25 Haziran 2010
Sayı: SİKB 2010/25

 Kızıl Bayrak'tan
Kürt halkını, ilerici ve devrimci güçleri, işçi ve emekçileri hedef alan saldırılara karşı birleşik militan direniş!
Faşist baskı, terör ve
operasyonlarla Kürt hareketi
tasfiye edilmek isteniyor
Kürt halkına yönelik dizginsiz saldırı ve şoven kudurganlık tırmandırılıyor
Kürt halkına yönelik devlet terörü tırmandırılıyor.../ BİR-KAR
AKP temsilcileri ile TÜSİAD şefleri
Washington’da huzura çıktı!
Sivas’ın katili sermaye devletinden hesap sormak için alanlara!
Hesap sormak için 2 Temmuz’da mücadele alanlarına! / BDSP
UPS işçileri patron-polis işbirliğine
geçit vermiyor!
Esenyurt’ta “sendika” gerginliği
Tersanede iş cinayetleri
hasıraltı ediliyor
15-16 Haziran Direnişi selamlandı
İşçi ve emekçi hareketinden.
Gençliği devrime kazanmak için eksikliklerimizi aşarak, yeni imkanlar yaratarak ileri yürüyelim!
27 Haziran’da Toplu Sözleşme Sempozyumu’na!
Sendikal ihanet çeteleri rant kavgasında!
Haziran bültenlerinden.
Petrol-İş Sendikası Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın ile konuştuk
Milyarderler çoğalıyor,
yoksulluk büyüyor.
Emekçiler krizin faturasını
kabul etmiyor
Vatikan’ın Saramago
tahammülsüzlüğü
Kentsel yağmaya düzenleme
Politik irade ve savaş - M.Can Yüce
2 BDSP’linin tutukluluğu
devam ediyor
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Servet-sefalet kutuplaşmasının derinleştiği süreçte bir dönemi geride bırakırken...

Gençliği devrime kazanmak için eksikliklerimizi aşarak, yeni imkanlar yaratarak ileri yürüyelim!

Geride bıraktığımız yılda servet-sefalet uçurumu büyürken, işçi sınıfı ve emekçi kitleler ile burjuvazi arasındaki gerilim de arttı. Bu süreç 2008 sonlarında başta ABD olmak üzere birçok yerde sermayenin iç dengelerini sarsan kapitalist kriz ile birlikte iyice hızlanmıştı. İflaslarını açıklayan tekellerin ardından kırılma farklı sektörlere ve coğrafyalara da sıçramış, işsizlik patlamıştı. Bu süreçte önlem olarak sadece işçi kıyımı gerçekleşmemiş, kapsamlı bir geleceksizleştirme ile istihdam biçimleri de dizginsiz bir sömürü için en uygun koşulların oluşturulmasına hizmet edecek biçimde yeniden yapılandırılmaya başlanmıştı.

Kapitalizmin krizi ile gelen yıkım dalgası Türkiye’de de etkilerini doğrudan hissettirdi. Bu dönemde başlayan işçi kıyımları, artan mesai ücreti ve sigorta primi gaspları bunun somut yüzleri olarak yansırken, günlük ihtiyaçlara da büyük zamlar gündeme geldi. Bu yıkımın gençliğe yansıması ise en somut haliyle harç zamlarında görüldü. Yaz bitiminde harçlara %500’e varan oranda zam yapılacağı duyuruldu. Bu oran sokaklardan yükselen ses ile %8’e geriletildi. Ancak bu uygulamanın bir diğer ayağı olan ve özellikle 2. öğretimleri kapsayan kontenjan düzenlemesi hayata geçirildi. Bu bile esasen gençliği bu süreçte bir dizi yakıcı gündemin beklediğini göstermeye yetti.

Genel tabloya bakınca, geride bıraktığımız yıl emekçilerin sürüklendiği sefalet içinde gençliğe de büyük bir geleceksizliğin düştüğünü ve yine bu saldırı karşısında artan direnişlerin yarattığı hareketlilikte gençliğin de ileri kesimlerinin yerlerini aldıklarını görüyoruz. Kapitalizmin kriz içinde debelendiği dönemlere ilişkin genel bir doğru olarak bugünden sınıfın ve dolaysız olarak gençliğin bu süreçten ya dengeleri lehimize çevirecek devrimci bir yükseliş ile ya da bizleri daha uzun yıllar abluka altında tutacak bir gericileşme ile çıkacağını öngörebiliriz.

Gençlik hareketinin ihtiyacı üniversitelerde gençliğin gelecek özlemini saracak bir politik hatta özgün sorunları işleyen bir faaliyettir

Gençlik hareketi için dönem başlarında yapılan değerlendirmelerde yıllardır “tablonun dibe vurduğu”, “önceki senelere kıyasla bir daralma yaşandığı” söylenegelmektedir. Bu yıl da harç zamları sürecinde ortaya konan tepkinin yarattığı hareketlenmeye rağmen birçok yerelde imkanların, kadroların donanımının bir ilerleme içerisinde olduğunu söyleyemeyiz. Dahası son yılların gözlemleri ile birlikte siyasal gençlik grupları ve devrimci, demokrat duyarlılığa sahip öğrenciler arasında da önemli bir apolitizmden bahsedebiliriz. Bulundukları alana, toplumsal katmanın karşı karşıya olduğu saldırılara karşı politika üretememek anlamında kullandığımız bu durumun alanlara yansıması gençlik gündemlerine, alanlara dönük faşist baskıya derin bir ilgisizlik olmuştur. Bu, söz konusu güçlerin giderek kitleler ile zayıflayan bağlarını tümden yitirmeleri, kendi gettolarına çekilmeleri anlamına gelmektedir.

Bu apolitizmin altında doğalında bir takım ideolojik ve sınıfsal gerçekler vardır. Siyaset yapma iddia ve imkanları geçmişin birikimlerine tembelce yaslanarak, isimleri, olayları ve sembolleri üzerinden devrimci mirası kendi içinde gün ile bağı kurulmayan mite dönüştürmek, bugün bu yola düşenlerin aslında geldikleri ve gidecekleri bir yer olmadığını gösteriyor. Dünyayı teorize ettiğiniz biçimde ona müdahale etmeniz kaçınılmaz olacağı için, bugün sınıflar arasındaki yalın çatışmayı görmeyenler varlıklarını faşistlere karşı düelloculuk, refleks eylemler ve gündelik talepler ile sınırlamaktadırlar. Bu da gençliğin içine çekildiği geleceksizliği sömürü düzeninin bütünü içinde görememenin, doğalında politika üretememenin bir başka nedeni ve sonucudur.

Apolitizm, güçleri alanlardan yalıtırken bir yandan da dejenerasyona sürüklemektedir. Son süreçte sol içi şiddet olarak yansıyan bu durum gençliğin içine sürüklendiği yıkımın sol güçlere yansımasıdır. Önce TKP’li Öğrenciler ve DYG arasında çıkan çatışma kimi yerellerde siyaset yasağıyla sürmüştür. Bundan önce de isim tartışmaları üzerinden gerilimler, çatışmalar Gençlik Muhalefeti ve Kurtuluş Yolunda Dev-Genç arasında uzun süredir sürüyor. Burada olayın gelişimi üzerinden vurgulamak istediğimiz nokta diyalog zemininde kararlılık ile devrimci bir eleştiri/özeleştiri yerine yasakçılığın, sol içi şiddetin tercih edilmesidir. Önümüzdeki süreçte gençlik hareketi adına sorumluluk taşıdığını iddia eden her özne bu duruma müdahale etmekle yükümlüdür.

Hareketin içindeki öznelerin tablosunun apolitizme kayması sonucunda, hareketin ileriye doğru evrildiği bir dönemden bahsetmek mümkün olamamaktadır. En fazla harç sürecinde yaşandığı gibi ortaya bir hareketlilik çıkar ve aynı bakış sorunu bu hareketliliği devrimci bir mecraya akıtmaktan yoksun kalır. Hatta birleşik bir hareket yaratmanın önünde en gerici barikatlardan birine dönüşebilir. Ya da kendiliğinden çıkışları kitleleri ileriye taşıyacak bir olanak olarak görmek yerine, kitlelerin psikolojisinin ardı sıra sürüklenip gider.

Geride bıraktığımız sene içerisinde karşımıza çıkan gündemlerle birlikte eksiklikleri/eksikliklerimizi tanımlayarak önümüzdeki döneme bu zaafları aşma hedefiyle hazırlanalım.

Harç zammı saldırısına karşı parçalı tablo aşılamadı!

Geçtiğimiz yaz döneminin sonuna doğru gündeme gelen harç zamları gençliği hareketli bir sürecin beklediğini de haber veriyordu. Süreçte gençliğin kimi kesimleri hızlıca tepki gösterseler de,   hareketin asıl ihtiyacı olan ve bir kazanım için gereken birleşik mücadele olanakları yaratılmadı.  Siyasal unsurların ezici çoğunluğunda bu yönlü bir bakışın olmayışı, süreçlerin birleştirilmemesinin ve güçlerin parçalı tablosunun sürmesinin sebebi olmaya devam etti.

Şüphesiz ki eğitimin ticarileştirilmesi sorununun yakıcılığını hissettirdiği bir dönem, kitlelerin duyarlılığının arttırılması ve harekete geçen güçlerin “Parasız eğitim” talebini sahiplenmesi için önemli olanaklar taşır. Gençlik hareketinin derinleşen durağanlığının kırılması, mücadelenin büyütülmesi ve oluşturulan ablukanın dağıtılması açısından ortaya çıkan imkânlar son derecede değerliydi. Ancak soruna müdahalede gençlik açısından sınırlı bir iradenin hakim oluşu, harç zamlarının geri alınması talebinin sahiplenilmesine karşın “Harçları devlet ödesin”, “Herkese karşılıksız burs” gibi yaklaşımları öne çıkardı. Zam oranının %8’e geriletilmesi ile sular duruldu ve olanaklar daha yaratılamadan bir anlamda boşa düşmüş oldu. Harç zamlarına karşı yürüyen parçalı süreçleri birleşik bir zeminde hareket ettirebilmek ve eğitimin ticarileştirilmesinin diğer yansımalarını da kapsayan bir mücadele hattı oluşturmak yönlü tartışmalarımız ya karşılıksız kaldı ya da oluşturulan birliktelikler kısa vadede bize ve yakın çevremize sıkıştı. Harç zamlarına karşı oluşan tepki başka bir kanala akıtılarak ilerletilemedi.

IMF-DB toplantılarında krizden çıkışın yol haritası ve geleceksizleştirme politikaları...

Yaz sonunda harekete geçmiş tüm unsurlara ve yaratılmaya çalışılan tüm olanaklara karşın IMF-DB süreci başlarken elimizde hem nitel hem nicel olarak harç zamlarının ilk günkünden fazlası yoktu. Bu bağlamda IMF-DB protestoları hakkında söyleyeceklerimiz son yılların değerlendirmelerinden büyük ölçüde farksız olacaktır. Harç sürecinin hemen ardından gelmesine ve kapitalizmin etkisinin yoğunlaştığı bir dönem olmasına rağmen, IMF-DB karşıtı tepkiler sınırlı bir çalışmanın ve protesto eylemlerinin ötesine geçememiştir. Yine de IMF-DB eylemlilikleri de harç süreci gibi hem içe dönük hem de gençlik kitlelerinin ileri kesimlerinde bir moral ve motivasyon yaratabilmiştir.

TEKEL Direnişi gençlik kitlelerini de etkisi altına aldı…

Türkiye’de işçi ve emekçilerin bilenen öfkesinin uzun yıllar ardından açığa çıktığı TEKEL Direnişi, toplumun çeşitli kesimlerindeki tepkinin ifadesi olarak hızla mücadele odağı haline geldi. Güvencesiz çalıştırma yolunda önemli bir mesafe kateden sermaye karşısında gençliğin ileri kesimleri de işçilerin açtığı cephede yerini aldı. TEKEL Direnişi gençliğin sınıfa olan güvenini tazeledi. Gençlik güçleri hem sınıfın eylemliliklerine katıldılar hem de doğrudan çadır direnişinin bir parçası oldular. Ancak siyasal süreçlerin bir propaganda malzemesi sınırında algılanması nedeniyle TEKEL Direnişi ile toplamda gençliğin talepleri ve gelecek istemi arasında doğru bir ilişki kurulamadı. Gençliğin sesinin soruşturma-ceza, tutuklama ve gözaltılar ile boğulmak istendiği, Aydın Erdem’in katledildiği, mesleki yeterlilik, ücretsiz staj ve yanı sıra güvencesiz çalıştırmanın üniversite mezunlarını da doğrudan hedef aldığı bir süreçte TEKEL Direnişinin çaktığı kıvılcım, gençliğin tüm gelecek istemini kesen bir eksene taşınmadı. Bu noktada yeniden gençlik örgütlerinin birçoğunun tutumlarına baktığımızda TEKEL işçilerinin inisiyatifini geliştirmek yerine sendikal bürokrasinin ardına takılan siyasal yapılarının uzantısı olarak üniversitelerdeki renklerini bir kez daha belli ettiler.

TEKEL Direnişini ve sürecini kendi açımızdan değerlendirirsek, direnişin ilk günlerinden başlayarak üniversitelerde öncelikle TEKEL işçilerinin maruz kaldığı azgın terörün haklarını arayan öğrencileri de hedef aldığı vurgulandı. Daha da önemlisi gençliğin gelecek sorununun bizzat TEKEL Direnişi şahsında cereyan ettiği aylarca çalışmalara konu edildi ve gençlik desteğe değil kendi geleceği için mücadeleye çağrıldı. İfade etmek gerekir ki, bu doğru politik ekseni bir örgütsel kazanıma ve siyasal harekete dönüştürmek yönlü eksikliklerimizi aşabildiğimiz bir süreç örgütlenemedi.

Taksim’de sendika bürokrasisine işçilerden militan cevap

Bu yıl 1 Mayıs’ta 32 yıllık yasağın ardından yüzbinler Taksim’deydi. Taksim’e damgasını ise sendikal bürokrasiye karşı kürsüyü işgal eden ve sınıf kardeşlerine seslenen direnişçi işçiler vurdu. Devrimci değerler üzerinden konuşmalarla kürsüden kitleyi etkilemeye çalışan sendika bürokratları, işçi ve emekçilerin taleplerine veya 26 Mayıs’a dair herhangi bir şey belirtmediler. Düzen güçleri, yılların mücadelesiyle kazanılan Taksim kararlılığı ve iradesinin altını boşaltmak için çabaladılar. Sendika bürokratları eliyle eylem alanından da müdahale etmeye çalışırken, İstanbul’da direnişteki işçilerin kürsü işgali düzenin bu hamlesini boşa çıkarmak için önemli bir adım oldu.

Gençlik açısından bakıldığında 1 Mayıs süreci de gençlik hareketinin parçalı tablosuna bir müdahaleye dönüştürülemedi. Gençliğin gündemleri ve talepleri üzerinden yürünen bir süreç olmadı. Bu tablo alana da yansıdı, gençliğin talepleri alanlara taşınamadı. Etkin bir ön süreçten yoksun 1 Mayıs, gençlik hareketi açısından 26 Mayıs başta olmak üzere sonrasına bir enerji taşımaktan yoksundu.

Sendikalar tarafından TEKEL Direnişi’nin basıncıyla aylar öncesinden alınan 26 Mayıs eylemi belirsizlik ve atıllıkla tüketildi. Güvencesiz çalışmaya ve geleceksizliğe karşı bir süreç örülmesi gerektiğini vurguladığımız 26 Mayıs süreci gençlik açısından da öncesindeki eksikliklerin ve dağınıklığın ardılı oldu.

Soruşturma-ceza karşıtı politika üretebilmek, devrimci siyasal faaliyette irade, köhne kapitalist düzen karşısında varlık iddiasıdır!

Soruşturma-ceza terörü sermayenin tahakkümü altındaki üniversitelerde temel bir baskı aracı olarak devreye sokulmaya devam ediyor. Siyasal faaliyeti sırtlayan güçlerin üniversitelerine girişlerinin engellenmesi sayesinde burjuvazinin ideolojik hegemonyasının etki alanı artırılmaya çalışılıyor. Bugüne kadar açıkça ifade ettiğimiz gibi, bu terör karşısında alınacak tutum, siyasal öznelerin alanlardaki siyasal varlık iddiası ile eş anlamlıdır.

Sermaye, bir yandan üniversiteli gençliği kariyer yalanları, yozlaşma, ders müfredatları ve sınav sistemi ile bencilleştiriyor. Diğer yandan siyasal olarak kendi gerici kamplarını üniversitelerde kurmaya çalışıp, dini, ulusalcı, liberal, ırkçı ve şoven yüzlerini alanlara taşıyor. Bunun karşısında duran öğrencilere ise polis-idare işbirliğinde saldırıyor. Gözaltı, tutuklama ve uzaklaştırmalar ile üniversitelerdeki kontrolünü baki kılmaya çalışıyor. Bu bütünlüklü saldırının karşısında siyasal bir iddia da doğalında aynı bütünlüğü taşıyabilmelidir. Ama bu sene de soruşturma-ceza karşıtı faaliyet siyasal gençlik grupları açısından genel bir ilgisizlik ile karşılandı.

Soruşturma-ceza karşıtı faaliyet adına uzun erimli adımlar atılamasa da, çeşitli platformlar oluşturuldu. Bu platformlarda nitelikli bir birliktelikten bahsetmek güç. Oluşturulan birliktelikler birkaç eylemin dışında bir adım öteye taşınamadılar. Bu platformlardan Eğitim Hakkı İnisiyatifi İstanbul’da çeşitli deneyimler kazanmamıza zemin oluşturdu. Geniş bir kamuyou yaratmak ve soruşturma-ceza saldırısını geri püskürtmeyi hedefleyen İnisiyatif çeşitli çalışmalar gerçekleştirdi. Bu noktada YTÜ direnişini ve üniversitelerde süren çalışmaları merkezi bir noktaya taşıyan SOKAK Üniversitesi atılan önemli bir adım oldu. Taksim’de ve Kadıköy’de kurulan Soruşturmalara Karşı Alternatif Kampüs yaşanan saldırının kitlelere duyurulması ve mücadele gündemlerimizin sokağa taşınması açısından işlevli bir araç oldu.

Yılsonundan önümüzdeki döneme kalmış olan yüzlerce soruşturma mevcut. Gençliğin önünde duran soruşturma-ceza terörü karşısında, bu saldırının sadece devrimci güçlere değil, öğrencilerin demokratik haklarının toplamına yöneltildiğini vurgulamak can alıcıdır. Buna karşı örülecek mücadelede öğrencilerin tüm talepleri ve sorunları işlenebilmelidir. Ötesinde kimi siyasi unsurların soruşturma iddianameleri karşısında inkarcı tutumları ya da uzaklaştırma ardından alanlara yönelik bir müdahale gerçekleştirmek yönlü iradesizlikleri, hızla kazanılmış birçok hakkın elimizden alınmasına, içe dönük olarak da kadroların moral bir çöküntü içine sürüklenmelerine yol açacaktır.

Polis-devlet terörü ile gözdağı vermek isteyen düzen ancak gençliğin öfkesini bileyebilir...

PVSK ile polis terörünün önünü düzleyen burjuvazi, kriz sonucu sınıf çelişkilerinin arttığı bir dönemde mahkemeleri ile de hak arama mücadelesine nefes aldırmayacak bir abluka oluşturdu. Polis PVSK ardından genç, öğrenci, işçi ve devrimci onlarca insan gözaltında ve sokakta katletti. Azgın polis terörü bu dönemde sadece ilerici-devrimci güçlere değil, her önüne gelene saldırdı, onları katletti. Bu baskıdan üniversite öğrencileri de paylarına düşeni aldılar. Hedef gösterilip polis kurşunuyla katledilen Aydın Erdem, Şerzan Kurt ve saldırıya uğramış sayısız öğrenci... Üniversitelerden, yurt ve ev baskınlarından gözaltına alınıp tutuklanan öğrencilerin birçoğu bugün hala sermayenin zindanlarında tutsak.

Üniversitelerde devrimci faaliyet, hak arama mücadelesi, düşüncelerini ifade etme çabaları polis, ÖGB veya faşistler eliyle engellenmeye çalışılıyor. Düzen baskı ve yasakları artırarak kitleleri sindirmeye çalışıyor. Soruşturma-ceza terörü gibi polis-devlet terörü de gençlik mücadelesinin önünde aşılması gereken bir saldırı olarak görülmemektedir. Bu saldırıya karşı yapılacak en anlamlı müdahale alanlarda gençliğin akademik, demokratik, sosyal taleplerini karşılayacak, yemekhane zammından ulaşım sorununa, yaz okulu uygulamasından alternatif şenliklere ve kulüp etkinliklerine kadar gençliğin gelecek özlemlerini cevaplayacak kararlı bir siyasal faaliyet olacaktır.

Filistin halkının gerçek kurtuluşunu gençliğe anlatma sorumluluğu omuzlarımızdadır!

İsrail’in Filistin halkı üzerinde yıllardır sürdürdüğü ambargoyu sona erdirmek için yola çıkan yardım gemileri İsrail askerlerinin vahşeti ile karşılandı. Eylemi örgütleyenler arasında dinci gericiliğin esnek bir platformu İHH başı çekerken, birçok ülkeden ve uluslararası kuruluştan da eylem destekleniyordu. Filistin’in özgürlük mücadelesini yıllardır siyasal faaliyete konu eden burjuva gericiliğin dinci siyasal unsurları bir anda gündeme oturdular. Bilindiği gibi Filistin gericiliğin ırkçı, şoven ve ulusalcı unsurları tarafından da bir ilgi görmektedir.

Eğitim döneminin bittiği süreçte yaşanan olay üniversitelere bir çalışmaya konu edilemedi. Burada yaşanan olayla birlikte karşımıza çıkan dinci örgütlerle iş yapma tartışması üzerinden birkaç noktayı vurgulamak istiyoruz. Sol adına düşülebilecek en büyük hata açıktır ki, dinci siyasal odaklarla yan yana gelmek olur. Burada İslami inançlı bireylerle yan yana gelmek ile kendilerini İslam üzerinden tanımlayan siyasal güçlerle ortak iş yapmak arasında büyük bir fark vardır. Birincisi sizin çağrısını yaptığınız eylemlerde kendiliğinden yaşanabilecek bir durumdur. İkincisi ise süreçte kendi elinizle gerici bir odağa kan taşımak ya da alan açmak anlamına gelir. Oysa bizlerin onlarla ortak iş yapmak bir yana, dinci örgütlerin yaklaşımlarındaki yanlışlığı, durdukları yeri teşhir etme ve Filistin halkının kurtuluşu için gerçek ve kalıcı çözümü anlatabilme sorumluluğu bulunmaktadır.

Yeni dönemi kazanmak için yetersizlikler ve eksikler aşılmalıdır!

Geride bıraktığımız yıl, gençlik hareketi açısından önemli imkanların doğduğu ve bunların önemli bir kısmının heba edildiği bir dönem oldu. Genç komünistler ise yaklaşımlarında bunun aksi için politika üretmek gibi bir iddia yüklenmişseler de sınırlılıkları ve eksikleri ile bu süreçte yüzleştiler.

Harç zamları ile başlayan kıpırdanmanın önümüzdeki dönem süreceğine dair işaretler bugünden görülebilmektedir. Bu, omuzlardaki yükü bir kat daha arttırıyor. Devrimci siyasal faaliyete dönük baskıları bugüne değin kendimize değil, alana ve kitlelere yöneltilmiş bir zor olarak gördük ve bunun gereklerine göre hareket ettik. Bir yılın ardından ise tablonun derinleştiğini görüyoruz. Bu baskı karşısında gençliğin gelecek özlemlerini ayağa kaldırmak en etkili silah olacaktır. Eğitim hakkının, düşünce ve ifade özgürlüğünün militan savunusunu gençliğin dinamizmi ile sarmalamak önümüzdeki dönemde belirleyici olacaktır. Sosyal yıkımın, emperyalist barbarlığın vardığı bu boyutta kitleleri insanca bir yaşamın ideolojik zenginliği ile karşılamak, onları devrimci saflara kazanmak yaşamsal bir zorunluluktur. Aksi durum, ezilen yığınları büyük bir esarete sürükleyecektir.

Geleceksizlik ve işsizlik gündemleri tüm yakıcılığı ile gençliğin karşısında duruyor. Bu gündemlere geçtiğimiz dönem çok fazla imkanı olmasına rağmen yeterince eğilinemedi. Bu gündem üzerinden devrimci gençlik örgütlerinin bıraktığı boşluk, düzen kanalları üzerinden tutulmaya çalışılıyor. ADK-ADF’nin öncülüğünde üniversite kulüplerinin, öğrenci komisyonlarının da örgütleyicisi olduğu “GelecekSİZsiniz” adlı merkezi bir etkinlik yapıldı. Yine Saadet Partisi son dönemde krizin yarattığı sosyal yıkım üzerine ürettiği politikaları ile siyasal zeminini beslemek kaygısında. Krizle birlikte derinleşen işsizlik ve geleceksizlik gençliğin yakıcı sorunlarıdır. Üniversitelerde gençliğin özlemlerine ve gelecek sorununa karşı üretilecek politika bugün siyasal özneler için hayati bir ihtiyaçtır.

Kapitalizmin krizi derinleşirken esasen sosyalizmin bu sömürü düzeninin tek bilimsel alternatifi olarak kitleler ile buluşturulması konusunda da gerçek bir çabadan bahsedemeyiz. Kriz ile birlikte hayatın birçok farklı alanında yaşam koşulları emekçiler için kötüleşirken, bunların ardındaki köhne kapitalist düzen geniş kitlelere etkince teşhir edilemedi. Gençlik düzen karşısında devrimci mücadeleye kazanılamadığı gibi kriz karşısında söylemlerin içeriği bakımından da cılız bir ses yükseliyor. Burjuva gericiliğin ablukasını dağıtmak, geleceksizlik karşısında öfkesi bilenen kitleler ile mücadeleyi yükseltmek için eksikliklerimizle hızlıca hesaplaşmalıyız. Yaz dönemini gençlik hareketi adına önümüzdeki döneme güçlü başlayabilmenin olanağına çevirebilmeliyiz. Genç komünistler de bu dönemi hem kendi eksikliklerini kapattıkları, hem de hareketin ihtiyaçları doğrultusunda yeni dönemi örmeye başladıkları bir süreç olarak değerlendirmelidir.

Ekim Gençliği