olma bilincidir!.
TEKEL direnişine destek eylemleri
“Genel grev” çağrısı yayılıyor...
TEKEL işçileri panelde buluştu
İzmir’de Metal İşçileri Buluşması gerçekleşti.
Entes direnişçisiyle konuştuk.
Entes’te direniş güncesinden.
İşçi ve emekçi hareketinden...
Popülizm ve sosyalizm
Paralı eğitiminiz, eleme sınavlarınız, staj ve atölye sömürünüz sizin olsun!
Gelecek bizim!
DLB’lilerden eğitim
sistemine karne
Ahmet Öncü ve Ahmet Hasim Köse ile TEKEL direnişi üzerine konuştuk
TEKEL işçileri ile
direniş süreci üzerine konuştuk.
Emperyalist işgale “sivil kılıf
Stuttgart’ta TEKEL işçileriyle
dayanışma etkinliği
İktidar kavgası derinleşiyor - M. Can Yüce
Direnişçi TEKEL işçisi
Aygün Taşkın’a mektup
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

İktidar kavgası derinleşiyor…

M.Can Yüce

Son günlerde açığa çıkarılan darbe planları ve bu eksen üzerinde yaşanan tartışmalar, egemenler cephesindeki iktidar kavgasını yeni bir noktaya taşıdı. Bu noktada devrimci ve yurtsever güçlerin tutumu, bu sürece ilişkin yaklaşım ve planları önem kazanmaktadır. Çünkü bu süreç önemli olanaklar ve fırsatlar ortaya çıkarmaktadır.

Daha önceki değerlendirmelerimizde vurguladığımız gibi bu iktidar savaşı, sıradan bir savaş değil, Cumhuriyet’in yeniden yapılandırılması, güç ve iktidar ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi hedefini gözeten bir savaştır. Gelinen noktada geleneksel iktidar odakları, bunların başında da ordu, ciddi bir yıpranma, itibar yitimi sürecini yaşamaktadır. Öyle ki doğrudan orduyu, ordu yönetimini açık ve dolaysız hedefleyen değerlendirmeler yapılmakta, bazıları, Yeniçeri Ocakları’nın tasfiyesi gibi tasfiyesini isteyen yazılar yazmaktadır. Bunlar, egemenler cephesinde ilk kez bu kadar açık, dolaysız ve net söylenen şeylerdir. Türkiye siyaset kültürünün önemli tabularında biri olan Ordu tabusunun bu düzeyde tartışma konusu olması, hem iktidar savaşının hedefleri, planları hakkında önemli bir fikir vermekte, hem de bu savaşın ordu “efsanesine” vurduğu sersemletici darbenin etki ve sonuçları hakkında önemli ipuçları sunmaktadır. Ordunun tartışılması, yıpranma sürecine girmesi, bununla bağlantılı olarak “derin devlet” ve kimi suç pratiklerinin gündeme taşınması, Ergenekon örneğinde olduğu gibi dava konusu yapılması bir yönüyle devletin, onun en kirli yüzü, ilişkileri ve kanlı pratik ve katliamlarının teşhir edilmesi bakımından önemli bir olanak sunmaktadır.

Elbette bu, kendiliğinden ve bu sürecin inisiyatifini elinde tutan güçler tarafından yapılmayacaktır. Burada “taraflar” için önemli olan kendi iktidar hamleleri, bununla elde etkileri sonuçlardır. Bunu yaparlarken bir yandan da kontrolü ellerinde tutmaya özen gösterdikleri bir olgudur. Bunun için bir yandan da kavga ile “uzlaşma” yöntemini birlikte kullanmaya çalışmaktadırlar. Bir yandan da en genel anlamda devlet otoritesini ve bilincini zaafa uğratmamaya özen göstermektedirler. O nedenle zamana yaydırılmış, mümkün olduğunca kontrollü bir iktidar savaşı sürdürülmektedir. Ancak kavganın şiddeti kapsamlıdır ve sonuç almaya dönüktür.

Hem “programı”, bu programın dayandığı iç ve dış güçler, üzerinde oturduğu zemin, hem de “tepede” ve mümkün olduğu ölçüde kontrollü götürülmek istenen bir iktidar kavgası olduğu için, bunun “demokratik bir mücadele” olduğunu sanmak, hem kendini, hem de geniş kitleleri kandırmaktan başka bir şey değildir.

Bu ne kadar doğruysa, aynı şekilde bu sürece kayıtsız kalmak, bu sürecin devrimci hareket için ortaya çıkardığı olanak ve fırsatları tahlil edememek, bunun gerektirdiği politik ve pratik yaklaşım ve tutumu geliştirmemek bir o kadar hatalıdır.

Evet, iktidar katında süren kavga, bir demokratikleşme kavgası değildir. Ama geleneksel iktidar odaklarının ve bu bağlamda oluşan siyaset kült ve kültürünün yıpranmaya başlaması önemsiz görülemez. Bunu derinleştirecek bir tutum ve yaklaşım içinde olmak gerekir. Bu söz ve pratik düzeyinde etkin tutum alma ve geliştirme yaklaşımıdır. Her gün ordunun, Genelkurmay’ın, generallerin tartışılması, darbe planlarının deşifre edilmesi, bu planlar içindeki dehşetli örneklerinin deşifre edilmesi az önemli değildir. Yine bu deşifrasyon bağlamında TC’nin darbeler tarihinin bir bütün olarak yeniden tartışılması, bunun bir yargılama ve hesap sorma süreci olarak algılanması ve gündeme dayatılması önemlidir. Elbette yürütülmekte olan darbe tartışmaları, parçalı, tarihsel bir bütünlükten yoksun ve kendi içinde tutarlı bir demokratik programa oturmamaktadır. Bu darbe tartışmaları, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat darbelerinin yargılanması ve bu yargılama sonucunda darbelerin politik, hukuki ve psikolojik sonuçlarının tasfiyesi hedefiyle birleştirilmediği için sınırlı ve güdük kalmaya mahkûmdur. Bunu yapabilecek güçler, gerçek anlamda devrimci demokratik bir programa sahip güçlerdir. Ancak ne yazık, bu alanda önemli bir boşluk vardır, mevcut rolü oynayabilecek güçlerin ciddi bir boşluğu yaşanmaktadır.

Kürdistan’da ise genel olarak devlet, bütün kanatları ve “dengeleri” ile bir bütün olarak hareket etmektedir. Baskı ve tutuklama kampanyası hızından bir şey kaybetmeden devam etmektedir. Belli ki KCK’nin yasal çalışma alanları ve kazanılan mevzilerini kısa sürede baskı altına alma ve mümkünse daraltma çabası içindedirler. Bununla önlerini biraz açmayı denemektedirler. Bunun bir yönüyle “Demokratik Açılım” süreciyle bağlantılı boyutları var. Bu baskı ve tutuklamalar konusunda Demokratik Açılım sürecinden yana olan çevrelerden ciddi bir tepkinin gelmemiş olması ilginçtir ve bu anılan bağlantının kendisine işaret etmektedir.

Devlet ve düzen tarafından kabul edilmeyi, yani Cumhuriyet Kürdü olmayı temel stratejik bir hedef olarak koyan PKK-KCK ise bu konuda tam anlamıyla politik çaresizleri oynuyor. Büyük bir paradoks… Gücün içinde güçsüzleri oynamak, politik olarak eli kolu bağlı, gözleri kapalı bir konumun içinde olmak, ama söz düzeyinde ise esip gürlemek, işte bu paradoksun önemli bir boyutunu anlatmaktadır.

Egemenler arasında süren iktidar çatışmasının ortaya çıkardığı olanakları, bütünlüklü bir devlet teşhirine götürmek, buradan ciddi politik sonuçlar üretmek önemli ve olanaklıdır… Bunun için devlet ve düzen karşısında bağımsız bir politik hatta durmak gerekir. İmralı Partisi’nde olmayan ise işte budur. Dolayısıyla Kuzey Kürtleri’nin bu ortaya çıkan fırsatlardan kendisi için yararlanması, bu politik “öncüleri” yüzünden neredeyse olanaksızdır. Bu, tarihsel bir “şanssızlık” değilse nedir?

26 Ocak 2010



Kayıp Yakınları: Orhan Yakar’a ne oldu?

Cumartesi Anneleri oturma eylemlerinin 252. haftasında Galatasaray Lisesi’nde biraraya gelerek, 1996 yılında kaybedilen Orhan Yakar’ın dosyasının Ergenekon davası kapsamına alınmasını istedi.

23 Ocak günü gerçekleşen “Failler belli, kayıplar nerede” pankartının açıldığı oturma eyleminde, kayıpların fotoğrafları ve karanfiller taşındı.

BDP İstanbul milletvekili Ufuk Uras ve Sebahat Tuncel’in de katıldığı oturma eyleminde kayıp yakınları bu hafta gözaltında kaybedilen Orhan Yakar’ın dosyasını açıklayarak, sorumluların bir an önce yargılanmasını ve Yakar’ın dosyasının da Ergenekon davası kapsamına alınmasını istedi.

Basın açıklamasını İHD Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon Üyesi Leman Yurtsever gerçekleştirdi. Yurtsever, 1981 Ağrı-Doğubeyazıt-Yalınsaz nüfusuna kayıtlı Orhan Yakar’ın 15 yaşında, 1996 yılında çalışmak için İstanbul’a geldiğini belirterek, 4 ay sonra Yakar’dan bir daha haber alınamadığını ifade etti.

Açıklamada, Mehmet Yakar’a, Doğubeyazıt Jandarma Karakolu yetkilileri tarafından oğlunun Bingöl Jandarma Karakolu’nda olduğu bilgisinin verildiği belirtildi.

Fakat daha sonra köyüne dönen baba Yakar’a karakolda “Oğlun dağa çıkmıştı, geldi bize teslim oldu, operasyonda, arazide bize yer gösterirken, mayına bastı parçalandı, öldü” yanıtının verildiğini, yakalama tutanağında ise Orhan’ın isminin olmadığını söyleyen Yurtsever, Orhan Yakar’ın bedeninin ailesine teslim edilmediğini ifade etti. Baba Yakar’ın avukatı Eren Keskin aracılığı ile oğlunun cesedinin parçalarını Bingöl Savcılığı, İçişleri Bakanlığı ve Jandarma İl Komutanlığı’ndan istediğini fakat, Orhan’ın parçalarının verilmesi talebinin reddedildiğini söyledi.

Açıklama sorumluların yargılanması talebi ile son buldu.

Kızıl Bayrak / İstanbul

l